Bir sahne olarak köy/bir performans olarak köylülük

​Bir sahne olarak köy/bir performans olarak köylülük
​Bir sahne olarak köy/bir performans olarak köylülük

Altınköy Açık Hava Köy Müzesi

Ankara Altındağ Belediyesi, 100 yıl öncesinin köy hayatını bu köy park projesiyle Ankaralıların ayağına getirmiş. 1930’lardan, 40’lardan, 50’lilerden Anadolu’nun bir köyünde olan ve hatta olmayan ne varsa bu köyde var, diyor belediye.
Ankara Altındağ Belediyesi, 100 yıl öncesinin köy hayatını bu köy park projesiyle Ankaralıların ayağına getirmiş. 1930’lardan, 40’lardan, 50’lilerden Anadolu’nun bir köyünde olan ve hatta olmayan ne varsa bu köyde var, diyor belediye.

Organik ürünler, köy konseptli tatiller, köy kahvaltıları… Konforlu bir hayata sıkışıp kalmış kent insanının pastoral dürtülerini teskin ettiği, konforlu hayatının içine dâhil ettiği, sanki “doğal bir hayat”ı az önce bırakmış gibi hissettiği kaçamak noktaları… Peki ya şehrin ortasında köy hasreti çekenler, şehrin ortasında köyü “deneyimlemek” isteyenler ne yapmalı?

2015 yılında ziyarete açılanAnkara Altınköy Açık Hava Köy Müzesi buna bir seçenek olarak beliriyor. Müze, “Haydi Köyümüze Geri Dönelim” sloganı ile ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Ankara Altındağ Belediyesi, 100 yıl öncesinin köy hayatını bu köy park projesiyle Ankaralıların ayağına getirmiş. 1930’lardan, 40’lardan, 50’lilerden Anadolu’nun bir köyünde olan ve hatta olmayan ne varsa bu köyde var, diyor belediye. (Olmayan kısmı oldukça önemli.)

Köyün bir kapısı, camisi, kahvesi, ilkokulu, çamaşırhanesi, fırını, camisi, değirmenleri, atölyeleri, konakları, köy odası, muhtarlığı, oyuncak müzesi, etnografya müzesi ve bir de asma köprüsü bulunuyor.
Köyün bir kapısı, camisi, kahvesi, ilkokulu, çamaşırhanesi, fırını, camisi, değirmenleri, atölyeleri, konakları, köy odası, muhtarlığı, oyuncak müzesi, etnografya müzesi ve bir de asma köprüsü bulunuyor.

Köyün bir kapısı, camisi, kahvesi, ilkokulu, çamaşırhanesi, fırını, camisi, değirmenleri, atölyeleri, konakları, köy odası, muhtarlığı, oyuncak müzesi, etnografya müzesi ve bir de asma köprüsü bulunuyor. Köyde aynı zamanda koyunlar, kuzular, inekler, atlar, eşekler, köpekler, kediler, kuşlar, ceylanlar, geyikler, arılar, horozlar, tavuklar, ördekler var. Buğday tarlası, bostanı, meyve ağaçları, ahırları, kümesleri, at arabaları köydeki yerini almış. Aynı zamanda köyde süt, yoğurt, tereyağı, peynir, yumurta, un, ekmek, domates, salatalık, kara lahana, marul, roka, semizotu, roka, ıspanak, patlıcan, kabak, fasulye üretiliyor.

Bunların yanı sıra köyde tam zamanlı mesai yapan ve nalbantı, kalaycıyı, dokumacıyı, demirciyi, değirmenciyi, köy bekçisini, köy muhtarını, kahveciyi, bakkalı, seyisi, köy erkeklerini ve kadınlarını oynayan çalışanlar var. Köyde bulunan evler Karabük ve Kastamonu orman köylerinden satın alınıp, sökülerek getirilmiş. Altınköy doğal hayatı servis ederken bütünüyle kurgusal olmasıyla ayrı bir yerde duruyor. Üstelik tamamen şehirden ayrık değil. Gökdelenlerin ortasında bulunuyor. Yani aslında bu konumu, nelere sahip ve nereli olduğunu, yalnızca turistik ihtiyaçlarını karşılamak için orada bulunduğunu durmaksızın hatırlatıyor ziyaretçilere.

Hâlihazırda Ankara ve çevresinde bir kurguya veya senaryoya bağlı olmaksızın yaşayan, nefes alan köyler varken, neden yapay, bütünüyle kurgu, mesai saatleri ile sınırlandırılmış bir köye ihtiyaç duyulur? Bugünün yaşayan köyleri ilgi çekmezken, yüz yıl öncesine ait bir köy hayatından kesitler sunduğunu iddia eden tamamıyla kurgulanmış, eklektik, anakronik bir köy tasavvuru neden cezbeder şehirlileri? Köyde köylüyü oynayanlar, mesai bitiminde hangi kimliği yaşarlar? Şehrin içinde bir park yeri görünümünde ve düğün fotoğraflarının arka fonu olarak kullanılan bu köyü yalnızca bir müze olarak görebilmek mümkün müdür? İşte tüm bu sorulardan hareketle pratikte yaşama değerini yitiren ve fakat teorikte yeni kurgularla yeni senaryolarla “yapaylık içinde doğallık” sloganıyla beslenen köy tahayyülünü ve bir “sahne değeri olarak köyü ve bir performans olarak köylülüğü” distopik kurgularla tartışma alanına açmak istiyorum.

