Memleketi biz (mi)yönetiyoruz!

Bugün Türkiye’de 120 binden fazla faal dernek, 5 binin üzerinde vakıf var ve bu sayıya her yıl yaklaşık 4 bin yeni dernek, yüzden fazla vakıf ekleniyor.
Bugün Türkiye’de 120 binden fazla faal dernek, 5 binin üzerinde vakıf var ve bu sayıya her yıl yaklaşık 4 bin yeni dernek, yüzden fazla vakıf ekleniyor.

Emaneten devraldığımız STK’ları, bizden sonra görev alacak olanlaraidari ve finansal açıdan güçlenmiş olarak teslim edebiliyor muyuz yoksakurumların uzun yolculuklarını hesaba katmadan, onları kendi kişiselhikâyelerimizin bir aracı mı sayıyoruz?

Sivil toplum kuruluşu… Yaygın kullanılan ve artık bir bakıma kavramsallaşan kısaltmasıyla STK. Misyonu kadim, içeriği tanıdık, formu yeni. Farklı tanım ve yaklaşımlarda vakıf, dernek, meslek odası, kooperatif, sendika, siyasî parti ve hatta üniversiteleri de içine alan geniş bir saha. Ben bu yazıda daha çok vakıf ve dernekleri kastederek kullanacağım.

Niceliksel açıdan en küçük dernekte dahi, asil ve yedek üyeleriyle birlikte takriben 20 kişilik bir yönetim ve denetim kurulu mevcut.
Niceliksel açıdan en küçük dernekte dahi, asil ve yedek üyeleriyle birlikte takriben 20 kişilik bir yönetim ve denetim kurulu mevcut.

Bugün Türkiye’de 120 binden fazla faal dernek, 5 binin üzerinde vakıf var ve bu sayıya her yıl yaklaşık 4 bin yeni dernek, yüzden fazla vakıf ekleniyor. Kooperatif, oda ve sendikalar da eklenecek olursa Türkiye’deki STK’ların sayısı 200 bine yakın. Belirtmek gerekir ki, tüzel kişiliği bulunmayan şube ve temsilcilikler bu sayıya dahil değil.

Faaliyet alanı baz alındığında, derneklerin 38 binini “meslek ve dayanışma”, 27 binini “spor”, 18 binini “dinî hizmetler”, geri kalan yaklaşık 40 binini de eğitim, sağlık, insanî yardım, kültür-sanat vd. alanlarda faaliyet gösteren dernekler oluşturuyor.

Niceliksel açıdan en küçük dernekte dahi, asil ve yedek üyeleriyle birlikte takriben 20 kişilik bir yönetim ve denetim kurulu mevcut. Bu da çok basit bir hesaplamayla Türkiye’de 4 milyona yakın STK yöneticisi bulunduğu anlamına geliyor. Birden fazla STK’da görev alanlar azımsanmayacak miktarda ise de, bu sayı her halükarda milyonları bulacaktır. Yani söz konusu STK’larla çeşitli açılardan etkileşim içinde olan, faaliyetlere katılan ya da hizmet alan bireyler hesaba katılmaksızın, yalnızca temsil ve yönetim organları itibariyle değerlendirildiğinde bile ortaya çok büyük bir yekun çıkıyor. Bu yazıyı okuyan kıymetli okurun kahir ekseriyetinin de geçmişte veya halihazırda en az bir sivil toplum kuruluşunda aktif rol aldığından eminim.

  • Öte yandan STK’lar içerisinde yalnızca derneklerin üye sayısı 10 milyonun üzerinde. Bu üyeliklerin her zaman aktif bir bağlılık ve aidiyeti ifade etmediği düşünülebilir. Ancak resmiyette üyesi olmadığı halde bir derneğin çalışmalarına katılan, gönüllü olan, hizmet alan ve o derneğe aidiyet duyanlarla dengelendiğinde kefenin ikinciden yana daha ağır basacağını söylemek yanlış olmaz. Bu da STK’ların toplumsal yapı içerisindeki etki alanlarına ilişkin ciddi bir veri sunuyor bize.

