Bunu sana yazdıran da kim?!

Bunu  sana  yazdıran  da  kim?!
Bunu sana yazdıran da kim?!

Pek çoğumuz için kitapların giriş ve önsöz kısımları okunmadan geçilen bölümlerdir. Buralarda genellikle kitabın içerik taslağı, izlen en metodolojik süreç, kısa bir özet, çeviri ise mütercimin özellikle belirtmek istediği hususlar ve çeşitli teşekkür takdimleri yer alır. Kitapları en ince ayrıntısına kadar okumayı şiar edinmiş mütâli’ler için ise içerik kadar bu kısımlar da oldukça önemlidir. Ama kitapların çoğunda öyle bir sayfa vardır ki o sayfa tam da kimse kaçırmasın diye ayrı bir varak hâlinde ve birkaç kısa cümle ile ifade edilmiş veciz bir ifade barındırır.

Bernard Lewis Bir Orta Doğu Tarihçisinin Notları kitabını, 80 yaşında tanıyıp aşkı keşfettiğini söylediği, “varlığı ve iştiraki olmasaydı hayatımın bu son ve en iyi kısmı yaşanmazdı” dediği Buntzie Ellis Churchill’e ithaf ediyor.
Bernard Lewis Bir Orta Doğu Tarihçisinin Notları kitabını, 80 yaşında tanıyıp aşkı keşfettiğini söylediği, “varlığı ve iştiraki olmasaydı hayatımın bu son ve en iyi kısmı yaşanmazdı” dediği Buntzie Ellis Churchill’e ithaf ediyor.

Kitabın baş kısmında yer alan ve eserin kime hediye edildiğini belirtip hususi bir önemle ayrılan bu sayfalar beni her zaman heyecanlandırmıştır. Bu kısım kitabın ithaf kısmıdır ve kelime, köken itibariyle “hediye etmek” manasını taşır. Bu öyle teşekkür takdimlerine de benzemez. Özeldir; yazanın okuyucu ile paylaştığı ilk mahremidir. Çünkü her ithaf ayrı bir yaşanmışlık barındırır içinde. Hikâye içinde hikâye, kitap içinde kitap, sır içinde sırdır anlayacağınız.

İlk örneğe İslam’ın ilk dönemlerinden başlayalım; Hz. Muhammed’in ilim meclisinde yer alan şair Ka’b b. Züheyr içeriğinde çeşitli hastalıklara şifa niyetine dualara yer verdiği Kaside-i Bürde adlı eserini Hz. Muhammed’e ithaf etmiştir. Buna karşılık Peygamberimizin, Züheyr’e hırkasını hediye ettiği rivayet edilmektedir.

Bernard Lewis Bir Orta Doğu Tarihçisinin Notları kitabını, 80 yaşında tanıyıp aşkı keşfettiğini söylediği, “varlığı ve iştiraki olmasaydı hayatımın bu son ve en iyi kısmı yaşanmazdı” dediği Buntzie Ellis Churchill’e ithaf ediyor. Kitap bir otobiyografi hüviyetinde fakat akademik ağırlığı her satırda hissedilen bu “ciddi” kitabın bir aşk’a hediye edilmesi de insanı şaşırtmıyor değil…

İranlı yazar Mustafa Mestur’un Mümkün Olanın En İyisikitabında yaptığı bir ithaf denemesi beni etkileyen derin bir anlatının özeti mahiyetinde.

Mustafa Mestur
Mustafa Mestur

Mestur genç yaşta kaybettiği ve acısını her daim hissettiği üç arkadaşı Esi, Resul ve Aydi’ye ithaf etme düşüncesindeyken şu ifadeleri kullanıyor: “Bu davranışın altında yatan incitici, aptalca bir kibir yüzünden vazgeçtim. Zaten hikâye ithaf etmenin, onların ölümleri karşısında, benim hayatta kalışımla övünç duymam sayılabileceğini de fark ettim.” “Ölmeden önce ölünüz!” hakikatini ruhuna işlemiş rikkatli bir kalp sahibi işte.

Aristoteles’in oğullarından biri olan Nikomakhos’a ithafen kaleme aldığı Nikomakhos’a Etik eseri ise bu geleneğin izlerini Antik Yunan dönemine kadar sürmeyi mümkün kılıyor. Bugün hâlâ kaynak eser olarak dünyanın her yerinde okunan bu kitap, içinde pedagojik metodolojiye de dayanan ahlaki öğütler barındırmaktadır.

