Ges(t)ellschaft

​Ges(t)ellschaft
​Ges(t)ellschaft

Sanayi toplumunun özerk, rasyonel, uzman bireylerinin birbirleriyle ilişki içinde oldukları Gesellschaft’tan, matematiğin özerkliğinin kutsandığı sadece veriye indirgenmiş bireyin sürekli beslediği Gestellschaft’a doğru bir dönüşümü anlamaya çalışıyorum.

İnsan-teknoloji ilişkisi son üç yüz yıldır hızlı bir dönüşüme ve belirleyici kırılmalara sahne olmaktadır. İnsanlık teknolojinin peşine takılmış, tarım toplumundan sanayi/otomasyon toplumuna, sanayi toplumundan bilgi toplumuna ve şimdilerde bilgi toplumundan otonomlaşan veri-temelli, siber-fiziksel, eksponansiyel tekillik toplumuna doğru yokuş aşağı son hız yuvarlanmaktadır.

  • Aslında mevcut gidişatta dünyayı kasıp kavuran olayların devir açıp kapadığı ilk, orta, yeni ve yakın çağlardan, tarih öncesindekiler gibi, adını verdiği dönemin tamamını kapsayan vakitlere tekrar dönüş yaşıyoruz gibiyiz.

Şimdilerde ise bakır, tunç, demirin yerini veri almış durumda. Veri madenciliği kavramının veri-doğa-yeraltı-maden ilişkisini kurarken, ima ettiğimiz anakronolojik geriye dönüşü anlatan önemli bir açıklayıcılığı olduğunu varsayabiliriz.

Teknoloji kavramının başındaki “techne” ile teknoloji arasındaki “açığa çıkarıcı” ilişki artık kopmuştur.
Teknoloji kavramının başındaki “techne” ile teknoloji arasındaki “açığa çıkarıcı” ilişki artık kopmuştur.

Veri, daha sonraları modern zamanlarda sanayi devrimindeki hammaddeler içinden bir hammadde şeklindeki işlevinden ziyade, tarih öncesinde bakır, tunç ve demir örneklerinde olduğu gibi adını verdiği çağ ile arasındaki “tekil” tahakküme benzer bir kapsayıcılık sergiliyor. Veri, insan hayatına dair her şeyin bir parçası artık. Hepimizi yönetiyor ve yönlendiriyor.

Manipüle ediyor, propaganda yapıyor. Beğendiriyor ve nefret ettiriyor. Güldürüyor ve ağlatıyor. O yüzden, çağımız başka hiçbir adlandırmaya gerek kalmadan kolaylıkla Veri Çağı olarak anılabilir. Bunu bir ideolojiye dönüştürmek isteyenlerin gönlünden ve aklından geçse ancak adı sıkça zikredilmese de dataizm kripto ideolojisi her an canlı tutuluyor.

Tarihte bir adım geriye gidelim. Sanayi devriminden itibaren insanın, modern toplumla ilişkisini sayısallaştırmak yoluyla demografik olarak izlemek için istatistik bilimi doğdu. Foucault gibi düşünürler, biyopolitik ile dispozitif benzeri kavramlar yardımıyla modern nesnel hayatın, insan öznesini “takibi” hatta yönetişi hakkında ciltler dolusu yazdılar.

Modern anlamda sağlık, ulaşım, eğitim, suç, ceza, disiplin gibi kavramlar hep bu yönetişim sürecinde istatistiksel birer yönetim tarzı şeklinde yeniden tanımlandı. Sosyoloji, antropoloji, ekonometri hep böyle çıktı. Milliyetçilik ve ırkçılık hep bu hesaba kitaba dayalı söylemlerden türedi.

Bireyin teknolojiyle arasındaki kolaylaştırıcı ve “techne” kavramının etimolojisinden türeyen açığa çıkarıcı etkileşim, Gestell’de mecburiyete dönüşmüştür.
Bireyin teknolojiyle arasındaki kolaylaştırıcı ve “techne” kavramının etimolojisinden türeyen açığa çıkarıcı etkileşim, Gestell’de mecburiyete dönüşmüştür.

Hâlbuki mühendislik ve sayısal düşünce insanlık tarihi kadar eskidir. Ortaçağ’dan itibaren “engineering” (mühendislik) kavramının askerî teknoloji ve askerî mimari ile ortaya çıkmaya başladığını düşünürsek, sanayi devriminin sivil/sosyal etkilerinin iyice hissedilmeye başlandığı 19. yüzyıl başlarına kadar toplumların teknolojiyle ilişkisi bir bakıma savaş veya savunma dönemleriyle sınırlı kaldı.

