Farid Hafez: Irkçılık gerçeklerle değil, kuruntularla ilgilenir!

​Farid Hafez: Irkçılık gerçeklerle değil, kuruntularla ilgilenir!
​Farid Hafez: Irkçılık gerçeklerle değil, kuruntularla ilgilenir!

Farid Hafez... Avusturya Salzburg Üniversitesi’nde siyaset bilimci. Uzun zamandır İslamofobi üzerinde çalışmalar yapıyor. 2010’dan beri İslamofobi Araştırmaları Almanağı’nı çıkartıyor. Rusya, Norveç gibi 33 ülkeyi kapsayan Avrupa İslamofobi Raporu’nu hazırlayan ekipte yer aldı. Kendisiyle Suriye savaşı sonrası mültecilerin Avrupa’ya göç dalgasını ve Avrupa’nın İslam’a bakışını konuştuk. Gördük ki -Hafez’in de vurguladığı gibi- İslamofobi yeni bir şey değil, kökleri de zaten Hristiyan fundamentalizminin içindedir.

2015 yılında yüz binlerce mültecinin Avrupa’ya gelmesiyle başlayan süreçte Avusturya göç güzergâhı üzerinde tercih edilen ilk ülkeydi. Mültecilerin Avrupa kapısıydı. Bu göç dalgası Avusturya’yı nasıl etkiledi?

Farid Hafez, Avusturya Salzburg Üniversitesi’nde siyaset bilimci. Uzun zamandır İslamofobi üzerinde çalışmalar yapıyor. 2010’dan beri İslamofobi Araştırmaları Almanağı’nı çıkartıyor
Farid Hafez, Avusturya Salzburg Üniversitesi’nde siyaset bilimci. Uzun zamandır İslamofobi üzerinde çalışmalar yapıyor. 2010’dan beri İslamofobi Araştırmaları Almanağı’nı çıkartıyor

Avusturya’da mültecilerle ilgili, kabul ediş ya da etmeyişlerde farklı dalgalanmalar yaşadık. İlk dalga şuydu: Avusturya mültecilerin Batı’ya doğru geçmesine seyirci kalırken Almanya “Bunun üstesinden gelebiliriz” demişti. Bu şu anlama geliyordu: Avusturya’nın ne lehte ne de aleyhte herhangi bir açık pozisyonu yoktu. Bunun yerine sadece Almanya’ya geçiş söz konusuydu.

Daha sonra bunu bir dayanışma dalgası takip etti. Nedeni otobanda içinde birçok insanın havasızlıktan öldüğü bir otobüsün bulunmasıydı. Bu resimler kamuoyunu çok etkiledi.

İnsanlar acıma duygusuyla bir dayanışma sergilemek istedi. Köln olaylarından kısa bir süre önce üçüncü dalga gerçekleşti. Burada ise daha çok “law and order” “kanun ve düzen” şeklinde bir yönelim söz konusuydu.

Bir git gel durumu mu vardı?

Mülteciler konusunda iletişimin nasıl gerçekleşeceğiyle ilgili siyaseten hesaplanmış bir strateji vardı. Medya ve siyaset, siyasi menfaatlerine göre toplumsal kabul edişi ya da reddedişi kullanmak için bazı resimler nakletmeye çalıştılar. Herkes kendi fikrini destekleyen resimleri öne çıkardı. Sağ partiler özellikle.

Avrupa’da siyaset ikiye bölünmüş durumda. Bu normal bir durum çünkü 90’lardan beri bu kadar büyük göç dalgası yaşanmamıştı. Avusturya siyaseti bu meseleye nasıl yaklaşıyor?

Batı Avrupa ülkelerinin birçoğunda sağcılar oldukça güçlü
Batı Avrupa ülkelerinin birçoğunda sağcılar oldukça güçlü

Batı Avrupa ülkelerinin birçoğunda sağcılar oldukça güçlü. Avusturya da bu konuda en önde gelenlerden.

Avusturya 1999’da en önemli sağ popülist parti FPÖ’nün ikinci güçlü parti olduğu bir ülke. O zamanlar bu bir skandala neden olmuştu. 14 Avrupa Birliği ülkesi sağ popülist bir partinin hükûmette olamayacağı gerekçesiyle Avusturya’yı diplomatik olarak boykot etmişti. Bu istisnai bir durum değil. Şu anda başka ülkelerdeki birçok sağ popülist parti benzer şeyleri başarmış durumda.

