Kırk Ambar- Dünya Vefasızdır

​​​Kırk Ambar- Dünya Vefasızdır
​​​Kırk Ambar- Dünya Vefasızdır

Edib Ahmed bin Mahmud Yüknekî

Dostluk yalan oldu, gerçek dostluk nerede hani? Binlerce dosttan bir tek doğru dost bulunmaz. Birçok insan görünüşte gerçek dost gibiyse de içten vefasızdır. Bunu bil.

Korkarım, sonunda hayırlı işler de ortadan kalkacak. İyiliğin başı gitti, elbette sonu da gidecektir. Kötülüğün önü geldi, sonu da gelecektir.
Korkarım, sonunda hayırlı işler de ortadan kalkacak. İyiliğin başı gitti, elbette sonu da gidecektir. Kötülüğün önü geldi, sonu da gelecektir.

Bugünlerde dünya insanlığının durumu çok kötüdür. Yazık, insanlık nereye gitti? Vefa gölünün suyu çekildi, kaynakları kurudu. Cefa, doldu taştı, denizden de enginleşti.

Hani sözünü tutmak, emaneti korumak; hani iyilik? Korkarım, sonunda hayırlı işler de ortadan kalkacak. İyiliğin başı gitti, elbette sonu da gidecektir. Kötülüğün önü geldi, sonu da gelecektir.

Dünya düşmanlık, eziyet ve cefa ile doldu. Hani bir vefalı? Varsa ara, bakayım. Sen bozuksun, onun için dünya da bozuldu. Niçin bu dünyaya sitem ediyorsun?

İslam garip idi yine garip oldu. İbadet riya, abid mecaz oldu. Meyhane mahallesi bayındır; mescit harap oldu. Halk beynamazdır şimdi.

Bilgin uygulamayı, zahit takvayı bıraktı. Arif, dans icat edip hoş sema ediyor. Bid’atten meneden insan kalmadı. Onun için bu bid’at her gün artmaktadır.

Hani emri maruf kılan iyi adam? İyi insanın duracağı yerin kendisi nerede? İnsanı bir yana bırakıp sen zamanı kötülersin. Zamanı yerme, insanları kötüle.

Kim ikiyüzlüyse saygın adamdır. Kendine rağbet edilmesini dilersen git ikiyüzlü ol. Haklı olana, hakkını kullanma yolları tıkanmıştır. Haksız olana ise bütün yollar gergeniştir.

Ey ahlaksız kişi, sevinçle dolaş. Bu senin zamanındır, istediğini yap. İstediğin gibi rahat ve kaygısız yaşa. Seni hangi yerde engellediler; sana hangi sözlerle engel çıktı?

Utanma kayboldu; araştırsan kokusunu bile bulamazsın. Helal yiyen kalmadı, helalin vücudu şöyle dursun eseri bile görünmüyor. Haram yiyen, yediğini haram saymıyor.

Halk zengin olan kimseye yönelip hür olan nefislerini ona kul yapıyor. Parası olmayanı görünce başlarını çevirip gözlerini yumarak geçip gidiyorlar.

Ey mala karşı hırslı adam, şunun gerçek olduğunu bil ki bu zenginlik bugün için kaygı ve düşüncedir. Yarın ise bir yük, bir vebaldir. Haram malın sonunda azap, helal malın da sonunda hesap vermek var.

Nefsin mala karşı niçin bu kadar hırslı davranmaktadır? Gönlünde mal üzüntüsü, dilinde hep malın sözü vardır. Kendin gidersin, bu mal da düşmana kalır. Sarınacak (kefen) bezini bile utandıkları için verirler.

Senin asıl malın, öbür tarafa geçirebildiğindir. Elinde tuttuğun da ancak bir özlemdir. Bugün için toplamak insana haz verebilir, ancak yarın bırakıp gitmek çok acıdır.

Bu dünyanın lezzeti bir terkiptir. Eziyeti çok, tadı azdır. Bal nerede ise arı da oradadır. Balın tadından önce arının zehrini tatmak gerekir.

Dünya hüner ve erdem sahibi kişilere çok daha vefasızdır. Hünersizler daha az cefa çeker. Erdem ile talihin bir araya gelmesi ise bulunmaz nadirden daha nadirdir.

Erdem sahibi bu dünyada nasıl bir kusur işlemiştir de bu dünya neden ona durmadan eziyet çektirir? Cimrileri yükselterek kıymetlileri yere vuruyor. Herhâlde bu kutsuz dünya artık ihtiyarlayıp bunadı.

Ey dünya üzerinde egemen olup dünyayı bazen övüp bazen de yeren kişi, bil ki her gelen iş, o Kadir-i Mutlak olan Allah’ın hükmüdür; insanın her karşılaştığı şey onun emri iledir.

Dünyaya bu türlü sövme ve azarlama nedendir? Kaza ve kaderi yürüten, düzenleyen Allah’tır. Ayağa diken kader ile batar. Geyiği tuzağa düşüren kaderdir.

Başa gelen her şey kaderdendir. Anlayışsızlar ise onu sebepten bilirler. Havada uçan kuşlar kader ile bazen kafese, bazen de kola konarlar.

Koşanın koşamayacağı mukadder ise, vursan da koşmaz. Kuvvetli yay kurmakla kader geri çevrilmez. Sana ıstırap, ona hazine bağışlayan Allah’tır.

Ey mustarip kimse, ıstıraptan şikâyet etme.

Edib Ahmed bin Mahmud Yüknekî, Günümüz Diliyle Atebetü’l Hakâyık/ Gerçeklerin Eşiği, Haz: Yaşar Çağbayır, Ötüken Neşriyat, 2009 s. 28.