  • Eğitim sürecinde hocaların iyiliği kadar onlara layık talebelerin de bulunması ilmin neşv ü neması için ehemmiyetlidir. Sanıyorum bu konuda nasipli olan Lübnanlı yazar Wael B. Hallaq İslam Hukukuna Giriş kitabının ithaf sayfasında tek kelime ile ifade etmiş bunu: “Öğrencilerime…
  • Aslına bakarsanız şairlerin şaire naziresi meşhur olduğu kadar ithafları da meşhurdur. Alçak Sesler ve Divaneceşiir kitabını Cahit KoytakDünya-ahret kardeşim, yol arkadaşım, şair, mütefekkir” diye tanımladığı Metin Önal Mengüşoğlu’na hediye etmiştir.

Firdevsî, 10. yüzyılda 60 bin beyitlik Fars destanı Şehnâme’yi vücuda getirmiştir. Şehnâme, o devir İran hükümdarı, Gazneli Mahmud’a sunulmuştur. Bu tarz âli makamlara eser takdimi Batı’da da görülmektedir. Örneğin Shakespeare gibi büyük yazarlar bile şiirlerini kraliçelere, kontlara, baronlara adamıştır. Onun Venüs ile Adonis isimli eseri Southampon Kontu’na bir hediyedir.

13. yüzyılın büyük ilim insanlarından biri olan Nasîruddin Tûsî’nin bir ahlak kitabı olarak yazdığı Ahlâk-ı Nâsırî Kûhistan valisi Nâsiruddîn’e atfedilmiştir. Başlık da bu ithafa uygun olarak şekillenmiştir.

  • Kınalızâde Ali Çelebi tarafından kaleme alınan Ahlâk-ı Alâ’î adlı eser, müellifin 1563 tarihinde kadı olarak geldiği Şam’da yazılmıştır. Eser, Vezir Semiz Ali Paşa’ya takdim edilmiştir. Bu yüzden başlığı ince bir terkip içerir; “Alâ’î” kelimesi hem müellifin kendi adını hem de ithaf edilenin ismini barındırmaktadır.

Stefan Zweig; Balzac, Dickens ve Dostoyevski’yi anlattığı Üç Büyük Ustakitabını “aydınlık ve karanlık yıllardaki sarsılmaz dostluğu için Romain Rolland’a” ithaf ediyor. Bu özel ve manevi ilişkinin boyutu okuyucu için mahrem ama yazarın kalbini bir şekilde açıp hediye takdimini okuyucusu ile paylaştığı bu ismi bilebilmek gayet değerli geliyor bana.

  • Yeni kaybettiğimiz merhum Mehmed Niyazibir yazısında yakın dostunun vefat haberini aldığındaki duygularını şöyle ifade ediyor: “O gece ne havanın karardığını fark edebildim ne de etrafımdaki insanların kaybolduğunu. Kendimden geçmiş hâlde gece yarısına kadar oturup kaldım.” İşte Varolmak Kavgasıeserini de bu kadim dostuna ithaf ediyor; hem de öyle bir duayla ediyor ki: “Ahmed Yücel, günahların benim olsun aziz kardeşim.

Orhan Pamuk, hayatını ve kendi dönemini tasvir ettiği İstanbul: Hatıralar ve Şehir kitabını tam da içeriğine uygun düşecek biçimde “Babam Gündüz Pamuk için” diyerek taçlandırıyor.

Naif bir tefekkürün izdüşümünü her satırında gözümüze ve gönlümüze iliştiren Gökhan Özcan’ın Gözağrısıkitabı belki de takdim edilecek en değerlimize sunulmuş: “bana insan olmaya dair nice güzellikler bırakan rahmetli anneme…

Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir kitabını, “her adımı millî hayatın ve tarihin bir köşesini aydınlatan” diye ifade ettiği Yahya Kemal Beyatlı’ya ithaf ediyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir kitabını, “her adımı millî hayatın ve tarihin bir köşesini aydınlatan” diye ifade ettiği Yahya Kemal Beyatlı’ya ithaf ediyor.

Ahmet Hamdi TanpınarBeş Şehir kitabını, “her adımı millî hayatın ve tarihin bir köşesini aydınlatan” diye ifade ettiği Yahya Kemal Beyatlıya ithaf ediyor.

