Erteleme Sanatı 101

Erteleme Sanatı 101
Erteleme Sanatı 101

Acilen yapmanız gereken işler; yazmanız gereken yazılar; bitirmeniz gereken projeler veya teslim tarihi yaklaştığı hâlde henüz başlamadığınız makaleler varsa ve buna rağmen şu an burada bu yazıyı okuyorsanız muhtemelen siz de bir erteleyicisinizdir.

  • “Bugünün işini yarına bırakma, mümkünse ertesi güne bırak.”
  • Mark Twain

Acilen yapmanız gereken işler; yazmanız gereken yazılar; bitirmeniz gereken projeler veya teslim tarihi yaklaştığı hâlde henüz başlamadığınız makaleler varsa ve buna rağmen şu an burada bu yazıyı okuyorsanız muhtemelen siz de bir erteleyicisinizdir.

“Bugünün işini yarına bırakma, mümkünse ertesi güne bırak.” Mark Twain
“Bugünün işini yarına bırakma, mümkünse ertesi güne bırak.” Mark Twain

Durun hemen telaşa kapılmayın (ki şayet bir erteleyici iseniz telaşa kapılacağınızı zannetmiyorum.) Yalnız değilsiniz… Dünyada tam da şu anda belki binlerce insan sizin gibi yapması gereken işi yapmak yerine başka bir şeyle uğraşıyor. Okuduğunuz bu yazı da tam olarak böyle bir hikâyeden yola çıkarak yazılıyor…

Bir erteleyici olduğumu ilk ne zaman fark ettim bilmiyorum. Lise son sınıfta üniversite sınavına hazırlanırken çalışma programımın dışına çıktığımı hatırlamıyorum. Muhtemelen erteleyici hüviyetini kazanmam üniversite yıllarıma tekabül ediyordur. Zira lisans hayatım boyunca tüm ödevlerimi, teslim tarihinin son dakikalarında bitirdiğimi, akabinde koştur koştur okula gittiğimi hatırlıyorum.

Bir senelik bir zaman diliminde hazırlamamız gereken lisans bitirme tezimi yazma aşamasına teslim tarihinden önceki gün geçtiğimi de burada itiraf etmeliyim. (Neyse ki danışmanımın bu yazıyı okuma ihtimali yok.) Yüksek lisans hayatım nispeten lisans hayatıma göre daha sakin geçse de tezimin son hâlini yeterli sıkışıklığa ulaştığım son iki ayda ancak verebildiğimi söylemeliyim. (İnşallah danışmanım bu yazıyı okumaz.) Fakat tüm bu tecrübelerimin usta bir erteleyici olma yolunda beni eğittiğini, doktora ders dönemi aşaması için yetiştirdiğini, geriye dönüp baktığımda fark ediyorum.

Yenice atlattığım doktora ders dönemim boyunca, yetiştirmem gereken yazılar, okumam gereken kitaplar, bitirmem gereken makaleler ve ödevler, çalışmam gereken sınavlar arasında boğuluyordum ve bir öncelik sıralaması yapmam gerekiyordu. Ben de önceliği her zaman teslim tarihi daha yakın olana veriyordum. Fakat buna rağmen işin içinden çıkamadığım aynı gün birkaç işi birden bitirmem gerektiği zamanlar oldu.

Bu bazen (ben bazen diyeyim, siz çoğunlukla anlayın) öyle bir kaosa yol açtı ki yukarıda bahsi geçen işlerin bazılarını son dakikada bitirip teslim etmek durumunda kaldım. Her teslim sürecinde “Bir daha asla böyle yapmayacağım” diye kendi kendime söz versem de (eminim bu cümle bazılarınıza tanıdık gelecektir) takip eden süreçte yine aynı kaosun içinde buluverdim kendimi.

Nasıl oluyordu da ödev ve yazı teslim tarihleri bu kadar çok çakışabiliyor, bu denli içinden çıkılmaz bir hâl alıyordu. Tembel olduğumu düşünmüyordum zira bu zaman dilimlerinde pek çok iş üretebiliyordum. Bunun için yalnızca gerek iş yükü bakımından gerekse zaman bakımından “yeterli sıkışıklığı” sağlamam gerekiyordu. O hâlde başka bir problemim olmalıydı.

