Bir Londra itikâfından notlar

​Bir Londra itikâfından notlar
​Bir Londra itikâfından notlar

Bilenler bilir, hac ve umre arkadaşlığı, hatta asker arkadaşlığı gibi itikâf arkadaşlığı da çok özel. Bir inziva gibi görülse de cemaatle kılınan beş vakit, teravih ve tesbih namazları, aynı sofrada beraber edilen iftar ve sahurlar, caminin mûtekiflere ayrılmış bir yerinde yan yana kıvrılıp uyunan uykular, ufak sohbetler, zikir ve mukabeleler, tefsir ve fıkıh dersleri, bizi birbirimize öyle ısındırıyor ki günün her vakti her bir bahaneyi fırsat bilip tekraren selamlaşıp kucaklaşıyoruz.

Eski kilise, yeni cami

Islamic Centre of Brent, halkın dilinde Brent Mosque ise şehrin öte yakasında bir kilise camii.
Islamic Centre of Brent, halkın dilinde Brent Mosque ise şehrin öte yakasında bir kilise camii.

Manchester ve London Bridge'teki terör olayları, İngiliz parlamentosunda zorlu koalisyon pazarlıkları, Grenfell Tower'da çıkan yangında vefat eden belki yüzün üzerinde insanın acı hatıraları ve Finsbury Park Mescidi önünde teravih çıkışı Müslümanlara kamyonetle yapılan saldırı... Londra, Ramazan-ı Şerif’i böylesi gergin bir ruh hâli içerisinde uğurladı.

Islamic Centre of Brent, halkın dilinde Brent Mosque ise şehrin öte yakasında bir kilise camii. 19. yy. sonları Kraliçe Victoria döneminde inşa edilip 70’li yılların ortalarına kadar hizmet veren kilise, uzun uğraşlar sonucu toplanan bağışlar ve Suud Kralı Faysal'ın nihai desteğiyle satın alınmış. O zamandan beri cami olarak Pakistanlı ağırlıklı Müslüman cemaate hizmet veriyor.

Çan kulesi üzerine küçük yeşil bir “gumbad” (Urdu dilinde kümbet) kondurulmuş ve aynı şekilde yapıya dışarıdan bir mihrap eklenmiş. Mihrap kısmının tepesindeki hilalle birlikte, yapının “bir Müslüman mabedi” izlenimi vermesi böylelikle kolaylaşmış.

Kilise Camii; birkaç katı, irili ufaklı odaları, farklı girişler ve sarmal merdivenleriyle, evet, çok amaçlı bir İslami merkez ve aynı zamanda çocuklar için harika bir saklambaç alanı. Duvarların tavana yakın kısmını baştan başa saran

Kaside-i Bürde beyitleriyle yapı manen fethedilmiş, bir muhabbet mekânına dönüşmüş.Tam da son yılların en sıcak günlerini yaşayan Londralıların Hampstead Heath’deki göle yüzmeye gittikleri günlerde, biz de Brent Camii’nde itikâfa niyet ediyoruz.

İtikâfın ilk günü bir maç

Hind alt kıtasındaki ahalinin kriket sevgisini bilirsiniz. Bu sevginin itikâf ortamında da hükmünü sürecek kadar güçlü olduğunu ilk gün anladım.
Hind alt kıtasındaki ahalinin kriket sevgisini bilirsiniz. Bu sevginin itikâf ortamında da hükmünü sürecek kadar güçlü olduğunu ilk gün anladım.

Hind alt kıtasındaki ahalinin kriket sevgisini bilirsiniz. Bu sevginin itikâf ortamında da hükmünü sürecek kadar güçlü olduğunu ilk gün anladım.

İtikâfın ilk günü, camide cemaat ellerinde tesbih, dillerinde zikir ama imam efendi dâhil akıllı telefonların etrafında ikili üçlü oturmuş, Pakistan-Hindistan arasında oynanan tarihî nitelikteki kriket maçını izliyordu. Maç sonucu ne mi oldu? Teravihten sonra pek cömert bir iş adamı olan cami derneği başkanı Hacı Sıddık mikrofonda Pakistan’ın bu büyük zaferini kutlama adına cemaate en kalitelisinden helva dağıttı, diyeyim, siz anlayın.

Kalacağım müsait bir yer gösterildi ve Türk olduğum öğrenilince, sen bizim özel misafirimizsin, diyerek buyur ettikleri her akşam kurdukları hususi iftar sofrasının böylece bayrama kadar daimi misafiri olduk. Her akşam Muhammed Yunus, Cihangir, Ferid amcalardan birinin hanımı evde yemek pişirip getiriyordu. Çipata, bol baharatlı tavuklar, biryaniler, gül aromalı fıstıklı sütler, kakuleli çaylar, mangolar, muzlar... Listeyi okuyunca, böyle itikâf mı olur, diyebilirsiniz ama benim açımdan da davete icabet etmemek olmaz, diye düşünmenizi tercih ederim.

