Köylünün zamanı

​Köylünün zamanı
​Köylünün zamanı

Mahsul devşirilmiştir artık. “Harman sonu dervişlerin” ve başakçılarındır. Başakçılar, tarlada kalanları toplarlar; tıpkı akşam pazarından sonra tezgâhların arasında gezinen gariplerin rızıklarını aramaları gibi.

Katarların göçü, fırtınalar koparır. Rüzgâr ayaklarına kapansa da, gidenleri geri döndüremez. “Kuşlar da kaderle uçar” çünkü.
Katarların göçü, fırtınalar koparır. Rüzgâr ayaklarına kapansa da, gidenleri geri döndüremez. “Kuşlar da kaderle uçar” çünkü.

Benzeye benzeye yaz, benzeye benzeye kış gelir, demiş atalar. Anlaşılan; bahar ile güzü, birer köprü gibi görmüşler sadece. Bu köprülerin altından her yıl ne sular akar; üzerinden kuş sürüleri süzülür. Katarların göçü, fırtınalar koparır. Rüzgâr ayaklarına kapansa da, gidenleri geri döndüremez. “Kuşlar da kaderle uçar” çünkü.

  • Tarım ve hayvancılıktan maişetini temin eden köylü, zamanın da bir kaderi olduğunu müşahede ederek bilir. Kuş göçlerini, bitkilerdeki hareketliliği, ay ve güneşin deveranını gözlemlemeye dayanan tecrübesi, yıllık takvimini belirler onun. Huyunu öğrendiği havanın, suyuna gider hep. Bu sayede, bağ bahçe ve hayvan otlatma işlerini, hâle yola koyar; mahsulün ve davarın muhtemel zarardan korunmasını sağlar. Köylü için dünden belli olan senelik hava tahmini, kentlilere bir kehanet gibi gelebilir şimdi.

21 Aralık’tan 1 Şubat’a kadar, Ayaz Paşa yol keser civarda; hayvanların bakımı güçleşir. Derler ki: “Zemheride yoğurt isteyen, cebinde bir inek taşır.” Ardından, 1 Şubat ile 21 Mart arasındaki 50 günlük “hamsin” devresine sıra gelir.
21 Aralık’tan 1 Şubat’a kadar, Ayaz Paşa yol keser civarda; hayvanların bakımı güçleşir. Derler ki: “Zemheride yoğurt isteyen, cebinde bir inek taşır.” Ardından, 1 Şubat ile 21 Mart arasındaki 50 günlük “hamsin” devresine sıra gelir.

Halk takviminde bir sene, Kasım ile Hızır, yani kış ve yaz olmak üzere başlıca ikiye taksim edilir. 179 gün süren ilk kısım, miladi takvimde yer alan kasım ayının sekizinde başlayıp, mayısın altısına tekabül eden Hıdırellez’e kadar devam eder. Bu dönemin ilk üç safhasını oluşturan “sayılı günler”, çay ve sohbetle geçirilir köylerde.

Alamet-i farikası Ülker yıldızı olan kasım dönemi, kendi arasında dört safhaya ayrılır. İlki, 45 günlük bir devredir ki, “kasım” diye adlandırılır. İkincisi 40 gün süren, “erbain” ve “kara kış” namıyla da bilinen “zemheri”dir. 21 Aralık’tan 1 Şubat’a kadar, Ayaz Paşa yol keser civarda; hayvanların bakımı güçleşir. Derler ki: “Zemheride yoğurt isteyen, cebinde bir inek taşır.” Ardından, 1 Şubat ile 21 Mart arasındaki 50 günlük “hamsin” devresine sıra gelir. Evliya Çelebi ’nin Seyahatname’sinden öğreniyoruz ki, dillere destan hamsi balığının adı buradan mülhemdir:

  • “… Lazların üzerine düştükleri, alışverişi hakkında kavga ettikleri hamsi balığı vardır. Bu balık, Hamsin’de çıktığı için hamsi balığı derler.” Bu dönemin içinde, “gücük” adı verilen şubatın, kendisi küçük ama hatırı büyüktür. Halkın, “Kasım yüz, gerisi düz” dediği gün, 15 Şubat’a tekabül eder. Artık soğuğun inadı kırılacak demektir; toprağın içi kıpır kıpırdır. Hem bu ayda cemrelerin ikisi düşer de, buzlar tutunacak dal bulamaz kendine. Evet, sayılı günler nihayete ermiştir; ama ihtiyatlı davranmakta fayda vardır. Ne demişler? “İşini kış tut da, yaz çıkarsa bahtına.” Kasımın dördüncü, yani son safhası, 1 Mart’tan 6 Mayıs’a kadar hükmünü yürütür ve “oğlak kışı”, “leylek kışı” gibi latif isimlerle anılır.

Devran dönmeye başlasa da, yaza vakit vardır daha. “Getir bana Hızır’ı, getireyim sana yazı.” Hızır günlerine kadar havaya aldananlar, bir diğer söyleyişle, dereyi görmeden paçayı sıvayanlar zarara uğrayacaklardır. Güneşe bakıp da çiçeğe duran ağaçlar, eğer soğuk vurursa eşinden ayrılmış turnaya döner. Kasımın son safhası olan oğlak kışı aldatıcıdır hasılı. Ayaza çeken 11-17 Mart’tan hemen önce, ihtarlara aldırmayıp yaylaya çıkan ihtiyar bir hanımın hayvanları, donarak telef olmuştur.