  • İşte tam bu sırada tesadüfen karşılaştığım John Perry’nin Erteleme Sanatı (Oyalanma, Savsaklama, Kaytarma Rehberi) adlı kitabı, benim de bir “sistematik erteleyici” olduğumu kanıtladı. Üstelik dünyada pek çok insan, bilhassa akademisyenler ve yazarlar aynı sorunla mücadele ediyordu.
  • John Perry’nin kitabı ve erteleyicilerin mentor kabul ettiği Tim Urban’ın TED konuşması ve Wait but Why bloğundaki yazıları, erteleyicilerin hem kendilerini anlamalarını hem de çevresindekilerin onları anlamalarını sağlıyordu. Bunun yanı sıra erteleyici kimliklerinin üretmelerinde bir engel olmadığını anlatıyordu. Fakat bunun aksine ertelememe sanatı üzerine yazılan yazılar, kitaplar, yapılan konuşmalar ertelemenin bir hastalık olduğunu kabul ediyor ve bu hastalığı yenmenin yöntemlerini gösteriyordu. Bu iki karşıt görüşün her ikisinin de haklı olduğu yönler vardı elbette ancak nihai sonuç erteleyicinin kendisine kalıyordu. Ya erteleme sanatını öğrenecek ve buna rağmen üretmeye devam edecek ya da bunun bir hastalık olduğunu kabul edecek ve bununla başa çıkmanın ve hatta bu hastalıktan kurtulmanın yollarını arayacaktı.

İşte o zaman bir erteleyici olarak bu yazıyı yazmaya karar verdim. Ancak o sırada görece daha önemli ve öncelikli başka işlerim olduğu için yazmayı bir yıl boyunca erteledim, erteledim, erteledim. Ve kıymetli okur nihayet buradayız… Eğer siz de hâlâ buradaysanız Erteleme 101’i açıyorum.

Erteleme sanatı: Oyalanma, Savsaklama ve Kaytarma Rehberi

“Çalışıyor olmam gereken bir proje üzerine çalışmıyorken, kendimi berbat hissetmeye başlamıştım. Ancak geriye dönüp baktığımda aslında çok fazla iş kotardığımı fark ettim… Ben bir sistematik erteleyiciyim yani; diğer bazı işleri yapmayarak çok iş kotaran biriyim” diyor John Perry kitabın ilk bölümünü oluşturan makaleyi yazma sebebini izah ederken. Perry bu makaleyi yayınlamasının akabinde pek çok erteleyici tarafından mail alıyor ve böylesine bir rehber kitap yazmanın zaruri olduğunu düşünüyor.

Perry’e göre, erteleyen insan, zor ve önemli görevleri yerine getirmek için motive edilebilir; yeter ki, bu görevler daha önemli şeyleri yapmamanın bahanesi olsun. Erteleyicinin ilk yapması gereken şeyin bir erteleyici olduğunu kabul etmesi olduğunu söyleyen Perry daha sonra erteleyicilerin hayatını kolaylaştıracak, kendileriyle barışmalarını, daha çok üretmelerini sağlayacak yöntemlerden bahsediyor.

  • Erteleyicilerin motivasyonunun kaynağının yoğunluktan geçtiğini iddia eder Perry. Fakat erteleyiciler, genellikle yanlış yolu izlerler. Yapacak işleri az olursa ertelemeyi bırakıp bu işleri tamamlayacaklarını varsayarak, yerine getirecekleri görevlerin sayısını asgariye indirmeye çalışırlar. Fakat bu tutum erteleyicinin esas doğasına aykırıdır ve en önemli motivasyon kaynağını kurutur. Listesindeki birkaç iş doğal olarak en önemlileri olacağından, bunları yerine getirmemenin tek yolu hiçbir şey yapmamaktır. Bu yolun sonu verimli bir insana değil, miskinliğe çıkar.

Erteleyicilerin diğer bir yardımcısının da mükemmelliyetçilik fantezisi olduğunu söyler Perry. Yapmaya başladığı veya üzerine aldığı işi mükemmel bir şekilde yaptığını hayal etme sürecidir Perry’nin bahsettiği. Bir hususta rapor yazması gereken kişi, önce bu raporu mükemmel yazdığını hayal eder. Akabinde rapor yazacağı konu üzerine araştırmalar yapar ve sanki bu işi bitirmiş gibi tatmin olarak başka bir işe geçer. Ancak teslim tarihi gelip çattığında tekrar harekete geçer.

Bu sırada pek çok başka işi kotarmıştır. Ve bu erteleme sayesinde mükemmel olması gerekmeyen bir işi mükemmel olmayan bir biçimde yazma iznini kendine vermiş olur. Zira teslim tarihi yaklaştığında artık mükemmel bir iş çıkarmaya zamanı kalmaz. Tek yapması gereken mükemmel olmayan ama yeterli bir iş çıkarmaktır ki ondan beklenen de budur.

