Kiraz bilgeliği

Bir Hitit duası şöyle der: “Tanrım! Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı öğret.” Bense sessizce şöyle dua ediyorum: “Tanrım! Bir kiraza bakmak için yavaşlamayı öğret.”
Bir Hitit duası şöyle der: “Tanrım! Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı öğret.” Bense sessizce şöyle dua ediyorum: “Tanrım! Bir kiraza bakmak için yavaşlamayı öğret.”

Bir kiraza bakmak bahtiyarlıktır. O bahtiyarlığın tam ortasındaki hüzündür. Melankolinin kara güneşi altındaki bir kiraz ağacına bakarak Faust’tan şu cümleleri okuduğumda nasıl da irkilmiştim: “Ruhlar âlemi kapalı değildir. Senin zihnin kapanmış ve kalbin ölmüş! Fakat sen mahzun olma, ey şakirt, kalk ve o fâni göğsünü şafakların kızıllığında yıka.”

Dil’in kirazları

Kiraz ağacının yapraklarını okuyup ezberlemek. Kiraz ağacını öpe öpe büyümek.
Kiraz ağacının yapraklarını okuyup ezberlemek. Kiraz ağacını öpe öpe büyümek.

Bir şiirimde “..bahçeden/melek geçiyordur, bir sandalye/Dil’den kirazı al, ye/küpe olmak içinse neden/siz bir söz olmuyorsunuz” demiştim vaktiyle. Dil’den kirazı alıp yemek kime nasip oldu bilmiyorum ama ben bir Söz oldum çoktan; -yani küpesi haziranın.. “Yaz yaşama sevincidir” gibi bir şey demişti Tolstoy, hatırlıyorum. Bir şair de “âh kimselere bırakmam yaz olmayı.” Bir başkası, “Hangi yaz seni nennileyebilir?” Yaz, hazirandır ve kiraz mevsimi biraz. “Yaz bir önceki yazın kalbidir”, öyleyse kirazlar da bir önceki yaz kirazlarının kalbidir.

Elitis

Kiraz ağacının yapraklarını okuyup ezberlemek. Kiraz ağacını öpe öpe büyümek. Odisseus Elitis, kiraz ağaçlarını hatırlatan şairdir bana. Çocukluğumda bıraktığım o kiraz ağaçlarını onun şiirlerinde hatırladım. Hatta şiirlerinden kiraz kopardığım bile oldu. Ege’nin gün batımlarını kiraza benzeterek metafor kurmaya çalıştım. Pembe kirazlarla süsledim yanaklarımı.

  • Kulaklarıma küpe ettim söylenmemiş sözleri. Dilim, kirazı tattığında dünyanın tadını mı alıyordum? Dünya, “tadılan bir şey”se eğer, bunu fark etmeyi biraz da kirazlara borçlu olduğumu söylemeliyim.

Yavaşlık

Ve bende olan herkese... Yavaş yavaş tadına baktım kirazın; ve kiraz bahçelerinde aradım Zaman’ı.
Ve bende olan herkese... Yavaş yavaş tadına baktım kirazın; ve kiraz bahçelerinde aradım Zaman’ı.

Bir Hitit duası şöyle der: “Tanrım! Bir çiçeğe bakmak için yavaşlamayı öğret.” Bense sessizce şöyle dua ediyorum: “Tanrım! Bir kiraza bakmak için yavaşlamayı öğret.” Bir kiraza bakmak bahtiyarlıktır. O bahtiyarlığın tam ortasındaki hüzündür. Melankolinin kara güneşi altındaki bir kiraz ağacına bakarak Faust’tan şu cümleleri okuduğumda nasıl da irkilmiştim: “Ruhlar âlemi kapalı değildir. Senin zihnin kapanmış ve kalbin ölmüş! Fakat sen mahzun olma, ey şakirt, kalk ve o fâni göğsünü şafakların kızıllığında yıka.” Neden bilmiyorum, bu pasajı okuduğumda aklıma birdenbire “İnşirâh” suresi geldi. Biri insan kelamı diğeri ilahi kelam olmasına rağmen her iki “senin” hitabını neden üzerime almıştım ki? Öyledir, her şeyi üzerimize almaların vaktidir kiraz mevsimi. Şafağın kiraz bahçelerinden rüzgâr geçse âteş kesilir, dedim kendi kendime. Ve bende olan herkese... Yavaş yavaş tadına baktım kirazın; ve kiraz bahçelerinde aradım Zaman’ı.

Kiraz düşleri

“Duman ve kırmızı buğdaydan/Bir hülya ol kendin için” dizlerini okuduğumda Rousselot’nün ne olmakta-olduğumu anlamıştım: Hülya. Evet, kendim için bir hülya olmak için tüm yapıp etmelerim, eylemsizliklerim...

Çocukluğumun büyük buğday tarlalarında geçen ikindilerine dair hatırladığım düş-imge, tarlanın neredeyse ortasında tek, yalnız bir kiraz ağacı. Şimdi, geçmişin düşünü mü kuruyorum ben? Yoksa düşü mü şimdiye taşıyorum?

O şair Levin’in buğday tarlalarının ortasında da bir kiraz ağacı var mıydı? “Bir hülya ol kendin için” dizesinin beni nasıl deli ettiğini bilemezsiniz. Kiraz, âh düşleri emziren anne ve ebedî kızı Zaman’ın. Ağacı Argos’a dönüştüren yaz düşü... Kiraz şiirdir; “hem düş-kuranı hem de düş-kuranın dünyasını inşa eder” ikindi ile akşam arasındaki o bulutumsu boşlukta...