Böylece Avusturya Parlamentosu’nda sadece sağ popülist bir güç oluşmadı. Ötesinde çok önemli sağ popülist bir söylem de ortaya çıktı. Diğer Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi bu özel bir durum değil. Ulusal Cephe, İsveç Demokratları, Flaman Menfaati Partisi gibi birçok sağ popülist parti Batı Avrupa’ya yayılmış durumda.

Mülteciler konusunda iletişimin nasıl gerçekleşeceğiyle ilgili siyaseten hesaplanmış bir strateji vardı. Medya ve siyaset, siyasi menfaatlerine göre toplumsal kabul edişi ya da reddedişi kullanmak için bazı resimler nakletmeye çalıştılar.
Mülteciler konusunda iletişimin nasıl gerçekleşeceğiyle ilgili siyaseten hesaplanmış bir strateji vardı. Medya ve siyaset, siyasi menfaatlerine göre toplumsal kabul edişi ya da reddedişi kullanmak için bazı resimler nakletmeye çalıştılar.

Bu partiler en geç 11 Eylül’de ama birçoğu daha önceden 90’larda da Müslüman figürünü ırkçı diskur içerisine yerleştirdiler. Yani bu duruma uzun süredir alışkınız. Bu analizler geniş kapsamlı değil. Bu nedenle de böyle bir şeyin söz konusu olup olmadığını söylemek zor.

Avusturya’da 2015’te yeniden düzenlenen bir İslam yasamız vardı. Bu yasa Ulusal Meclis’te sosyal demokratlar ve Hristiyan demokratların oy çokluğuyla onaylandı. Birçok açıdan ayrımcı olarak nitelendirilen ve bu nedenle eleştirilen bu yasa, çok rahat bir şekilde FPÖ’nün kaleminden de çıkabilirdi.

Batı Avrupa için genel olarak artık sağ popülistlere ihtiyaç olmadığını söyleyebilirim. Bunun yerine sosyal demokrat ya da Hristiyan demokrat fark etmeksizin hükûmetler bu işi üstleniyor zaten.

Söylemdeki fark sadece sağ popülistlerin bunu daha yüksek sesle dile getiriyor olmaları. Sosyal demokratlar ya da Hristiyan demokratlar sadece biraz daha uygar görünüyorlar. Ama özü itibarıyla söylemler birbirine çok benziyor.

Merkez partilerde zaten gizli bir İslamofobi vardı, sadece sağ partilerle sınırlı değildi… Bu şekilde ifade edebilir miyiz?

Özellikle somut siyasi pratiklere bakarsak böyle olduğunu söyleyebiliriz. Almanya’da başörtüsü yasağı olduğunda bu yasak sağ popülist bir parti tarafından yürürlüğe konulmadı.

O zamanlar AFD bile yoktu. Sağ popülistler neredeydi peki? Bizim çok açık İslamofobik bir siyasetimiz var. Çarşaf yasağı için yasalar var. Fransa’da olağanüstü hâlle birlikte yasalar ve okulda başörtüsü yasağı var. Hem de sağ partiler olmaksızın. İslamafobi sadece sağ partilerle sınırlandırılamaz.

İslamofobi’nin tarihî arka planı nedir? Batı Avrupa’da İslamofobi’nin yükselişi söz konusu olduğunda hangi dinamikler devreye girdi?

İnsanların müracaat ettiği klişeler oldukça eski. İslam’ı şeytanvari bir din ve deccal olarak gören ilk stereotipler ve olumsuz tasvirler MS 8. yüzyıla kadar uzanıyor. Ama çizgisel ve sürekli bir İslamofobi’den bahsedemem. Yeni bağlamların yeni anlamlar geliştirebileceğini söyleyebilirim.

  • 11 Eylül’ün ise mutlaka belirleyici bir an teşkil ettiğini söyleyemem. Bunun yerine Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından uluslararası düzeyde ortaya çıkan “Şimdi Batı’nın düşmanı kim olacak?” sorusunun belirleyici olduğu daha net. Samuel P. Huntington’ın 1993’te ortaya koyduğu Medeniyetler Çatışması’nda da aynı şey var. Bu, “Kızıl düşman gittiğine göre ‘yeni düşman olarak’ kime ihtiyacımız var?” sorusuna bir cevaptı. Yeşil düşman -İslam- zaten oradaydı. 90’lı yıllarda savaşlar hakkında nasıl konuşulduğuna bakarsak bunların çok açık bir şekilde dinî çağrışımlar içerdiğini görürüz.