Panik Canavarı İş Başında

Biz erteleyicilerin mentor kabul ettiği Tim Urban, erteleyicilerin hareketlerinin her zaman diğerlerine garip geldiğini bu sebeple onlara erteleyicilerin beyinlerinin diğer insanlardan farklı olduğunu göstermek için yazdığını söyler. Urban, erteleyicilerin de diğerleri gibi beyinlerinde “rasyonel karar verme merkezi” olduğunu fakat onlardan farklı olarak bir de “anlık haz maymunu” bulunduğunu iddia eder.

Mantıklı karar verme merkezi tam mantıklı bir karar verecekken anlık haz maymununun bu plandan hoşlanmadığını, kontrolü ele alarak erteleyicinin hiç de ilgilenmediği bir konuyu internetten araştırmasını sağladığını söyler. Bazen her ikisinin de kararları örtüşüyor zira yemek yemek, uyumak, eğlenceli şeylerle uğraşmak mantıklı olabiliyor fakat diğer zamanlarda zor ve daha az zevkli işleri yapmak çok daha mantıklı oluyor ve tam da burada çatışma başlıyor. Bu çatışmanın sonunda erteleyici her zaman kendisini rahat ve eğlenceli şeyler yaparken buluyor. Urban, buraya “karanlık oyun alanı adını” veriyor.

Karanlık oyun alanı boş zaman faaliyetlerinin yapılmaması gereken zamanlarda yapıldığı bir yer. Karanlık oyun alanında yaşadığınız eğlence gerçek bir eğlence değildir çünkü hiç hak edilmemiştir ve ortam suçluluk, korku, endişe, kendinden nefret etme gibi bütün o güzel erteleyici duygularıyla doludur. O hâlde maymun dümenin başındayken, erteleyici teslim etmesi gereken işleri nasıl bitirir? Urban bu soruyu şu şekilde cevaplıyor. Görünüşe göre erteleyicinin bir koruyucu meleği var. Ona her zaman yukarıdan bakıp tehlike anında onu kollayan biri: Panik Canavarı. Panik Canavarı çoğu zaman uykudadır. Ama bir işin son teslim tarihi çok yaklaştığında, ya da herkese rezil olma veya başka korkutucu sonuçların ortaya çıkma tehlikesi olduğu durumlarda aniden uyanır. En önemlisi o, haz maymununu dehşete düşüren tek şeydir. Panik canavarı geldiğinde haz maymunu gider ve dümene nihayet mantıklı karar verme merkezi geçer.

Urban’ın tasvir ettiği bu sistem kulağa eğlenceli gelse de aslında gerçeği oldukça net bir şekilde yansıtıyor. Zira Panik canavarı benim de aralarında bulunduğum pek çok erteleyicinin günlerce bazen aylarca bir cümle yazamadığı hâlde teslim tarihinde önceki gün sayfalarca yazmasını, üretkenliğinin birden atağa geçmesini açıklıyor.

Urban aslında herkesin bir erteleyici olduğunu söylüyor. Teslim tarihi olan şeylerle arası barışık olanların bile hayatı boyunca yapmayı hedeflediği bir şey, öğrenmeyi istediği bir dil vb. şeyler olduğunu ve bir teslim tarihi kısıtı olmadığı için de bu işleri nihayete erdirmeyi hep ertelediklerini iddia ediyor.

Erteleme haritası

Gemma Correl adındaki İngiliz çizer geçtiğimiz haftalarda, çizdiği erteleme haritasını yayımladı. Harita sosyal medyada oldukça ilgi uyandırdı ve Türkçeye de çevrildi. Doğruyu söylemek gerekirse, ülkemizde de bu haritanın bu kadar rağbet görüyor olması bir erteleyici olarak yalnız olmadığımı hissettirdi.

Bilhassa akademisyenler ve yazarlar haritayı desteklediklerini ifade eden tweetler attılar ve hatta haritayı daha da çeşitlendirdiler. Dilerseniz bir başlangıcı ve sonu olmayan, kendi içinde devridaim eden bu haritada bir yolculuğa çıkalım.

