Enis Tahsin Til’in hatıraları eşliğinde Beyoğlu’na çıkmak

Enis Tahsin, yazısının satır aralarında dönemin edebiyatçılarını, tiyatrocularını ve gazetecilerini de anmış, Beyoğlu’nun mekânları eşliğinde onlarla ilgili hatıralarını ve gözlemlerini de okurla paylaşmıştır.
Enis Tahsin, yazısının satır aralarında dönemin edebiyatçılarını, tiyatrocularını ve gazetecilerini de anmış, Beyoğlu’nun mekânları eşliğinde onlarla ilgili hatıralarını ve gözlemlerini de okurla paylaşmıştır.

Enis Tahsin Til, Akşam gazetesinde yayımlanan yazısında Beyoğlu’na çıkmanın usullerini ve adaplarını ele alarak dönemin sosyal hayatı ile ilgili enteresan ayrıntılar verir. Yazının ilerleyen kısımlarında Beyoğlu’ndan enstantaneler eşliğinde dönemin ünlü eğlence mekânları tanıtılır. Bu mekânların bazıları aynı zamanda edebiyatçılara ev sahipliği yapmış, birer edebiyat mahfiline dönüşmüştür. Enis Tahsin, yazısının satır aralarında dönemin edebiyatçılarını, tiyatrocularını ve gazetecilerini de anmış, Beyoğlu’nun mekânları eşliğinde onlarla ilgili hatıralarını ve gözlemlerini de okurla paylaşmıştır.

Bugün ismi çok az kişi tarafından hatırlansa da Enis Tahsin Til (1889-1964), yazılarıyla gazete sütunlarını süsleyen, bir dönem Bâbıâli Yokuşu’nda rüzgâr gibi esen, basın dünyamızın önemli simalarından biridir. Hayatı hakkında çok az bilgi bulunan Enis Tahsin Til,1 1889 yılında Selanik’te Hasan Tahsin Bey ile Refia Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. İstanbul’da Hukuk Mektebi’nde eğitim gören yazar, henüz üniversite öğrencisiyken II. Meşrutiyet’in coşkulu günlerinde gazeteciliğe adım atar. Ahmet Cevdet Bey’in çıkardığı İkdam gazetesinde muhbir olarak çalışmaya başlayan Enis Tahsin; ilerleyen yıllarda Sabah, Vakit, Akşam, Cumhuriyet, Son Posta ve Vatan gibi dönemin önemli gazetelerinde yazı işleri müdürü, yazar, muhabir, istihbarat şefi, sayfa sekreteri gibi çeşitli görevlerde çalışmıştır.

Reşit Halil Gönç, Bâbıâli’nin Hatıra Defteri adlı çalışmasında2 Enis Tahsin’in “kendi hâlinde” ve “çelebi” bir kişiliğe sahip olduğunu, arı dil ile yazımın öncülerinden biri olarak tanındığını ve şöhretli gazetecilerden biri olarak yaşamını tükettiğini yazar.

1952-1954 yılları arasında Gazetecilik Enstitüsü’nde dersler veren Til, Gazeteciler Cemiyeti’nin kuruluşuna da öncülük etmiştir. Enis Tahsin, 10 Nisan 1964 tarihinde İstanbul’da vefat etmiş ve Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir.

Mahmud Sadık.
Mahmud Sadık.

Enis Tahsin Til, 1949-1950 yılları arasında Akşam gazetesinde “Gazeteler ve Gazeteciler” adıyla bir yazı dizisi yayımlamıştır. Yazarı edebiyat tarihimizde önemli kılan da bu yazı dizisidir. Yakın zamanda İbrahim Şahin tarafından kitaplaştırılan Gazeteler ve Gazeteciler, Türk basın tarihi açısından son derece önemli bilgiler içermektedir. Mihran Efendi, Ahmet Cevdet Bey, Mahmut Sadık, Diran Kelekyan, Ahmet Rasim, Abdullah Zühtü, İsmail Müştak, Celal Nuri İleri, Fazlı Necip, Yunus Nadi, Velid Ebüzziya, Ahmet Refik gibi matbuat hayatımızın çok önemli isimlerinin ele alındığı çalışma; ele alınan isimler ve değerlendirilen gazeteler bakımından Bâbıâli matbuatı üzerine yazılmış muhtasar bir basın tarihi olarak okunabilir. Yer yer yazarının hatıralarını da içeren bu kitabın dışında Enis Tahsin Til’in pek çok yazısı derlenmemiş ve kitaplaşmamıştır.