Özgür dünyanın safında Sovyetler’deki kötü komünistlere karşı savaşan ve cesur olarak görülen mücahitlerin nasıl birden kötü olduğunu görüyoruz. Farklı aktörlere dair tasavvurlar jeopolitik açıdan değişti. Bunun nedeni, kimin kötüyü tanımladığına dair bir gerekliliğin ortaya çıkması. Mesele tam burada tersine dönmeye başladı.

11 Eylül İslam’ın şeytanlaştırılma sürecini nasıl etkiledi?

11 Eylül, “Batı dünyasında” daha geniş bir etkiyle güçlendirdiği ve daha anlaşılır hâle getirdiği en üst noktayı oluşturdu. Sıçrama noktası da burası. Tarihsel açıdan bakılırsa biraz daha geriye gidilebilir. 1492 ve 1501’de temel olarak yeni dünya düzeni, buna bağlı Yahudilerin ve Müslümanların Avrupa’dan kovulması ve transatlantik köle ticaretinin bu tarz bir ırkçı düşüncenin nedenleri arasında olduğu iddia edilebilir. Avrupa’dan sadece Müslümanların kovulması değil, transatlantik köle ticareti de etkenler arasında.

Köle ticaretinin etkisini anlayamadım?

  • Tarihçiler Protestan değil ama Katolik köleler için Müslüman kölelerin büyük bir problem oluşturduğunu çünkü dinlerini değiştirmedikleri için Müslüman kölelerin diğer köleler arasında isyan etme ihtimalinin büyük tehlike arz ettiğini ortaya koyuyor. Köle ticaretini yok etmeye odaklandığı için Amerika tarihinde bu konu hiçbir zaman tutarlı bir şekilde ele alınmamıştır.

Avrupa’da mülteciler yeni bir olgu değil. Avrupa popülasyonunda oranları da çok yüksek değil. %6’yı bile bulmuyor. Bu “Müslümanlar bizi istila edecekler” korkusunun nedenleri neler? Avrupa’nın İslamlaştırılması olası bir tehdit olabilir mi?

Irkçılık gerçeklerle değil, kuruntularla ilgilenir. Fransız filozof Sartre der ki: “Eğer Yahudi olmasaydı da antisemit onu icat ederdi.” İslamofobiklerin İslam hakkında söylemleriyle antisemitlerin Yahudiler hakkında ya da ırkçıların zenciler hakkında söylemleri tamamen aynıdır.

Konunun aslının olmasına, gerçekle alakalı olmasına gerek yoktur. Asıl mesele yaratılan resimler, tasavvurlardır. Bir genelleştirme söz konusudur. Gazete haberlerinde de bu şöyle görülür: “Bu zenci, bu Müslüman bu suçu işledi.” Burada zenci ya da Müslüman olmanın önemi ve rolü nedir? Bu yaklaşımı, beyaz bir adam ya da köken itibarıyla Alman olan biri söz konusu olduğunda görmeyiz. Ya da Hristiyanlık adına ve Hristiyan Batı’nın savunması adına eylemini gerçekleştirmiş olmasına rağmen Breivik’e karşı da bu yaklaşımı görmüyoruz.

Tarihsel olarak da 2083 gibi bir sayıya, 1683’te Savoy Prensi Eugen’in Osmanlıları Viyana kapılarından kovmasından dört yüz sene sonrasına odaklanmasına rağmen. Burada DEAŞ’ın İslam adına bu eylemleri yaptığı iddiasına benzer bir şekilde çok açık bir iddia olmasına rağmen Hristiyan fundamentalizminden bahsedilmez.

Çünkü bu Batı’nın dünya tasavvuruna uymuyor. Müslüman’ın kötü olması bu tasavvura uyduğu için “Müslüman suç temayülü”nden ya da “İslami terörizm”den bahsediyoruz. Ama kendi cemaatinin içerisinden aynı örnek söz konusu olduğunda aynı şey yapılmıyor.

Anladığım kadarıyla gizli bir sağ radikalizm Avrupa’da her zaman vardı. Mülteci krizi zaten var olanı daha yüksek sesle dile getirilir hâle soktu.