İnsan, Batı felsefesinde kendine barış zamanlarında da “seküler özne” olarak yer açtığında ise teknolojiyle ilişkisi üzerine daha fazla söz üretir oldu. Sanayi devrimi sürecinde insana biçilen roller, daha doğrusu sanayi devriminin ortaya çıkardığı iş modellerinde insanın rolü ve teknolojiyle olan arz talep ilişkisi düşünce tarihinin o günden sonraki gündemine oturdu. Mühendislik sadece makine, yol, araç, bina yapmakla kalmadı, sosyal mühendislik ile toplumlara da ayar vermeye başladı. Araç değil, amaç hâline getirildi.

Toplumcu bakış açısına sahip Ferdinand Tönnies'in en bilinen eseri Gemeinschaft und Gesellschaft 'tır.
Toplumcu bakış açısına sahip Ferdinand Tönnies'in en bilinen eseri Gemeinschaft und Gesellschaft 'tır.

Tam da bu noktada, Alman sosyolog Ferdinand Tönnies’in iş bölümünün geliştiği, akılcılığın egemen olduğu, akılcı istemler tarafından belirlenen her türlü birlikteliği, kabaca sanayi toplumunu anlatmak üzere kavramsal bir araç olarak ortaya attığı, daha sonra Weber’in daha idealize ederek modern kapitalist cemiyeti ele aldığı Gesellschaft kavramını hatırlamakta fayda var. Benim başlıktaki önermem ise bir tashih içermiyor.

Gesellschaft yazarken elim arada kazayla t harfine dokundu da Gestellschaft çıkmadı. Sadece teknolojiyi üretimin içinde araçsallaştıran, böylelikle araçlarda zengin fakat amaçlarda fakir, tamamen nesnel bir hâle getiren bu mekanik/endüstriyel bakış açısına, doğanın matematikleşmesi ve öznelliğin metafiziği üzerinden cevaplar arayan Heidegger’in ortaya attığı Gestell kavramını hatırlatıp, hatta bir adım ileriye taşıyarak veri çağı toplumunu araştırmaya yardımcı olabilecek yeni bir kavramsallaştırmanın konusu yapma arayışındayım.

  • Sanayi toplumunun özerk, rasyonel, uzman bireylerinin birbirleriyle ilişki içinde oldukları Gesellschaft’tan, matematiğin özerkliğinin kutsandığı sadece veriye indirgenmiş bireyin sürekli beslediği Gestellschaft’a doğru bir dönüşümü anlamaya çalışıyorum.

Facebook’a üye 2,5 milyar insan, Instagram’a, Twitter’a, Google’a müptela insanların bir kuruş ödemeden aslında son derece karmaşık işlemler yaptıkları platformların nasıl finanse edildiğine dair hiçbir fikirlerinin olmaması bana çok ilginç geliyor.

Modern Zamanlar ya da Asri Zamanlar, 1930'lu yıllarda hüküm süren Büyük Ekonomik Buhran sırasında makineleşmenin de etkisi ile bozulan ekonomik ve toplumsal koşulları, artan işsizlik sorununu dile getireyor.
Modern Zamanlar ya da Asri Zamanlar, 1930'lu yıllarda hüküm süren Büyük Ekonomik Buhran sırasında makineleşmenin de etkisi ile bozulan ekonomik ve toplumsal koşulları, artan işsizlik sorununu dile getireyor.

Bu meraksızlık ve gamsızlık içinde, kullandıkları teknolojinin kendilerine sağladığı tüm araçsallık, lüks ve konforun arkasına sığınarak “Nasıl oluyor?” sorusundan kaçmaları ve tefekkürü boşlamaları canımı sıkıyor. O arada, Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmindeki Gesellschaft ile Black Mirror’daki Gestellschaft’ı ayrıştırmaya gayret ediyorum. Gesellschaft’ta matematik teknoloji üretmek için kullanılan bir araç iken, reklam hâlâ kitle iletişimin bir parçasıyken, Gestellschaft’ta matematiğin özerklik iddiası ve insana, doğaya dair her şeyi çerçevelemeye çalışması, reklam ve propagandanın alabildiğince mikrolaşması, optimizasyonu ve kişiselleştirilmesi gözüme çarpıyor.

Gesellschaft’ta yaşanan dünya savaşlarını matematik, teknoloji ve bilim atom bombasını icat ederek ve Enigma gibi kriptoloji araçlarını çözerek sona erdirirken, Gestellschaft’ın teknoloji-metafizik matrisinde savaş, insanoğlunun kendisini, manevi başarılarını anlamlandıran yeni algoritmik/otonom bir şekle bürünmüştür.