Aşağıda dikkatlere sunduğumuz yazı da Enis Tahsin Til’in gazetelerin tozlu sayfalarında kalmış önemli metinlerinden biridir. “Gazeteler ve Gazeteciler” adlı meşhur yazı dizisine başlanmadan kaleme alınan ve 28 Aralık 1948 tarihinde Akşam gazetesinde yayımlanan ilgili yazıda Enis Tahsin, günümüzde de popülerliğini koruyan bir mekâna, Beyoğlu’na odaklanır.

Şüphesiz ki Beyoğlu, bugün olduğu gibi geçmişte de İstanbul’un en önemli ilçelerinden biri olarak karşımıza çıkar. Çok canlı bir sosyal ve kültürel hayata sahne olan Beyoğlu’nun zaman içinde sembolik bir değer kazandığı ve Doğu kültürüne karşı Batı’yı simgelediği görülür. Bu minvalde Beyoğlu, arayışlar peşinde koşan modern Türk şair, yazar ve gazetecilerinin de gezip dolaştıkları, zaman geçirdikleri ve müşahedelerini eserlerine yansıttıkları geniş mekânların başında gelir. “Beyoğlu’na çıkmak” tabiri dahi anılan geniş mekânın sosyal hayatımızdaki ağırlığını gösterir.

Enis Tahsin Til de anılan yazısında Beyoğlu’na çıkmanın usullerini ve adaplarını ele alarak dönemin sosyal hayatı ile ilgili enteresan ayrıntılar verir. Yazının ilerleyen kısımlarında Beyoğlu’ndan enstantaneler eşliğinde dönemin ünlü eğlence mekânları tanıtılır. Bu mekânların bazıları aynı zamanda edebiyatçılara ev sahipliği yapmış, birer edebiyat mahfiline dönüşmüştür. Enis Tahsin, yazısının satır aralarında dönemin edebiyatçılarını, tiyatrocularını ve gazetecilerini de anmış; Beyoğlu’nun mekânları eşliğinde onlarla ilgili hatırlarını ve gözlemlerini de okurla paylaşmıştır.

Beyoğlu’na Çıkmak: Bir Zamanlar Beyoğlu’na Çıkmanın Usulü, Âdabı, Erkânı Vardı

Son 30 sene zarfında Taksim, Nişantaşı, Maçka, Şişli’de yeni yeni mahalleler teşekkül etti. İstanbul tarafında yahut köylerde oturanlardan büyük bir kısmı buralara taşındı. Bunlar işlerine gidip gelirken, eskiden “Cadde-i Kebir” adı verilen Beyoğlu’nun İstiklâl Caddesi’nden her gün tramvayla birkaç defa geçiyorlar ve başlarını kaldırıp etrafa bakmaya lüzum bile görmüyorlar.

Bir zamanlar böyle değildi, Beyoğlu büsbütün başka bir âlemdi. Bu âleme karışmanın, Beyoğlu’na çıkmanın yolu, âdabı, erkânı vardı... Beyoğlu’na çıkacaklar evvela berbere giderler, sinekkaydı tıraş olurlardı. Bundan sonra sıra fes kalıplatmaya, ayakkabıları boyatmaya gelirdi. Hâsılı Beyoğlu’na çıkacak iki dirhem bir çekirdek olurdu!...

