Bir İstanbul beyefendisi: Semavi Eyice

Bir İstanbul beyefendisi: Semavi Eyice
Bir İstanbul beyefendisi: Semavi Eyice

Gözleri görmemesine rağmen hiç bitmek bilmeyen öğrenme ve öğretme arzusu, yaşadığı hiçbir olayı ve okuduğu hiçbir kitabı unutmayan müthiş hafızası, aslında Borges’in dünyada tek olmadığı izlenimi verirdi bana.

Prof. Dr. Semavi Eyice Hoca’yı yazıları ve eserleri vasıtasıyla talebelik yıllarımdan itibaren bilirim. Eskişehir’de üniversite okuduğum senelerde, o zamanlar bir belde olan Hanköylü bir arkadaşım vardı: Erdal.

Semavi Hoca zihnimde, Osmanlı döneminde yazılan bibliyografik eserlerde bazı âlimleri tarif ve tavsif etmek için kullanılan “yed-i tûlâ” sahibi bir kişilik olarak beliriyordu. Pek çok alanda derin bilgi sahibi ve yetkin bir bilim adamıydı.
Semavi Hoca zihnimde, Osmanlı döneminde yazılan bibliyografik eserlerde bazı âlimleri tarif ve tavsif etmek için kullanılan “yed-i tûlâ” sahibi bir kişilik olarak beliriyordu. Pek çok alanda derin bilgi sahibi ve yetkin bir bilim adamıydı.

Bize köyünün ne kadar önemli bir yer olduğunu, biraz bıçkın Anadolu delikanlısı edasıyla ve hevesiyle, biraz da kendine pay çıkarmak istercesine anlatırdı. Köyünün önemini vurgulamak için referans bile vermişti bir defasında: “Ünlü bir profesör var, Semavi Eyice adında. O bile yazmış bizim köyün tarihini, bir cami var bizim Hanköyü’nde, adı oradan geliyormuş, çok önemli bir yer olduğunu yazıyor.” Açıkçası Erdal’ın o sözleri bende bir merak uyandırmaya yetmişti.

O nedenle ders biter bitmez doğruca Anadolu Üniversitesi Kütüphanesi’nin yolunu tutmuştum. Belleten dergilerini taramış, Semavi Hoca’nın “Hanköyü’nde Hüsrev Paşa Camii: Sultan IV. Murad’ın Sadrazamı Hüsrev Paşa’nın Bir Eseri” başlığını taşıyan makalesini bulup okumuştum.

Sanata, sanat tarihine ve bilhassa Osmanlı mimarisine hayran bir talebe olarak o makale derin izler bıraktı bende. Sonraki yıllarda elimden geldiğince Semavi Hoca’nın makalelerini okumaya gayret ettim. Okudukça hocanın ne kadar geniş bir birikimin sahibi olduğunu da fark ediyordum.

Borges’ler her yerde

Semavi Hoca zihnimde, Osmanlı döneminde yazılan bibliyografik eserlerde bazı âlimleri tarif ve tavsif etmek için kullanılan “yed-i tûlâ” sahibi bir kişilik olarak beliriyordu. Pek çok alanda derin bilgi sahibi ve yetkin bir bilim adamıydı.

Bizans tarihi, Bizans arkeolojisi, Osmanlı mimarisi konularında

Türkiye’nin en önemli simaları arasında yer alıyordu. Alp Arslan ile Malazgirt Savaşı’nı yapan Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes ile ilgili Türkçede yayımlanmış tek eserin Semavi Eyice’ye ait olduğunu da burada hatırlatmak isterim.

Türkiye’nin en önemli simaları arasında yer alıyordu. Alp Arslan ile Malazgirt Savaşı’nı yapan Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes ile ilgili Türkçede yayımlanmış tek eserin Semavi Eyice’ye ait olduğunu da burada hatırlatmak isterim.
Türkiye’nin en önemli simaları arasında yer alıyordu. Alp Arslan ile Malazgirt Savaşı’nı yapan Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes ile ilgili Türkçede yayımlanmış tek eserin Semavi Eyice’ye ait olduğunu da burada hatırlatmak isterim.

Semavi Hoca ile yüz yüze ilk tanışmam ise İstanbul’da doktora yaptığım yıllarda VI. Eyüpsultan Sempozyumu sırasında gerçekleşti. Oturumda, Eyüp’e dair, süre ve sınır tanımayan, Oktay Aslanapa Hoca’nın başkanlık yaptığı bir oturumda olmasına rağmen, “Benim sözüm bitmeden kimse sözümü kesmesin, ben bu hâlimle burada konuşuyorsam beni sonuna kadar dinleyeceksiniz” şeklindeki serzenişi de dâhil olmak üzere konuşmasını sonuna kadar dinledik salondaki tüm katılımcılarla birlikte.