Aslında ithaflar yalnızca kişi/kişileri kapsamamaktadır. Daha marjinal sayılabilecek başka örnekler de mevcuttur. Bir edebiyat eseri, çoğunlukla bir kişiye ithaf edilir. Fakat bir ülkü etrafında birleşmiş insanlara, bir topluluğa, bir coğrafyaya, aynı mesleği paylaşan insan gruplarına ve nihayetinde bir ulusa ithaf edilen eserler de vardır. Burada hepimizin aklına gelen Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı “İstiklal Marşı”mızın, “Kahraman Ordumuza” ithaf edildiğidir.

Kadri Öztopçu’nun Yanlış Hikâyeler kitabından: “Hikâyeler yazdım. Yazdıktan sonra fark ettim: Hepsi Yanlış! Hikâyesi Yanlış Olanlara Adıyorum.”

Karl Marx-Friedrich Engels’in ortak hazırladığı ve birden fazla dilde basımın önsözünü barındıran Komünist Manifesto şu sözlerle itmama erer: “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” Bu çağrı özünde bir tebliğ olsa da ithafın evrensel örneklerinden biri sayılır.

  • Aditi Khorana The Library of Fates isimli eserini “Daha iyi bir dünya ve her gün için mücadele edenler, bu kitap sizin içindir” diyerek âdeta insanlığa bir hediye sunuyor.

Halide Edip Adıvar, 1922 yılında yayımladığı ve Millî Mücadele sürecinin anlatıldığı Ateşten Gömlekromanını “Sakarya ordusuna” ithaf etmiştir.

  • Âsım Cüneyd Köksal’ın İlim Semasında Bir Yıldızbaşlığıyla kaleme aldığı ve dedesi İslâm âlimi Mustafa Âsım Köksal’ı anlattığı eser, bir torunun dedesine gönderebileceği en güzel bir rahmet duasıdır. Buna benzer bir misali de Arap dünyasından verelim; Merhum Allâme Ali Tantâvi’nin ömrü vefa etmediğinden torunu Mucahid Me’mun Diraniye dedesinin çalışma notlarını toparlayarak “Kültür ve Edebiyat” başlıklı kitaplar silsilesini yayımlar. Amel defterlerinin açık olması ne demektir; işte o zaman anlarız biz de bilmüşahede.

Yine bir başka örneği Cumhuriyet İdeolojisinin Nakşibendîlik Tasavvuru ismiyle Fatih Şeker tarafından yayımlanan eserde görmek mümkündür: “Bu incelemeyi; mahviyetkârlığına ve Dedem Korkut’u hatırlatan çehresine kurban olduğum rahmetli dedem Mustafa Çavuş’a ithâf ediyorum.”

İbn Cinnî’nin muhteva itibariyle en önemli eserlerinden biri olan el-Hasâ’is, Büveyhî sultanı Bahâüddevle’ye (ö.1012) ithaf edilmiştir. Arapçasından tercüme ile kitabın girişinde şu ifade yer alır: “Dinin nuru, milletin koruyucusu, devletin kurtarıcısı muzaffer Kral Hazretlerini korusun. Ömrünü uzun, iktidarını ve zaferlerini daim eylesin.”

Uzun yıllarını kitaplar ile hemhâl geçiren kıymetli yazar Ali BirinciTarihin Kara Kitabı adını verdiği eserini, üstadım diye nitelendirdiği Encümend Kuran’a ithaf ederek şu sözlerle dua etmektedir: “Aziz hatırasına, Hacettepe Üniversitesi tarih bölümü seminer odası sohbetlerinin tahassürü içinde, Hak’tan rahmet ve mağfiret niyazıyla”. İnsanın böyle bir dostluğa gıpta etmemesi mümkün mü?

Ünlü İskoç tarihçisi Sir Tom DevineThe Scottish Nation adlı kitabını 21 yaşında kaybettiği oğluna ithaf ediyor. Ölüm ve hayat arasında çizginin ne kadar da belirsiz olduğunu düşünüyorum okuduğum o ilk anda…

  • Antoine de Saint-Exupéry
  • Antoine de Saint-Exupéry efsane eseri Küçük Prensi, “Bu kitabı, koskoca bir adama adadığım için küçüklerden beni bağışlamalarını dilerim. Ama önemli bir özürüm var: Şimdiye kadar bu adamdan daha iyi bir başka dostum olmadı. ‘Çocukluk günlerindeki Léon Werth için’” sözleriyle başlatır.