Medineli Hafız Haris

Haris, Medineli genç bir hafız, yirmi beş yaşında. Pırıl pırıl bir tilavetle hatimli teravih namazlarını o kıldırıyor. Medine Islam Üniversitesi’nde Hanefi fıkhı üzerine yüksek lisansını tamamlamak üzere. Birkaç yıldır ramazan-ı şerif için bu camiye geliyor, teravih namazlarını kıldırıp gündüzleri de cemaate Kur’an-ı Kerim dersleri veriyor. Urduca konuşan bir cemaate Arap tavrı ile tecvid öğretmeye çalışmak... Onun işinin hiç de kolay olmadığını görebiliyorum.

Yakın bir zaman evvel İstanbul'daymış. Üstelik öğrencilik yıllarımızı geçirdiğimiz Vefa’daki öğrenci yurdunda kalmış. Emin Saraç Hocaefendi ve Suriye'den gelip İstanbul’a yerleşen âlim zatları da ziyaret etmiş.

Şimdilerde Türkiye'de akademik hayatına devam edebilmenin yollarını arıyor. Süleymaniye Kütüphanesi’nde uzman bir arkadaşı olduğunu ve el yazma eserlere sık sık başvurduğunu anlatıyor. Instagram’ından fotoğraflar gösteriyor: Hocaefendiler, Süleymaniye ve Şehzade Camii, ekranı biraz kaydırınca da Diriliş Ertuğrul ve Payitaht filmlerinden kareler. Hiç kaçırmıyorum bu dizileri diyor. İtikâfta beraber olduğumuz diğer birkaç genç arkadaşla beraber İstanbul'da buluşmak için sözleşiyoruz. Kısmet.

Her ne kadar hocaefendiler “Kadir gecesini son on günde arayın, itikâftan maksat da budur” dese de, belki dünyanın geri kalanında olduğu gibi bizim cami de 27. gece dolup taşıyor. Bu akşam teravihte son cüzü okuyor Hafız Haris, Hafız Ahmed ve Başimam Niyazi Saab (Bey, üstat manasında) birlikte. Kendilerine hediyeler takdim ediliyor sonra -dernek başkanı, sağ olsun-.

Hatm-i şerif duasının ardından, İmam Niyazi Saab'ın Urduca ve Cuma İmamı Sudanlı Şeyh Ahmed Babikir'in İngilizce sohbeti ile hep beraber tesbih namazına kalkılıyor. Namazlar bitince eller açılıyor, içli dualar, salavat-ı şerifler ve Urduca kasidelere karışan gözyaşlarıyla gece fecre kadar uzanıyor.

Abdüsselam, Tarık, Nedim ve diğerleri

Bilenler bilir, hac ve umre arkadaşlığı, hatta asker arkadaşlığı gibi itikâf arkadaşlığı da çok özel. Bir inziva gibi görülse de cemaatle kılınan beş vakit, teravih ve tesbih namazları, aynı sofrada beraber edilen iftar ve sahurlar, caminin mûtekiflere ayrılmış bir yerinde yan yana kıvrılıp uyunan uykular, ufak sohbetler, zikir ve mukabeleler, tefsir ve fıkıh dersleri, bizi birbirimize öyle ısındırıyor ki günün her vakti her bir bahaneyi fırsat bilip tekraren selamlaşıp kucaklaşıyoruz.

Brent Mosque’ta gelenek bozulmuyor, Allah’ın evine gelen misafirlere zengin bir sahur sofrası kuruluyor. Faslı bir ağabeyin yanına denk geliyorum, adı Abdüsselam. Fas’ta artık çok Türk var, iş alanları çok büyüdü, diye anlatıyor. Fas’ı gördün mü hiç deyince Fez’den, Marakeş’ten ve Merzouga çöllerinden konuşuyoruz, sabah ezanına bir şey kalmamış şuracıkta zaten.

Mısırlı Tarık abi okuduğu cüzler kadar, hizmetten de geri durmuyor, hep sofraları açıp toplayan kişi oluyor. İnsanların yüzünde ne de çok şey okunuyor. Birçok kez evlenip boşanmış. Mısırlı, İngiliz, Rus, sonra bir Litvanyalı ile evlenmiş. Kadınlardan yana pek mutlu görünmüyor. Hepsi aynıymış, onları mutlu etmek imkânsızmış. “Biz erkekler kadınları mutlu edemeyiz, ancak mutlu edecek şeyler sunabiliriz, bunu onlar öğrenmeliler” diyor. İtikâfa girmeden evvel yine boşanmış.

Sağıma denk gelen Nedim, kırklı yaşlarında, İngiltere’de doğup büyüyen ilk nesilden. Yaptığı işten anladığım, bir nevi tefecilik (inşallah yanlış anlamışımdır). Henüz bu işten bir şey kazanmış değil, ama milyonlardan bahsediyor. Beraber büyüdüğü okul arkadaşı bir kızla evlenmiş. “Evliliğin ilk yılında her şeyi anlıyorsun” diyor, “bambaşka bir gerçeklikmiş.” Ayrılmışlar. Bir kızları varmış bu evlilikten, annesi kızını göstermek istemiyormuş babasına. Sonrasında irtibatı tamamıyla kopartmış. Hiç haber yokmuş. Şimdi ikinci evliliğinden iki çocuğu var.