Beyoğlu’na çıkmak için yegâne vasıta Tünel’di. İstanbul’dan tramvaya binerek Beyoğlu’na inmek uzak bir hayal gibi görünürdü. Tramvaylar, atlı oldukları için, esasen bu vasıta ile orta bir mesafeye bir saatten evvel gitmek kabil değildi.

Eski Tünel bugünkünden çok farklı, arabalar çok iptidai idi. Bugünkü arabalar geldiği zaman herkes Avrupa’da işleyen lüks Pulman vagonlara kavuşmuş gibi sevinerek bayram etmişti.

Beyoğlu’na çıkınca ilk iş caddede piyasa etmek, şimdi Karlman Pasajı olan eski Bonmarşe’ye uğrayarak boy göstermekti. Bundan sonra, ilkbaharda, yeni çıkan lâstik tekerlekli arabalarla Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne kadar giderek bir müddet ufuklara bakmak, Meşrutiyet’in ilanından sonra moda olmuştu.

Yani Birahanesi.
Yani Birahanesi.

Kışın, vakit erkense, Skating Palas’a gidilirdi. Şimdi Melek Sineması’nın bulunduğu yerde bir zamanlar Skating Palas vardı. Burası, ortasında patenle kaymaya mahsus geniş bir pist bulunan büyük bir salondu. Yüksekte bir orkestra çalar, iyi patinaj yapmayı bilenler pistin ortasında vals ederlerdi. Pek usta olmayanlar kenarda gezmeyi tercih ederler, patinajı yeni öğrenmeye başlayanlar ise parmaklıklara tutunarak dikkatle, yavaş yavaş kayarlardı. Mamafih, bütün dikkate rağmen, sık sık düşenler olurdu. Hatta ortada vals edenler arasında bile... Bazen el ele tutunarak patinaj yapan birkaç kişinin birden düştüğü görülürdü.

Kırk sene evvel Skating, İstanbul’un en çok rağbet gören yeri idi. Genç ihtiyar herkes buraya koşardı. Haftanın muayyen akşamlarında patinajla hokey maçları yapılırdı.

Bu maçlar, bugünkü futbol karşılaşmaları kadar alaka ve heyecan uyandırırdı.

Skating aynı zamanda tuvalet teşhir eden bir yerdi. O zamanın şık madamları mükellef tuvaletlerini burada gösterirlerdi. Patinaj yapmayanlar rahat kamış koltuklara kurularak sohbet ederler, daha ziyade geleni geçeni çekiştirirlerdi...

Skating’in arka kısmında “Vinter Garten” adında bir bar açılmıştı. Burada geceleri ondan on ikiye kadar artistler numara yaparlar, on ikiden sonra sabaha kadar dans edilirdi. O zamanlar, bugünküne hiç benzemeyen, ilk tango çıktığı zaman Vinter Garden’in kadın artistleri bunu numara yapar gibi oynarlar, herkes yeni dansı merakla ve hayretle seyrederdi.

Skating sekize doğru boşalır, akşam yemeği için herkes bir tarafa dağılırdı. Beyoğlu’nda o zamanlar rağbette başlıca üç yer vardı: Yani, Tokatlıyan, Londra Birahanesi... Yani, daha ziyade gençlerin ve bira meraklılarının tercih ettikleri yerdi. Ograten makarnası çok meşhur olduğundan bunu sevenler sık sık Yani’ye giderlerdi.

Tokatlıyan’a gelince o zamanın en iyi yemek yenilen yeri idi. Ağır başlılar, diplomatlar buraya giderlerdi. Bu yüzden Tokatlıyan, Beyoğlu’nun siyasi mahfillerinden biri sayılırdı. Günün meseleleri hakkında burada tefsirler yapılır, siyasi haberler buradan her tarafa yayılırdı. Sabah gazetesinin baş muharriri Diran Kelekyan Efendi sık sık, “Beyoğlu siyasi mahfillerinde söylendiğine göre...” diye başlayarak gazeteye mühim haberler yazardı. Bir gün bu mahfillerin neresi olduğunu sorduk, bize şu cevabı verdi:

“Tokatlıyan... Kulüplere kulak asma!...”