Nisan tarihlerine denk düşen, “her günü bir devir” sayılan sitte-i sevrdir. Hani, 23 Nisan Çocuk Bayramı bulutlu geçer hep; sebebi budur zahir.
Nisan tarihlerine denk düşen, “her günü bir devir” sayılan sitte-i sevrdir. Hani, 23 Nisan Çocuk Bayramı bulutlu geçer hep; sebebi budur zahir.

Halk takviminde “berdelacuz” da denilen “kocakarı soğukları”, işte bu hikâyeden adını alır. Nisan ayı da, kazma kürek yaktıran marttan geri kalmaz. Ahali arasında, “Kork aprılın beşinden, öküzü ayırır eşinden” diye söylenegelir. 5 Aprıl, 18 Nisan’a denktir; o gün çıkan fırtınaya “camız kıran” derler. Bu isim de, bir hikâyeye tutunur yine. Bir çiftçinin sabana sürmek için tarlaya götürdüğü iki sığırından biri soğuk sebebiyle zayi olunca, o günün adı camız kıran kalmıştır. Nisan, şifalı görülen yağmurların düştüğü aydır aynı zamanda.

Bazı yörelerde bu yağışlar, “saç uzatan yağmur” namıyla anılır. Oğlak kışının elaman dedirten bir diğer vakti, 20-25 Nisan tarihlerine denk düşen, “her günü bir devir” sayılan sitte-i sevrdir. Hani, 23 Nisan Çocuk Bayramı bulutlu geçer hep; sebebi budur zahir. Gözümüzün nuru güneş, boğa yani sevr burcundadır; sağı solu belli olmaz bu yüzden. “Kimin arabasına binersen onun düdüğünü çalarsın” misali.

6 Mayıs’a tekabül eden Hıdırellez’le birlikte, mayısın ve rençberin yüzünde güller açar. 184 gün sürecek Hızır günlerinin, yani rızık mevsiminin kapısı aralanmıştır. Ağılda doğan oğlağın, ovada otu biter şimdi. Tabiatla hemhâl olan köylümüz, takvim hesabının yanı sıra, mahlukatı temaşa ederek de yazın geldiğini gözlemler. Gamlı baykuşun ötüp, nazara karşı kullanılan üzerlik otunun yeşermesini, güvenilir bir ulak kabul etmiştir o. Yaz mevsimini şöyle konuşturur muhayyilesinde: “Bir kuşum var ötmeyince, bir otum var bitmeyince gelmem.” Efendim, keçinin kuyruğu gibi ipuçlarından yola çıkarak, anlık hava durumu tahmininde de bulunur üstelik. Bu da bir başka kehanetidir onun.

Köylü, “sapan ayı” diye tanımladığı mayısla birlikte, adımını sağlam atar yere. Ancak, gözünü semadan ayırmaz. Çünkü, kasımın kılıcı misali Ülker yıldızı, zaman zaman ışıldayacaktır başı üstünde. Mesela, 31 Mayıs’a denk gelen Ülker fırtınası günü, zarar görmesin diye hayvanlarını yabana salmaz. Haziran ayını, tarlada ter dökmekle geçirir malum. “Orak ayı” denilen temmuzu da keza. Ekinler orağa gelecek denli olgunlaşır bu dönemde.

10 Temmuz, “bevarih” denilen sıcak rüzgârların sonudur. Asıl sıcaklar, “harman ayı” olan ağustosun ilk haftası çöker. Yaprak kımıldamayan bu günlere, “eyyam-ı bahur” denir. Şu söz, güneşin alnında çapa sallayan çiftçiyi gayrete getirmiştir: “Ağustosta beyni kaynayanın zemheride tenceresi kaynar.” Neyse ki, “Ağustosun yarısı yaz yarısı kıştır.” Haddini aşan her şey gibi, hava da zıddına inkılap eder. Devran döner, fırtınalar birbirini kovalar. Tabiattaki hareketlilik, gönle dahi tesir eder. 2 Eylül’de çıkan ve güzün başladığını haber veren Mihrican fırtınası, bir Yozgat türküsünü şöyle havalandırmıştır: “Mihrican mı değdi gülün mü soldu/Ağlama gözlerim Mevlam kerimdir.” Gül solar da, bülbül gülzarda eğlenir mi hiç. Turna geçimi, Kırlangıç fırtınası gibi adlar, bu dönemdeki kuş göçlerinden adını almıştır.

Gökyüzü gibi arz da tenhalaşır. Mahsul devşirilmiştir artık. “Harman sonu dervişlerin” ve başakçılarındır. Başakçılar, tarlada kalanları toplarlar; tıpkı akşam pazarından sonra tezgâhların arasında gezinen gariplerin rızıklarını aramaları gibi. Hızır günlerinin son deminde yolcular yollarına koyulurlar. Rivayete göre, onlardan birinin şöyle söylediği duyulmuştur: “Leylek der ki, (Hızır) 120’de duramam, 130’da kalamam.” Leyleğinki zengin kalkışı değildir zahir. Diğer kuşların da keza. Yorucu iş kalmadığından sebep, rençberler ekim ayına “avara” demişlerdir. Kasım, dönüp dolaşıp gelmiştir işte. Köylü, meydanı kara kışa teslim edip köşesine çekilir. Kâh evde kâh kahvehanede kâh köy odasında, hem dinlenecek hem de sayılı günlerini hesap edecektir yine. Ona göre, “Ay aydın, hesap bellidir.”