Farz edelim ki yarına yetiştirmeniz gereken ve henüz başlamadığınız bir iş var elinizde. Masanıza kuruluyorsunuz. Gerekli olan tüm teçhizatlar elinizde. Çayınız da var. Üzerine çalışmanız gereken dosyayı açıyorsunuz. Sonra birden aklınıza çamaşırlarınızı yıkamanız gerektiği geliyor. Aniden Gelen Çamaşır Yıkama İsteği Vadisi’ndesiniz. Çamaşırları makinaya atıp geldiğinizde yorulduğunuzu hissediyorsunuz.

TV zirvesine çıkmanın, YouTube’dan birkaç video izlemenin size iyi geleceğini düşünüyorsunuz. Bu sırada da Oyalanma Dağları’na doğru yol alıp telefonunuzdan bağımlısı olduğunuz oyunu açıyorsunuz. Nihayet tekrar işinize dönmenin vaktinin geldiğini anlıyorsunuz.

Erteleme haritasında yaşadığımız bu kısacık macera pek çoğunuza tanıdık geliyor olabilir.
Erteleme haritasında yaşadığımız bu kısacık macera pek çoğunuza tanıdık geliyor olabilir.

Fakat konsantrasyonunuzu sağlayabilmeniz için kahve içmeniz gerekiyor. Kahve Arası Gölü’ndesiniz. Kahvenizi içerken bir yandan da hava almak için balkona çıkıyorsunuz. Konfor Alanı’na böylece geçiş yapmış oluyorsunuz. Sonra vakit geçirmek için Sosyal Medya Ormanı’na giriyorsunuz. Burada sizi türlü çeşit tehlikeler bekliyor. Gördüğünüz yeni çıkan bir kitabın peşinden Online Alışveriş Koyu’na dalıyorsunuz. Buradan sonra istikametiniz Hayaller Plajı oluyor. Burada, elinizdeki işi bitirince yapacağınız şeyleri hayal ediyorsunuz. İstediğiniz kitabı okuyacak, istediğiniz filmi seyredeceksiniz. Arkadaşlarınızla buluşup muhabbet edeceksiniz. Hatta belki küçük bir hafta sonu kaçamağı bile yapabilirsiniz. Zira siz bunu hak ettiniz…

Hayaller plajındayken nasıl olduğunu anlayamadan, Bahaneler Nehri’ne düşüyorsunuz. Akıntı sizi Bilinmezlik Denizi’ne sürükleyip, bırakıyor. Uçsuz bucaksız deniz. Ne yapacağınızı bilemez bir hâldesiniz. Canavarlarla mücadele ediyorsunuz. Derken uzaktan bir kara parçası görüyorsunuz. Oraya doğru yüzmeye başlıyorsunuz. Nihayet karaya çıktığınızda buranın İyi Niyet Adası olduğunu fark ediyorsunuz. Bütün gün çalıştığınızı, yorulduğunuzu, işinizin aslında kafanızda hazır olduğunu, yalnızca oturup bitirmeniz gerektiğini biliyorsunuz. Ve sabahın bereketine sığınmanın yapılacak en güzel hamle olduğunu düşünüyorsunuz. Sabah erkenden kalkıp çalışmaya niyet ediyorsunuz…

Erteleme haritasında yaşadığımız bu kısacık macera pek çoğunuza tanıdık geliyor olabilir. Belki tam da şu anda Oyalanma Dağları’na tırmanıyor olabilirsiniz. O hâlde ayrılmayın. Birlikte Hayaller Plajı’na doğru gidip, şezlonglarımıza uzanalım.

Ertelemenin İcadı

Tarihte ilk kez kimin, hangi işi ertelediğini hiç düşündünüz mü? İlk erteleyici acaba çevresi tarafından nasıl karşılanmıştır? “Bugünün işini yarına bırakma” gibi bir atasözümüz olduğuna göre, ertelemek toplumda ne kadar yaygındı?

Bu merakın peşi sıra gittiğimde yazar Sarah Stodola’nın da bu soruları sorduğunu ve bazı cevaplara ulaştığını öğrendim.

Stodola, bilinen ilk erteleyicinin M.Ö. 700’lü yıllarda yaşamış Antik Yunan şairi Hesiod’un kardeşi Perses olduğunu tespit etmiş. Hesiod mirasını çarçur eden ve ağabeyinden para isteyen erkek kardeşi Perses’e hitap ettiği, “İşler ve Günler” adlı erteleme karşıtı şiirinde şöyle der:

  • İşini yarına ve ertesi güne bırakma; ne ahırını doldurmayan miskin bir işçi ne işini erteleyen bir kimse için: sanayi işlerin iyi gitmesini sağlar, fakat işini erteleyen bir adamın elinde kalan hep hüsrandır.