Canlı tarih müzesi figüranlığı: Pastoralya

George Saunders’ın Pastoralya kitabında yer alan Pastoralya öyküsü yapaylık içinde doğallık önermesini en kuvvetli savunan distopyalardan biri
George Saunders’ın Pastoralya kitabında yer alan Pastoralya öyküsü yapaylık içinde doğallık önermesini en kuvvetli savunan distopyalardan biri

George Saunders’ın Pastoralya kitabında yer alan Pastoralya öyküsü yapaylık içinde doğallık önermesini en kuvvetli savunan distopyalardan biri. Öykü, tarihi yeniden fakat kurgusal bir zeminde oynamayı imliyor.

Bir canlı tarih müzesinde neandertal kadın ve erkeği “oynayan” anlatıcı ve Janet, bu müzenin bir parçası olan sergideki bir mağarada yaşarlar. Mesai saatleri içerisinde, birbirleriyle anlamsız sesler çıkararak konuşmaları ya da homurdanarak kavga etmeleri, yerden böcek topluyormuş ve topladıkları böcekleri ağızlarına atıyormuş gibi yapmaları gerekir. Erkek, mesai saatlerini yan kovuğa her gün onlar için bırakılan keçiyi sanki avlamış gibi yaparak derisini çakmaktaşı ile yüzerek veya mağaranın duvarına resimyazı çizerek ya da “rol icabı” homurdanıp kadınla kavga ederek geçirir. Janet ise zaman zaman erkeğe uyum sağlayıp dokumacılık, ateş yakmak, böcek yemek, kavga etmek gibi sorumluluklarını yerine getirse de çoğu zaman oyunun dışına çıkmakta, gerçek ile rolü birbirine karıştırmaktadır.

Mesai saatleri içerisinde birbirleriyle İngilizce konuşmaları ve gündelik hayat meşguliyetleriyle uğraşmaları “yasak” olduğu hâlde, Janet İngilizce konuşur, zaman zaman gözlüğünü takıp bulmaca çözer. Hatta başını içeri uzatan ziyaretçiler onlara bir soru sorduğunda bağırarak mağarada saklanmaları gerektiği hâlde Janet onlara da İngilizce cevap verir.

Anlatıcı bu duruma içerlese ve Janet’ı eleştirse de her gün akşam fakslamak zorunda olduğu Günlük İş Arkadaşı Performans Değerlendirme Formunda Janet için olumsuz bir şey söylemez, her şeyin yolunda, normal seyrinde olduğunu anlatır. Zira tıpkı kendisi gibi Janet’ın da bakmakla yükümlü olduğu bir ailesi vardır ve bu iş belki de tek şanslarıdır.

Saunders’ın Pastoralya öyküsü “canlı tarih müzesi figüranlığı” iş kolunun ortaya çıkışını distopik bir hicivle anlatıyor. İçinde bulunan hayvanların, sürülerin dahi kurmalı, yapay olduğu bir gelecek tasavvuru sunuyor. Bugün Altınköy Açık Hava Köy Müzesi’ni düşündüğümüzde bu gelecek tasavvuruna uzak olmadığımız ve hatta birkaç adım gerisinde olduğumuz aşikâr. Pastoral meraklarımızın bir müze konforunda giderileceği bir geleceği düşünmek artık çok da abes olmasa gerek.

Köy parkları ve android köylüler: Westworld

1973 yılında çekilen bir filmin yeniden uyarlaması olan Westworld (2016) etiği, psikolojisi, felsefesi, gelecek tasavvuru ile çokça konuşulmuş, tartışılmış bir dizi.
1973 yılında çekilen bir filmin yeniden uyarlaması olan Westworld (2016) etiği, psikolojisi, felsefesi, gelecek tasavvuru ile çokça konuşulmuş, tartışılmış bir dizi.

1973 yılında çekilen bir filmin yeniden uyarlaması olan Westworld (2016) etiği, psikolojisi, felsefesi, gelecek tasavvuru ile çokça konuşulmuş, tartışılmış bir dizi. Bir Vahşi Batı kasabasını, canı sıkılan zenginlerin kelimenin gerçek manasıyla “sınırsızca” deneyimlemesine olanak sağlayan, hazların etiğin önüne geçtiği, insan görünümlü, duyguları ve replikleri programlanmış, belirli bir senaryoya bağlı olarak oynayan ve oynadıklarından habersiz olan androidlerin olduğu fütüristik bir tema parkı tahayyülü sunuyor dizi.

Westworld zengin tatilciler yani “misafirler” ile kendi kurgudan ibaret hayatlarından bihaber her gün aynı senaryoyu oynayan android “ev sahipleri” ve bu parkın kurucuları, hazırlayıcıları arasındaki gerilim üzerine inşa edilmiş. Fütüristik tema parkları karamsar bir gelecek tahayyülü sunsa da bugün var olan kurgusal, tematik açık hava köy müzesini yani “köy parkı” düşünerek, “Gelecekte bizi insanların pastoral veya vahşi arzularını törpülemek için her şeyiyle kurgu, tasarlanmış köy parkları ve bu köy parkların içinde bir senaryoyu oynayan robot köylüler mi bekliyor?” sorusunu akla getirmemek mümkün değil.

Kim bilir gelecekte “köy”, yalnız turistik meraklar, pastoral ihtiyaçlarımızla bir müzede, bir parkta, bir simülasyonun içinde görebileceğimiz, yaşam koşullarını distopik kurgularla deneyimleyebileceğimiz bir “yer” belki de bir “şey” olur…