  • Öyle ki ne ilginçtir, yapay zekâ sahasında faaliyet gösteren beş altı makine öğrenme ekolünün algoritmaları, hem eğlendirmekte hem hastalık teşhis etmekte hem insanları eğitmekte hem de öldürmekte kullanılmaktadır. Tabir yerindeyse insanlığın geleceği bu beş altı ekolün algoritmik çözümlemelerine mahkûmdur.

Ünlü Alman filozof Heidegger, modern teknoloji ve insan arasındaki ilişkiyi kapsayıcı, çerçevelendiren ve bir bakıma tahakküm eden bu bağlamda ele alır; vardığı noktadaki çerçeveye Gestell adını verir. Ona göre teknoloji araç olmaktan çıkmış ve insanın varoluşsal bir sorunu hâline gelmiştir.

Heidegger 1949-1955 yılları arasındaki yazılarında Gestell üzerine çok durur. Modern teknolojinin, teknolojik değil, Gestell olduğunu iddia eder.

Bu anlamda modern teknoloji bağlamında, özellikle veri çağında olan ne varsa Gestell tarafından içine alınır, yutulur, çerçevelenir, kontrol edilir.

Teknoloji kavramının başındaki “techne” ile teknoloji arasındaki “açığa çıkarıcı” ilişki artık kopmuştur. Teknoloji özünü kaybetmiş, rasyonel ve özerk akla hizmet eden araç olmaktan çıkmış, algoritmik ve matematiksel aklın veri yoluyla tahakkümüne sahne olan Gestell’e dönüşmüştür.


Alman filozof Martin Heidegger, varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden biri olarak biliniyor.
Alman filozof Martin Heidegger, varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden biri olarak biliniyor.

Heidegger 1976’da öldü. Algoritmaların, iş gücü, zekâ ve öznenin yerini aldığı ve artık manipüle edilmeye gönüllü bireylerin yaşadığı Gestellschaft’a ve bunu kendi emelleri etrafında şekillendirmek isteyen Germen vatandaşlarının endüstri 4.0 isimlendirmesine yetişemedi. İnsan yüzünün, retinasının, parmak izinin ve sesinin nasıl şifreleri açmak için kullanılmaya başlandığını, biyometrik veriyi, akıllı telefonları, sosyal ağları, hiçbirini göremedi. Siri’ye felsefi sorular soramadı.

Yapay zekâ kavramını belki Norbert Wiener, Hubert Dreyfus’tan duydu, ama makine öğrenme ile derin öğrenme dallarında yaşanan insan zekâsını zorlayıp insan dehasına yetişmek için yapılan ileri çalışmaları öğrenemedi.

Algoritmaların, nasıl kendi kendine öğrenen özerk makineler ortaya çıkardığını, yapay zekâların nasıl eşitsizlik ve adaletsizlik yayabileceğini, Harari, Bostrom vb. proje taşeronlarının tanrı-insan, süperzekâ fikrine yakın yeni ırklar peşinde koştuklarını dinleyip kendi görüşlerini beyan edemedi.

  • Kısaca ortaya attığı Gestell’in, tam manasıyla toplumu da içine alan matematiksel, algoritmik, insan+makine+yapay zekâ sonucu bir ilişki ağına, bizim ifademizle Gestellschaft’a dönüşümünden habersiz gitti.

Bireyin teknolojiyle arasındaki kolaylaştırıcı ve “techne” kavramının etimolojisinden türeyen açığa çıkarıcı etkileşim, Gestell’de mecburiyete dönüşmüştür. Sosyal medya kanalları, bilgisayar oyunları, anlık mesajlaşma, görüntülü konuşma, alışveriş siteleri, sağlık uygulamaları, eğitim platformları, sibergüvenlik yazılımları, online bankacılık, medya siteleri aracılığıyla maruz kalınan reklam algoritmaları Gestellschaft’ın çimentosudur.

Hemen her gün “Takip ediliyoruz”, “Her şeyimizi biliyorlar”, “Manipüle ediyorlar” sözleriyle öcüleştirmeye çalışırken farkında olmadan cicileştirdiğimiz durum ise bu yeni veri çağının iş modelleriyle yüzleşememekten başka bir şey değildir. Bilerek, kasten, farkında olarak, kendi rızamızla ama kabullenmeden ve tasvip etmeden, veriye indirgenmiş bireyler olarak bu paradoksu her gün diri ve taze tutarak hapsedildiğimiz yeni cemiyeti, yeni yaşamı, yeni ilişkileri, yeni iş modellerini, özetle Gestellschaft’ı yaşıyoruz.