Üçüncüyü bekliyoruz inşallah, üç iyidir” diyor. Tarık’la evlilik meselesi açılınca birbirlerine kadınlardan yana şikâyet ediyorlar. “Hatamız onları mutlu edebileceğimize inanmak” diyorlar.

Muhammed Yunus amca yetmişlerinde, buraların eski kabadayılarından gibi görünüyor. Bir elini makineye kaptırmış. 15 yaşında gelmiş çalışmaya Keşmir’den, işte o zamandır burada. Geçen ay İstanbul’daymış o da. Londra'da uzun yıllar tekstil işiyle uğraşmış ve iş adamı Remzi Gür’ün Boğaz’a bakan evine misafir olmuşlar. Remzi beyi Londra'daki Müslüman cemaat içinde tanıyan çok. Önce Kosova'ya sonra İstanbul’a gitmişler birkaç ihtiyar olarak. Benim itikâf için kullandığım bölmeye sürpriz bir ziyaret yapıp telefonundan tek tek fotoğraflar gösteriyor. Altı ay Pakistan’da bir eşi ve dört çocuğuyla, altı ay da Londra'da diğer eşi ve dört çocuğuyla ve artık torunlarıyla vakit geçiriyor.

Ben aslında siyasetçiyim deyip, miting meydanlarından videolar açıyor. Bir dönem içeri almışlar. Pakistan'ın Bosna Savaşı’nda ve Kıbrıs Harekâtı’ndaki karşılıksız desteklerini anlatıyor. Soranlara beni, “yeğenim” diye tanıtıyor bir süre sonra. Her namaz vakti yokluyor şöyle. Elinde binlik tesbih, tek elinin parmaklarıyla zikrine devam ediyor.

Pakistanlı yoğun bir cami demiştik; Somali, Sudan ve Afganistan asıllı mahalleli cemaat da gelip gidiyor. Fakat neredeyse hiç Türk cemaat olmadığı için beni gören yanıma yaklaşıyor ve İstanbul’dan deyince halka oluşuyor ve başlıyorlar hevesle anlatmaya: "Geçen Ramazan oradaydım, Eyyüb el-Ensari, Fatih Camii, çocuklarım balayına oraya gidiyorlar, Allah Erdoğan'ı korusun, Pakistan-Türkiye kardeş ülke biliyorsun...”

Bilenler bilir, hac ve umre arkadaşlığı, hatta asker arkadaşlığı gibi itikâf arkadaşlığı da çok özel. Bir inziva gibi görülse de cemaatle kılınan beş vakit, teravih ve tesbih namazları, aynı sofrada beraber edilen iftar ve sahurlar, caminin mûtekiflere ayrılmış bir yerinde yan yana kıvrılıp uyunan uykular, ufak sohbetler, zikir ve mukabeleler, tefsir ve fıkıh dersleri, bizi birbirimize öyle ısındırıyor ki günün her vakti her bir bahaneyi fırsat bilip tekraren selamlaşıp kucaklaşıyoruz.

Alvida, alvida...

Vakti, mekânı ve insanı birlikte dost edindiğimiz ramazanda, bir yanımızda bayram sevinci, diğer yanımızda ayrılık hüznü var şimdi. Cuma namazı öncesi Urduca “Elveda Ramazan” kasidesini dinliyoruz yanık sesiyle Beşaret Saab’tan:

  • Kalb-i Aşık He Ab Para Para
  • Alvida Alvida Mah-e Ramzan
  • Jub Guzar Jayenge Mah Giyara,
  • Teri Aamad Ka Aamad ka Pir Şor Hoga,
  • Kiya Meri Zindagi Ka Bharosa,
  • Alvida Alvida Mah-e-Ramzan
  • Âşıkların kalbi pare pare oldu
  • Elveda, elveda şehr-i ramazan
  • On bir aylar geçtiğinde,
  • Senin tekrar gelişin haykırılacak sevinçle,
  • Ama kim bilir kalır mıyız yoksa göçer miyiz biz, o vakte
  • Elveda ey şehr-i ramazan elveda.

Gözyaşları ve hıçkırıklar bu satırlardan öteye geçmeye müsaade etmiyor. Yalnızca elveda ediyoruz, Elveda mah-e ramzan.

Tüm mûutekifler, son iftar sofrasında İmam Niyazi Saab’la birlikte dualar edip, vedalaşıyoruz. Çekilen selfieler, kurulan WhatsApp grupları hatıra kalıyor. Sabah bayram namazı için aynı camiye geldiğimizde bambaşka bir zaman ve mekân içindeyiz.

Kalplerimizi birbirine ısındıran ve bizi kardeş kılan Allah, yeni bir ramazana hikmet ve afiyetle ulaştırsın duası ile vedalaşıyoruz.

Eid mubarak!