Kırk Ambar - Su

​Kırk Ambar - Su
​Kırk Ambar - Su

Metinler arasında kopamayan bağlar vardır. Bu bağları belki farkında olarak belki olmaksızın kuruyor müellifler. Tabii ki bir eser telif edilirken müellifin zihninde neler olup bittiğini tam anlamıyla bilmiyoruz. Fakat şunu söylemek mümkün olsa gerek: Özü hiç değişmeyen, farklı kelimeler, farklı teşbihler, farklı anlatılar arasında hep sabit kalan bir “şey” var. İşte buradaki dört farklı metni de birbirine bağlayan bu “şey” su. Bütün bu metinleri Enbiyâ suresinin otuzuncu ayetinin farklı farklı yansımaları olarak okumak mümkün.


Metinler arasında kopamayan bağlar vardır. Bu bağları belki farkında olarak belki olmaksızın kuruyor müellifler. Tabii ki bir eser telif edilirken müellifin zihninde neler olup bittiğini tam anlamıyla bilmiyoruz. Fakat şunu söylemek mümkün olsa gerek: Özü hiç değişmeyen, farklı kelimeler, farklı teşbihler, farklı anlatılar arasında hep sabit kalan bir “şey” var. İşte buradaki dört farklı metni de birbirine bağlayan bu “şey” su. Bütün bu metinleri Enbiyâ suresinin otuzuncu ayetinin farklı farklı yansımaları olarak okumak mümkün.

Dedem Korkud ’un Kitabı: Salur Kazan’ın Evi Yağmalandığı Boyunu Beyan Eder

Bu hâlleri gördüğünde Kazan’ın kara kuyma gözleri kan yaş doldu, kan damarlara kaynadı, kara bağrı sarsıldı, düm yüreği oynadı. Konur atını ökçeledi, kâfirin geçtiği yola düştü gitti. Kazanın önüne bir su geldi. Kazan eydür: Su, Hak dîdârın [yüzün] görmüştür, ben bu su ile haberleşeyim, dedi. Görelüm hânum nice haberleşti, Kazan eydür:

Çağnam çağnam kayalardan çıkan su

Büyük büyük ağaç gemileri oynatan su

Hasan ile Hüseyin’in hasreti su

Bağ ve bostanın zîneti su

Ayşe ile Fatma’nın nigâhı su

Şahbaz atlar içdiği su

Kızıl develer gelip geçtiği su

Ak koyunlar gelip çevresinde yattığı su

Ordumun haberin bilir misin, söyle bana

Kara başım kurban olsun suyum sana

Yoksa karış veririm şimdi sana…

Kasîde der-Nât-ı Hazret-i Nebevî li-Fuzûlî

Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme

İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr’e su

Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl

Başını taştan taşa urup gezer âvâre su

14. yy.dan anonim Kısas-ı Enbiyâ

Andan Hak Teâlâ bir dâne gevher yaratdı. Onun ululuğu yirce gökçe idi. Ol gevherin yetmiş bin başı var. Her başında yetmiş bin dili var. Her dilinde yetmiş bin dürlü tesbih var, Tanrı’yı över. Andan ol gevhere nazar kıldı, ol nazardan eridi su oldu. Dahi kudreti önünde mevc urdu. Dahi eydürler ki: Her nesne ki vardır, tesbîhden fâriğ olur ammâ su hiç fâriğ olmaz, dâyim tesbîhe meşguldür. Zîrâ ne ide ki akar alçağa akar. Ol sebepden yarın mahşerde cemi mahlûka hesâb olur, suya yoktur.

Sır (Mustafa Kutlu)

Efendi mütebessim, “Ya ihvan” demişti, “Akpınar’ın suyu yine öyle büngül büngül akmakta mıdır?” Derekap el bağlamış, boynunu bükmüş “Belî Sultanım” diye usulünce cevap vermiş idi. (...) Ne zaman ki kapılar açıldı, mürit uzun mu uzun bir odanın öte başında Efendisini gördü. Efendi dahi onu gördü. Onu görmekle kalmadı, önünde domur domur terlemiş, Akpınar’ın suyu ile dolu testiyi fark etti. (…) Yandı mürit. Testiyi bırakıp tekkeden çıktı mürit.