M.Ö. 1. yüzyılda Roma senatosunda yapılan bir dizi konuşmada müttefiklerini, düşmanı Mark Antony’e karşı silahlanmak için harekete geçirmeye çalışan devlet adamı Cicero da ertelemenin zararlarından bahsetmiş ve erteleme eyleminin tiksindirici olduğunu ve çoğu işin yapılmasına engel teşkil ettiğini anlatmıştır.

14. yüzyılda, Geoffrey Chaucer Canterburry Hikâyeleri adlı kitabında Dame Prudence Melibee ve arkadaşlarına “Bugün yapabileceğiniz iyiliği bugün yapın yarına ertelemeyin” diye tavsiyelerde bulunmuştur. Fakat Chaucer’in kendisinin bir erteleyici olmadığını söylemek mümkün değildir zira yüzün üzerinde hikâye yazmayı planlasa da ölümüne kadar ancak 24 tanesini tamamlayabilmiştir.

  • Stodola’nın yaptığı en çarpıcı tespit ise, Leonardo da Vinci’nin de bir erteleyici olduğunu iddia etmesidir. Yaşamı boyunca yalnızca 20 tabloyu tamamlayan Leonardo, 16 yıl boyunca Mona Lisa üzerine çalışmıştır. Stodola’ya göre bu durum, Mona Lisa’nın zor bir eser olmasından değil, Leonardo da Vinci’nin resmi çizmesi gereken zamanlarda sık sık defterine bir şeyler karalamasından kaynaklanmaktadır. Ancak, onun bu karalamaları, helikopter, hadde makinesi, köprüler gibi pek çok icada yol açmıştır. Yani bir adam için “erteleme” olan şey, diğeri için çığır açan bir şeye dönüşebilir. İtiraf etmeliyim ki Stodola’nın bu iddiası bir erteleyici olarak beni oldukça umutlandırdı ve gururlandırdı.

Pek çok kayıt Franz Kafka’nın da iyi bir erteleyici olduğunu göstermektedir. Onun ertelemek için kullandığı bilinen en iyi yöntemi gündüz uykularıydı... Geceleri herkes uyuduktan sonra çalışmayı tercih ederdi. Fakat masa başına oturduğunda, çoğunlukla kurgu yazmak yerine nişanlısı Felice Bauer’e mektup yazmakla zamanını geçirirdi. Bu sebeple yazışmaları tamamlasa da yazmaya başladığı üçlemeyi tamamlayamadı.

Virgina Woolf de erteleyenlerdendi. Fakat o da günümüz erteleyicilerine benzer olarak, ertelemesinin sebebini teknolojik gelişmelere bağlıyordu. 20. yüzyılın başlarında telefon yaygınlaşmaya başladı. Woolf’ün yetişkinliğe geçmesi de bu yıllara tekabül ediyordu. Günlüğünde de telefonla konuşmak yüzünden bütün vaktini harcadığını şu sözlerle ifade ediyordu “Aslında tam olarak yazı yazmalık bir sabahtı ama tüm zihnimi telefonda heba ettim.” Belki biz de Woolf’un bu cümlesini bahaneler nehrinden geçerken kullanabiliriz.

Woolf gibi Ernest Hemingway de çevresinin kurbanı idi. Katı bir şekilde uyguladığı her sabah mutlaka yazma kuralı, ünüyle doğru orantıda artan ziyaretçiler sebebiyle deliniyordu. Yıllar içinde artık bu durumla baş edemeyeceğini anladığında ziyaretçilerinden kaçmak için stratejiler geliştirdi. Bunlardan birisi de teknesine atlayıp, kimsenin onu rahatsız etmeyeceği bir koya demir atıp çalışmaktı.

Kendime en yakın hissettiğim erteleyicilerden biri de David Foster Wallace’tır. Wallace 1997 yılında, Charlie Rose’a “Geçmiş deneyimlerin gerçek olması durumunda muhtemelen günde bir saat yazabileceğim ve kalan sekiz saat boyunca yazamadığım için mendilimi ısıracağım.” Saatlerce televizyon seyreden Wallace dikkatini bu yüzden dağıtıyordu. Bir müddet sonra televizyonun faydalı bir araç olduğuna, gergin Amerikan toplumunun kendini algılayış biçiminin kurgu yazmak açısında paha biçilemez olduğuna inandırmıştı kendisini.