Londra Birahanesi, gazetecilerin, artistlerin devam ettikleri yerdi. Başlıca müdavimleri merhum Mahmut Sadık, Hasan Bedrettin Mithat Beylerdi. Mahmut Sadık Bey 24 saatte bir defa yemek yerdi ve bir kenara çekilerek gıdasını aldıktan sonra buradan, bu âlemi uzaktan seyretmeyi tercih ederdi. Hasan Bedrettin Bey’e gelince, uzun müddet Sabah gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yapan, muhtelif lisanlardan birçok eserler tercüme etmiş bulunan bu zat, yalnızlıktan hoşlanmazdı, yanında mutlaka bir iki arkadaş bulunmasını isterdi. Çok sevimli ve hoşsohbet bir zat olduğundan arkadaş”aları da kendilerini yalnız bırakmazlardı. Mithat Bey, Sabah gazetesinde musahhihti, gece yarısından sonra işini bitirdiği zaman mutlaka bir defa Beyoğlu’na çıkar, Londra Birahanesi’ne uğrar, birkaç saat kalır, sabaha karşı evine dönerdi.

Yemekten sonra ya tiyatroya yahut bar vesaire gibi eğlence yerlerinden birine gidilirdi. Tiyatrolar Mınakyan Efendi’nin millî eserler oynamak için teşkil ettiği heyetle Burhanettin Bey ve Benliyan Efendi’nin operet trupları idi. Barlara gelince bunların belli başlıları Gardenbar, Kataklum, Pariziana Vinter Garten’di.

Kışın sık sık balo verilirdi. Bunlardan Perapalas yahut Tokatlıyan’da verilenlerde suare elbisesi mecburiyeti vardı, teşrifata riayet edilirdi. Şimdi Şehir Tiyatrosu dram kısmı olan ve o zamanlar Tepebaşı Kışlık Tiyatrosu adı verilen binada ve Şark Sineması adını alan eski Odeon Tiyatrosu’ndaki balolarda elbise kaydı yoktu. O zamanın gençleri arasında bu balolara gitmeyenler pek azdır. Havaya kalkan toz duman bulutu içinde sabaha kadar dans edilir, eğlenilirdi. Evi İstanbul tarafında olanlar geç vakit semtine göre beş yahut yedi buçuk kuruş vererek araba ile evine gider, köylerde oturanlar, gece vapuru olmadığı için otelde kalırlardı.

Beyoğlu’na çıkmak eğlenmek, dünyadan kâm almak demekti. Bunun için Beyoğlu’na çıkana gıpta ile bakılır, hatta:

- Maşaallah, dün akşam Beyoğlu’na çıkmışsınız!... diye kıskançlığı açıkça belli eden sözler söylenirdi. Beyoğlu’na çıkan:

Beyoğlu.
Beyoğlu.

- Dün akşam Beyoğlu’nda idik... diye adeta mağrur bir eda ile gördüklerini anlatırdı.

Şimdi bunların hepsi tarihe karıştı... Herkes günde birkaç defa Beyoğlu’ndan geçiyor ve hiçbir heyecan, hiçbir fevkaladelik duymuyor. Gençler Beyoğlu’ndan başka yerlerde de her türlü eğlenceyi bulabiliyorlar.

1. Enis Tahsin Til’in biyografisi için bkz. Enis Tahsin Til, Gazeteler ve Gazeteciler içinde, “Enis Tahsin Til’in Hayatı”, (Haz. İbrahim Şahin), 2. Bas., Cümle Yay., Ank., 2015, s. 18-26. 2. Reşit Halil Gönç’ün Koleksiyonundan Bab-ı Âli’nin Hatıra Defteri, C. 3, (Haz. Ayhan Yetkiner), Gazeteciler Cemiyeti Yay., İst., 1988, s. 134