Yûnus’un kirazları

Babamın, geçen yaz, temmuzda, kirazlar için söylediğidir: “Bu sene kiraz vermedi hiç. Olanları kuşlar yedi; yere dökülenleri de kaplumbağalar...”
Babamın, geçen yaz, temmuzda, kirazlar için söylediğidir: “Bu sene kiraz vermedi hiç. Olanları kuşlar yedi; yere dökülenleri de kaplumbağalar...”

Kindî, “Âlemde bulunan her şey hareketlidir. Hareketse hâllerin değişmesidir” der. Yûnus Divanı’nın en güzel şiirlerinden biri de şöyle başlar: “Hak bir gönül verdi bana hâ demeden hayrân olur/Bir dem gelir şâdî olur bir dem gelir giryân olur”. Ve sonra şöyle der: “Bir dem gelir söyleyemez bir sözü şerh eyleyemez/Bir dem dilinden dür döker dertlilere dermân olur” Ve sonra da şöyle der: “Bir dem çıkar arş üzere bir dem iner tahte’s-serâ/Bir dem sanasın katredir bir dem taşar ummân olur”. Öyledir, bir dem gelir, her şey susar, yalnız Yûnus konuşur. Yûnus kiraza-durur.

Kiraz bilgesi

Babamın, geçen yaz, temmuzda, kirazlar için söylediğidir: “Bu sene kiraz vermedi hiç. Olanları kuşlar yedi; yere dökülenleri de kaplumbağalar...” Babam, evet, o kiraz bilgesi. “Zamansız bahçeleri” kucaklayan adam. Bunu, hüznünü süsleyen bir edayla söylemişti. İnsanlar için yoktu, vermemişti kiraz, evet ama kuşlar ve kaplumbağalar için vardı işte, vermişti.

Kuşların ve kaplumbağaların kirazı bu kadar sevdiklerini bilmiyordum doğrusu, belki de fark etmemiştim daha önce hiç. Kiraza-duran bir ağaç olmayı o an nasıl da istemiştim. Biraz kiraz ağacı kadar olabilecek miydim dünyada? “Sen şair, hiç gül kopardın mıydı gülden” dizesini “sen, şair, hiç kiraz kopardın mıydı kirazdan” şeklinde bin defa döndürdüm dilimin ucunda.

Burada-Olmak

 Un ufak olan bir dağ; o dağdaki tek ağaç kiraz...
Un ufak olan bir dağ; o dağdaki tek ağaç kiraz...

Kiraz pembesi bir ikindiüstü varoluşumun farkına vardım ben... Kirazlar dallarındaydı, ben dünyadaydım. “Burada-olmak”ı sezdim. Öyleyse kirazı dilimle tadabilirdim; Dil’imle. İmle. Dünyayı kirazı tadar gibi tadabilirdim; Dil’imle. İmle. Ben dünyayı da kirazları da gözlerimle gördüm rimle bildim, rimle sevdim, rimle tattım... Akşam olmamıştı henüz, akşama doğruydum, ama batış gibi değil. Gurûb dopdolu bir kiraz ağacına teşbih edilmiş olsaydı, ben de kiraz ağacı gibi hisseder kendimi ve “beni hep akşam gibi gösterir gövdem” diyebilirdim. Ben ne zaman kendimi düşlediğimi düşlesem gökten elma değil hep üç dal kiraz düşer. Kiraz ile akşam tunç kafiyelidir ve bir tek sen bilirsin bunu. Sen bilirsin kiraza-durmak ile şiire-durmanın bir ve aynı şey olduğunu.

Sen ağaçsın, kiraz ağacı

“Tanrı baktı yüzüme; kör etti...

Sen ise ağaçsın” diyen şairi, Rilke’yi seziyorum. Kirazçiçeklerine bakarak yaşadığım kamaşma. Sanki nûrusiyâh... Un ufak olan bir dağ; o dağdaki tek ağaç kiraz... Bu nasıl bir düş? Evet, sen ağaçtan başka bir şey değilsin, ve o ağaç beni ele geçiriyor. Algı ile imgenin ayrılmazlığı ya da hayal ile gerçeğin. Ey “görünmez’in arısı” şair, Dil’in o bal kirazlarını dök sepetine Aşk’ın. Çünkü körsün, ve çünkü ben bir ağacım.

Söylenmeyenin güzelliği

Kiraz kimin dudağı? İşte bu sorudur yıllardır kalbimi meşgul eden. Kiraz kimin dudağı? Ve ne söyler bir şairin kulağına. Ne söylerse güzel söyler, sessiz söyler, kelimesiz harfsiz söyler. Pembe söyler, beyaz, söyler, sarı söyler ve kırmızı... Söyledikten sonra söyler; söylenmeyenin güzelliğiyle söyler... Bazen ferahfezâyla bazen aryayla söyler. Kiraz kimin dudağı, diye sorana söyler... Susar gibi söyler. Kiraz bu; söyletir!

Türkçenin bahçesi

“Türkçe’nin bahçesinden kiraz çalmazsa/ne yer ne içer ne yazar şair dediğin!” Haydar Ergülen böyle söylüyor. “Türkçe’nin bahçesinden kiraz çalan şairlere selam olsun. Ve dahi kiraza-çalan şairlere... Kiraza-duran şairlere... Kirazca-söyleyen şairlere...