Belki şunu belirtmem gerek, Avrupa İslamofobi Raporu’muzun da gösterdiği gibi Doğu ve Batı Avrupa arasında farklar var. Batı Avrupa’da İslamofobi’nin uzun bir geleneği var. Batı Avrupa’da sömürgeci savaşlar yürütmüş, sömürge projelerine sahip olmuş ya da bizzat sömürgeci olmuş birçok ülke var. Ve bu açıdan bu ülkelerin çoktan beri belli bir pozisyonları ve baskı geçmişleri var.

Doğu Avrupa’da ise bu söz konusu değil. Doğu Avrupa Müslümanlardan hem uzak hem de çok az Müslüman nüfusa sahip. Batı Avrupa’daki ülkelerde yüzde 5 ila 10 arasında değişen oranlarda Müslüman yaşarken, Doğu Avrupa’da birçok ülkede yüzde 1’in altında Müslüman yaşıyor.

Doğu Avrupa ülkelerinde mülteci krizi Müslümanlar olmadan yeni bir İslamofobi oluşmasına neden oldu. Derlediğimiz ülke raporları birçok siyasetçinin önceden hiçbir neden olmamasına rağmen “kötü Müslüman” temasını “kötü mülteci” olarak algıladığını gösteriyor. Yani Doğu Avrupa’da, Batı Avrupa’da olduğundan çok daha farklı bir dinamik gözlemliyoruz.

Batı Avrupa'da yüzde 5 ila 10 arasında değişen oranlarda Müslüman yaşarken, Doğu Avrupa’da birçok ülkede yüzde 1’in altında Müslüman yaşıyor. Doğu Avrupa ülkelerinde mülteci krizi Müslümanlar olmadan yeni bir İslamofobi oluşmasına neden oldu.
Batı Avrupa'da yüzde 5 ila 10 arasında değişen oranlarda Müslüman yaşarken, Doğu Avrupa’da birçok ülkede yüzde 1’in altında Müslüman yaşıyor. Doğu Avrupa ülkelerinde mülteci krizi Müslümanlar olmadan yeni bir İslamofobi oluşmasına neden oldu.

Gelecek için tahmininiz nedir? Siyasi pozisyonlar, düşman odakları… Neler değişebilir?

Açıkçası bilemiyorum. Çok provokatif bir şekilde iki ihtimal olduğunu söyleyebilirim. Birincisi, yeni bir düşman algısının eskisinin yerine geçmesi. Yeni siyasi pozisyonlarla örneğin Rusya ya da Çin en büyük düşman olacak ve Rus ya da Çinli azınlıklar devlet içinde devlet ya da paralel toplum olarak görülerek dışlanacak. Bu birinci ihtimal. İkinci ihtimal ise büyük bir çatışma meydana gelmesi. Ben birçok açıdan İslamofobi’nin gerçekte ne anlama geldiğinin küçümsendiğini düşünüyorum.

  • Guantanamo’nun demokratik bir devletin hapishanesi olarak ama hiçbir hukuk devleti ilkesi umursanmadan faaliyete devam etmesi -herkesin de kendi değerlerinin yüceliğinden bahsettiği bir ortamda- ne anlama geliyor! İslamofobik bir tutum hâkim ve gerçek bir savaş mevcut. Ama tezgâhlanan bir savaş. Mesela ABD’nin Irak ve Afganistan’ı işgali... Bu problemlerin hepsinin birbiriyle bağlantılı çıkış noktası orası. Burada gayri insani durumların zaten hâlihazırda mevcut olduğunu görüyoruz. Ben kendime şu soruyu soruyorum: Otuz sene sonra bizim şu an yaşadığımız zaman hakkında nasıl konuşulacak? Nasyonal sosyalizm sırasında Avusturya’da yaşayan kendi akrabalarıma o sırada Yahudilere yapılanlardan neler gördüklerini sorduğumda, “Bizim bir şeyden haberimiz yoktu” cevabını veriyorlar. Bugün de birçok insan, “Bizim bir şeyden haberimiz yok” diyebilir. “Beni ilgilendirmiyor. Evet, bir ara bazı konular vardı ama tam bilmiyoruz” diyebilir.

Bu benim Holokost’u bire bir yaşamayan ama havada ters giden bir şeyler olduğunu sezen akrabalarımın niteliksel cevabı. Herkesin istediği her bilgiye çok çabuk ulaşabildiği ve insansız hava araçlarıyla insanların öldürüldüğü ama kimsenin kılını kıpırdatmadığı bu çağ hakkında insanlar otuz sene sonra neler söyleyecekler?