Daha evvel yakından tanıyanlardan duymuştum hocanın biraz da asabi bir kişiliği olduğunu, o gün bizzat şahit oldum. Daha sonraki bazı konuşmalarında veya dost meclislerinde de sıkça dile getirdiği “bu hâlimle” betimlemesinin sebebini bilenler Semavi Hoca’nın serzenişinin nedenini çok daha iyi anlayacaklardır.

Semavi Hoca, kendi ifadesiyle “bir doktor hatası” nedeniyle görme yetisini büyük ölçüde kaybetmişti. İlk defa hikâyesini de o gün yemek esnasında bizzat karşısında oturduğum Eyice Hoca’dan dinledim. Sonrasında evinde devam eden sohbetlerimiz, ortak etkinliklerimiz, davetim üzerine birkaç defa görev yaptığım şehre gelişi sırasındaki konuşmalarımız esnasında hayatından geçen pek çok sevinç ve acıyla dolu günlerin anlatıldığı anılarının arasında mutlaka o “doktor hatası”na da yer verirdi Hoca.

Kendisiyle yaklaşık on beş yılı aşan şahsi tanışıklığım süresince Semavi Hoca’dan pek çok konu hakkında çok değerli bilgiler öğrendim. Gözleri görmemesine rağmen hiç bitmek bilmeyen öğrenme ve öğretme arzusu, bir kitap yayınlandığı zaman duyduğu heyecan, literatürü sürekli takip etmek istemesi, yaşadığı hiçbir olayı ve okuduğu hiçbir kitabı unutmayan müthiş hafızası, aslında Borges’in dünyada tek olmadığı izlenimi verirdi bana.

Başta Sema Doğan ve Belkıs Kamut Aktürk olmak üzere yakın öğrencilerinin defalarca müşahede ettikleri babacanlığı, titiz çalışma tarzı, Bizans sanat tarihi ve arkeoloji eğitimi almak amacıyla gittiği Almanya’da şahit olup anılarında sıkça zikrettiği Alman çalışma disiplininin Türk çalışma arzusuyla bütünleşmiş bir tavrıydı.

  • Semavi Hoca’nın hayatında İkinci Dünya Savaşı yıllarında trenin tek yolcusu olarak gittiği Almanya yılları ayrı bir öneme sahipti. Selim Efe Erdem tarafından kendisiyle gerçekleştirilen İstanbul’un Yaşayan Efsanesi: Semavi Eyice Kitabı isimli söyleşi kitabında da genişçe bahsettiği bu dönem, Eyice’nin zihninde derin izler bırakmıştı. Burada savaşın bütün acılarına şahit olmuş, kaldığı eve bomba düşmüş, savaş sırasında sığınakta ders yapan ve bir dersi bile aksatmayan hocası, yahut yıkılmış posta binasına bıraktığı bir dilekçenin savaşın zor şartlarına rağmen işleme konulması onun hayranlığını uyandırmıştı.

Bir İstanbul sevdalısı

Semavi Eyice, ilerleyen yıllarda da İstanbul’a dair çok sayıda eser verdi, Koruma Kurulunda görev yaptığı yıllarda İstanbul’da Osmanlı dönemine ait pek çok camiyi yıkılmaktan, daha açık bir ifade ile yok olmaktan kurtardı.
Semavi Eyice, ilerleyen yıllarda da İstanbul’a dair çok sayıda eser verdi, Koruma Kurulunda görev yaptığı yıllarda İstanbul’da Osmanlı dönemine ait pek çok camiyi yıkılmaktan, daha açık bir ifade ile yok olmaktan kurtardı.

1954 yılında evlendiği sevgili eşi rahmetli Kâmuran Hanımefendi’den her zaman büyük bir aşk, sevgi ve muhabbetle bahseden Semavi Hoca sadece çok yönlü bir bilim adamı değil aynı zamanda İstanbul’u en eski dönemlerinden günümüze kadar belki de en iyi bilen tam bir İstanbul beyefendisiydi.

Aslen Amasralı bir aileye mensup olmakla birlikte çocukluğundan itibaren İstanbul’un en nezih semtlerinden birisinde büyümesi, Kadıköy’deki Saint Louis Fransız Papaz Mektebi, Saint Joseph İlkokulu ve Galatasaray Lisesi ile devam eden eğitim yılları ve hepsinden önemlisi Bizans tarihine, arkeolojisine ve Osmanlı mimari ve sanat tarihine tutkunluğu her iki devlete de yüzlerce yıl başkentlik yapmış İstanbul’u Eyice’nin hayatında merkeze oturtmuştu.