Erteleyicilerin üstadı: Oblomov

Ivan Gonçarov’un klasikleşmiş kitabı Oblomov’un ana karakteri, İlya İlyiç Oblomov’un bu satırları yazan ve dahi okuyan hiç kimsenin ulaşamadığı seviyede bir erteleyici olduğunu zannediyorum ki söylemeye hacet yok. Biz erteleyicileri dahi çileden çıkaran tembelliğini, ataletini, savsaklamasını özetleyecek bir örnek vermenin; bu satırları okuyan “ertelemeyenler”in bizlere anlayış göstermesine yol açması ve biz erteleyicilerin de Oblomov’un hayatından ibret alıp, “Oblomovluk” yapmamamız ve ömrümüz boyunca çaba göstermemiz için gerekli olduğunu düşünüyorum. O hâlde buyurun:

  • “Evvelki sabah Oblomov, çiftliğinin kâhyasından keyif kaçıran bir mektup almıştı. Bir kâhyanın mektubunda keyif kaçıracak neler bulunabildiğini herkes bilir: Ürünün kötülüğü, alacakların geri kalması, gelirin azalması gibi şeyler. Geçen yıl da kâhya tıpkı bunun gibi mektuplar yazmıştı; ama bu yılki mektup Oblomov’u büsbütün şaşırtmış, ürkütmüştü.Bu işler kolay halledilecek cinsten değildi. Ciddi tedbirler almak gerekiyordu. İlya İlyiç’e haksızlık etmeyelim: Birkaç yıl önce kâhyanın ilk mektubunu aldığı zaman, çiftliğinde bazı değişiklikler, yenilikler yapmayı düşünmeye başlamıştı. İdare, iktisat ve daha başka bakımlardan yeni bir düzen tasarlamıştı: ama bu tasarı henüz kafasında olgunlaşmamıştı. Kâhyanın mektupları her yıl onu yeniden düşünmeye zorluyor, rahatını kaçırıyordu. Oblomov tasarısının olgunlaşmasından önce kesin tedbirler almak gerektiğini anlıyordu.
  • Uyanır uyanmaz, hemen kalkıp yüzünü yıkamaya, çayını içtikten sonra her şeyi inceden inceye düşünmeye, bir şeyler tasarlamaya, düşüncelerini yazmaya niyet etmişti. Yarım saat kadar bu niyetle savaşarak yatağında kaldı; sonra da kahvaltısını her günkü gibi yatağında yapmaya, hemen ardından işlerini uzun uzun düşünmeye karar verdi: İnsan yatakta da pekâlâ düşünebilirdi…”

Çalar saati ertelemek

Bazı düşünürler, erteleme alışkanlığını eylemsizlik yasası ile izah ediyorlar. Onlara göre nasıl ki duran bir nesne mevcut konumunu koruyorsa, erteleyici de içinde bulunduğu hâli korumak ister.

Şayet bir erteleyici değilseniz ve buna rağmen hâlâ buradaysanız belki erteleyicilerin yaşam tarzını manasız bulmuş, sizi bir erteleyici olarak yaratmayan Allah’a hamd ü senalar etmiş olabilirsiniz. Fakat ertelemenin o kadar da kompleks olmadığını, çoğunuzun en azından günde bir defa erteleyici olduğunuzu söylemek isterim.

Eğer sabahları telefonunuzun veya çalar saatinizin alarmını erteliyorsanız, “ertelemenin”, “erteleyici” olmanın ne demek olduğunu anlıyor olmalısınız. Alarmınızı defalarca ertelersiniz ama erteleyebileceğiniz maksimum bir sınır vardır. O sınırı aştığınızda artık yatağınızdan çıkmanız gerektiğini bilirsiniz. Erteleyiciler için de durum bu şekilde işler. O maksimum sınıra ulaştığında, bir erteleyici üzerine çalışması gereken işi nihayete erdirmek için çalışmaya başlar. Belki bu durumu “çalar saat prensibi” olarak kavramsallaştırmak yerinde olacaktır.

Tam da şu anda zihnimde bir çalar saat çalıyor. Fakat ben bu yazıyı yazıyorum. Belki ne kadar erteleyici olduğumu itiraf etmek için, belki erteleyici olmaktan kurtulmak için, belki de acilen bitirmem gereken o işi ertelemek için yazıyorum, kim bilir…

Not: Kıymetli okuyucu, Erteleme Sanatı 101 dersi burada bitti. Belki 102 dersinde tekrar buluşuruz. Ne zaman mı? Tabii ki hiç acelesi yok…