Üniversite eğitimine devam eden öğrencilerinin kitap masraflarını karşılayan hocasına bu imkândan faydalanan bir öğrencisi Bugüne Dek Yaşamış Herkesin Kısa Bir Tarihi kitabının başında, “Yıllar önce verilen 55 penny’e karşılık olarak bu kitabı Steve Jones’a ithaf ediyorum” yazmaktadır.

Fast Times in Palestine adıyla bizleri Filistin dünyasına davet eden Pamela J. Olson kitabını “Jayyous’un insanlarına” adıyor. Bazen düşünürüm; bazı cümleler kaç acı gömerler harflerine…

Terry EagletonThe Idea of Culture kitabını çok aşina olduğumuz bir isme ithaf ediyor, “Edward Said’e”.
Terry EagletonThe Idea of Culture kitabını çok aşina olduğumuz bir isme ithaf ediyor, “Edward Said’e”.

Terry EagletonThe Idea of Culture kitabını çok aşina olduğumuz bir isme ithaf ediyor, “Edward Said’e”.

Heidegger Varlık ve Zaman adlı kült eserini hem hocası hem de yakın arkadaşı olan “Edmund Husserl’e” ithaf ediyor. Bugünün ilim insanlarına ne güzel bir örnek…

Selçuk Şirin Bir Türkiye Hayalikitabını babasına ithaf etmesinin ardından şu cümlelere yer veriyor: “Bir Türkiye hayalinin peşine düşüp ıssız dağ başlarında mucizeler yaratan tüm köy öğretmenlerine…

Peyami SafaDokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu Nazım Hikmet’e ithaf etmektedir. Yazarın yazara olan ithafları hem bir hediye hem bir takdir hem de bir hayranlık göstergesidir. Buna bir örnek daha vardır; ilk psikolojik roman olarak Türk tarihine geçen Mehmet Rauf’un Eylül isimli romanı yine tanıdık bir isme adanıyor: “Halit Ziya’ya -İlk eserim son üstadıma…-”

Voltaire, hoşgörü üzerine yazdığı bir kitapta kendine şöyle seslenir: “Hoşgörüyü anlattığım bu kitabı senden başka kime adayabilirdim ki Voltaire!” Kim kendi elleriyle yazdığı bir eseri kendine hediye etmeyi garipseyebilir ki değil mi? Bunu kendinden daha fazla kim hak ediyor olabilirdi? Öyle değil mi?

Bir şekilde gelenek hâline gelmiş bu ritüeli tarihin çeşitli dönemlerinde ve çeşitli coğrafyalarında yani yazının/kitabın bir şekilde var olduğu her yerde görmek mümkün.

Ahlaki, siyasi, tasavvufi, dinî, felsefi, edebî, tarihî vs. temaları ile manzum/mensur olmak üzere çeşitli şekillerde kaleme alınan koca bir külliyat var karşımızda. Her biri farklı amaçlar etrafında yazılmış olsa da ithaflar bana tek bir şeyi hatırlatıyor; yazı sonsuzluğa duyulan özlemin dünyadaki izdüşümüdür.

Sonsuzluğa heves eden insanoğlu kalıcı bir eser meydana getirirken “en sevdikleri” de kendi isimleri ile yan yana anılsın, o seyr ü süluk birlikte yürünsün isterler. İşte karşılıksız verilen her hediye, öznenin ontolojik algısının ulvi bir parçası olma hüviyetindedir. İthaf ise bunun somut bir örneğidir.

Yazımı William Hagorth’un sözleriyle itmama erdiriyorum:

  • “Bir kibir belirtisi olarak algılanabilir korkusuyla hiçbir prense ithaf edilmemiştir. Küstahça olduğu düşünülebilir korkusuyla hiçbir nitelikli insana ithaf edilmemiştir. Gösteriş olduğu düşünülebilir korkusuyla hiçbir öğretim grubuna ya da üniversiteye ithaf edilmemiştir. Diğerini rencide etmemek adına hiçbir özel dosta ithaf edilmemiştir. Yani kimseye ithaf edilmemiştir, ancak hiç kimsenin herkes olduğu varsayılabilir. Zira herkes çoğunlukla hiç kimse olarak anılır. Bu durumda bu eser herkese bir ithaftır.”

Bu yazı da madem tüm okuyucularına hediye olsun. Sonda ithaf olur mu? Neden olmasın…