Nitekim 20 yaşında iken kaleme aldığı ilk yazısının “Seyyahların Gözünden İstanbul” başlığını taşıması hiç de tesadüf değildi.

Semavi Eyice, ilerleyen yıllarda da İstanbul’a dair çok sayıda eser verdi, Koruma Kurulunda görev yaptığı yıllarda İstanbul’da Osmanlı dönemine ait pek çok camiyi yıkılmaktan, daha açık bir ifade ile yok olmaktan kurtardı. Hafız Paşa Camii,Adil Şah Kadın Camii, Tacizade Cafer Çelebi Camii bunlardan bazılarıydı. İstanbul’a dair verdiği eserler arasında İstanbul’da Bazı Cami ve Mescid Minareleri, Galata ve Kulesi, Bizans Devrinde Boğaziçi, Ayasofya (2 cild), Topkapı Sarayı, İstanbul, Eski İstanbul’dan Notlar, Tarih Boyunca İstanbul sayılabilir.

O, daha sonraki dönemde yapılan pek çok araştırmaya kaynak teşkil eden bu çalışmalarıyla İstanbul’un Bizans’tan günümüze uzanan tarihini en iyi bilen âlimlerden birisi olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştu.

Cumhuriyet Türkiye’sinin canlı şahidi

Semavi Eyice böylesine çalkantılı, sıkıntılı, gelişme sancıları yaşayan bir ülkede muhtelif alanlarda birbirinden kıymetli çok sayıda eser verdi. Bu eserlerin isimleri bile bir kitap hacmine ulaşıyordu ve nitekim Sema Doğan tarafından Semavi Eyice Kaynakçası adıyla kitaplaştırıldı.
Semavi Eyice böylesine çalkantılı, sıkıntılı, gelişme sancıları yaşayan bir ülkede muhtelif alanlarda birbirinden kıymetli çok sayıda eser verdi. Bu eserlerin isimleri bile bir kitap hacmine ulaşıyordu ve nitekim Sema Doğan tarafından Semavi Eyice Kaynakçası adıyla kitaplaştırıldı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin âdeta canlı bir tarihi olan Semavi Eyice, memleketin demokrasi sınavlarına yakından şahit olmuş, tek parti iktidarlarını, darbeleri, ideolojik çatışmaları bizzat gözlemlemişti. Onun Almanya’da kaldığı ve Türkiye’ye savaş ilan edilmesi üzerine geri dönmek sorunda kaldığı dönemin politikaları başta olmak üzere Türkiye siyasetinde İsmet İnönü’ye karşı muhalif tarzı ve bunu açık yüreklilikle dile getirmesi dikkat çekicidir.

Bilhassa 12 Eylül 1980 darbesi kendisi için pek de hoş olmayan neticeler doğurmuş, bu dönemde Kenan Evren’in Hoca’nın itirazına verdiği cevaba binaen “kadronun gençleştirilmesi” gerekçesiyle Türk Tarih Kurumundaki görevine son verilmişti. Bu olay da Hoca’nın anlatırken en fazla üzüldüğü olaylardan birisiydi.

Semavi Eyice böylesine çalkantılı, sıkıntılı, gelişme sancıları yaşayan bir ülkede muhtelif alanlarda birbirinden kıymetli çok sayıda eser verdi. Bu eserlerin isimleri bile bir kitap hacmine ulaşıyordu ve nitekim Sema Doğan tarafından Semavi Eyice Kaynakçası adıyla kitaplaştırıldı. Semavi Eyice sadece eserler vermekle kalmamış, Almanya, Fransa ve Türkiye’deki muhtelif üniversitelerde dersler vermiş, pek çok öğrenci yetiştirmiş, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bünyesinde Bizans Sanat Tarihi Kürsüsünü kurmuştu.

Fatih’in huzurunda

9 Aralık 1922’de Kadıköy’de başlayan bir devir, 96 yıl sonra 28 Mayıs 2018’de yine Kadıköy’de kapandı. Ömrünü İstanbul’a adamış, Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sanat tarihçilerinden birisi olan Prof. Dr. Semavi Eyice, tıpkı kutbü’l-müverrihin Prof. Dr. Halil İnalcıkgibi Fatih Camii haziresine, büyük mütefekkir ve kütüphaneci Ali Emîrî Efendi’nin hemen yanı başına defnedildi. Rahmet olsun.