İslamofobi ve ırkçılık arasında ayrım görüyor musunuz?

Kavramsal olarak bakalım, bence İslamofobi ile Müslüman karşıtı ırkçılık aynı şey.
Kavramsal olarak bakalım, bence İslamofobi ile Müslüman karşıtı ırkçılık aynı şey.
Kavramsal olarak bakalım, bence İslamofobi ile Müslüman karşıtı ırkçılık aynı şey. Ben bu ikisi arasında bir fark görmüyorum.

Ayrıca ırkçılık hakkında konuştuğum zaman reel olarak diğer ırklardan olanları kastetmiyorum ki bence başka ırk diye bir şey yok. Irk ile kasıt sadece ten rengi değil; aynı zamanda gen, kan, düşünce mantalitesi…

Irkçılık ve İslamofobi kavramlarını ayırt etseydik mesela hangisi ırkçı, hangisi İslamofobi olurdu?

Irkçılar ve İslam düşmanlarının yaptığı şey siyahilere zamanında yapılan neyse o. Müslüman olmanın zihnî bir fark teşkil ettiğine, kan farkı teşkil ettiğine inanıyorlar. Her ne kadar bugün kültürel ırkçılık olarak bu farklı bir şekilde nitelendirilse de. Ama esas itibarıyla işleyişleri aynı.

Bence biz Müslümanlar için bilhassa da koyu ten rengine sahip Müslümanlar için durum bulunduğu ülkede, yabancı ama Hristiyan olanlardan daha zor. Özellikle de kadınlar için…

Şüphesiz. Bunu aynı zamanda elde ettiğimiz bilimsel veriler de kanıtlıyor. Özellikle kadınlar İslamofobi’den daha çok etkileniyor çünkü başörtüsü taktıklarında daha kolay fark ediliyorlar. Bu, meselenin bir yönü. Bu meslek hayatında, sokaklarda her gün yaşanan saldırılarda kendini gösteriyor.

Ayrıca İslamofobi camilere yapılan saldırılarda da kendini gösteriyor. Geçtiğimiz yıllarda Paris’te bunu çok sık yaşadık. Paris’teki Charlie Hebdo saldırılarından sonra başka ülkelerde de bunun örneklerini gördük. Buralarda da domuz kafaları, bağırsakları cami kapılarına bırakıldı vesaire. Bunlar İslamofobi’nin açıkça, hiç de saklanmadan kendini gösterdiği örnekler. Ya da seçim kampanyalarında karşılaşıyoruz: “İslamlaşmaya hayır!”, “Mülteci kaosuna hayır!”

Burada camilere yapılanlar bir sinagoga yapılmış olsaydı çok geniş güvenlik önlemleri alınır ve güvenlik zaafları da ortadan kalkardı. Konu camiler olunca nasıl bir tablo ortaya çıkıyor?

Antisemitizm bağlamında cevap verecek olursak, şu açık ki antisemitizm savaş sonrası Avrupa’sının gözünde büyük bir suçtur. Savaş sonrası Avrupa’sında antisemitizme yer yoktur. Her ne kadar bazı açılardan hâlâ aksi söz konusu olsa da. Ama resmî olarak antisemitizm asla kabul edilemez. Bu yüzden de bir fark gözetiliyor. Her gruba karşı ırkçılık yapabilirsiniz, İslam düşmanı olabilirsiniz ama antisemitist olamazsınız.

Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mülteci anlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

  • Türkiye’nin, bilhassa Almanca konuşulan ve çok sayıda Türk’ün de azınlık olarak yaşadığı ülkelerde, İslam ile özdeş olarak algılanması çok önemli bir husus. Bunu kendi araştırmalarımda da gördüm, sağ popülistler için Türkiye eşittir İslam demek.
  • 2005 yılında Viyana’da seçim kampanyalarında şöyle bir slogan vardı: “Viyana İstanbul olamaz!” İstanbul ne anlama geliyor? İstanbul, Viyana gibi bir başkent değil. İstanbul, büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun sembolüdür. Yani, Almanca konuşulan ülkelerde Türk ve Müslüman eş anlamlı kelimeler. Bu da birçok hususta kendini açıkça gösteriyor. Mesela bunu Erdoğan hakkındaki söylemde de görüyoruz, belki bir de kısmen Putin hakkında konuşulurken. Ama başka bir örneği yok.