Öyleyse STK’larda yönetim mekanizmalarının, karar alma ve uygulama süreçlerinin, bu süreçlere etki eden/etmesi gereken değer ve ilkelerin, ölçme-değerlendirme kriterlerinin, kurumsallaşma yönündeki çabaların, iş yapma biçimlerinin, toplumun tüm kesimlerine söylediği bir şeyler olmalı.

Bunun üzerine kafa yorabiliriz.

*

Birçoğumuz, içinde bulunduğumuz irili ufaklı STK’larda bir yönetim sınavıyla karşı karşıyayız. Bize daha büyük ölçekli yönetim mekanizmaları için modelleme imkanı sunan bu öğretici süreçler, karşılaştığımız bu meydan okumalar, aslında kendimizi test ederek insaf ölçülerimizi ayarlamamıza yardımcı olacak mecralar aynı zamanda. Nitekim, özellikle siyasî mekanizmaları değerlendirirken esas alınan kriterlerin, dillendirilen argümanların, var olduğu kabul edilen çıtanın, ölçekleri farklı olmakla birlikte STK’lar için de geçerli olduğunu, olması gerektiğini söyleyebiliriz.

Bu, şu yüzden önemli: Bir genelleme yapmadan, ülke yönetimi meselesini, bu meselenin sorumluluğunu, özellikle ve yalnızca siyasî mekanizmalar üzerinden okuma eğiliminin oldukça yaygın olduğunu düşünüyorum. Ancak STK’ların etki gücü her geçen yıl giderek genişliyor. Bu da onlara ürettikleri faaliyetler, sorunların çözümüne dair sundukları fikir ve projeler, nitelikli eğitim, rapor ve yayınlar, uzun vadeli projeksiyonlar, yapıcı eleştiri ve uyarılarla, karar alma mekanizmalarına yalnızca etki etme değil, aynı zamanda dahil olma imkanı sunuyor. Öyleyse yalnızca söyleyen ve kenara çekilen, teklif eden ve hızla sonuç bekleyen, bedelini ödeme sorumluluğu üstlenilmemiş buyurgan tavrın konforlu sıcağı değil STK’lara düşen.

Peki ya ne?

Bu noktada belki bazı sorular sorabiliriz.

Peşinen belirtmeliyim ki, bu sorular spesifik olarak herhangi bir yapı ya da kurumu yani tüzel kişilikleri değil, kültür-sanattan eğitime, spordan ticarete, insanî yardımdan hak ve özgürlüklere kadar uzanan tüm alanlarda, o devasa STK dünyası içinde görev alan milyonlarca insanı yani toplumun kendisi olan bizi muhatap alıyor.

*

Motivasyonunu zaman ve zeminden bağımsız değerlerden alan kurumlar büyütebilmek için gerekli sabra sahip miyiz; yoksa dönemlik heyecan ve duyarlılıklarla mı hareket ediyoruz?

Motivasyonunu zaman ve zeminden bağımsız değerlerden alan kurumlar büyütebilmek için gerekli sabra sahip miyiz; yoksa dönemlik heyecan ve duyarlılıklarla mı hareket ediyoruz?
Motivasyonunu zaman ve zeminden bağımsız değerlerden alan kurumlar büyütebilmek için gerekli sabra sahip miyiz; yoksa dönemlik heyecan ve duyarlılıklarla mı hareket ediyoruz?

Faaliyet gösterdiğimiz alanda toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek işler yaparak söz konusu alanı genişletebiliyor, derinleştirebiliyor, zenginleştirebiliyor muyuz; yoksa farkında olarak ya da olmayarak kendimize korunaklı alanlar mı yaratıyoruz?

STK’larımızda, ulusal ve uluslararası ölçekte uygulanabilir modeller üretebiliyor muyuz? Yalnızca hizmet ve faaliyetlerimizle değil, kurumsal yapımız ve yönetim anlayışımızla da örnek olacak değerleri temsil edebiliyor muyuz?

Görev aldığımız STK’ları toplumsal yaşamın doğal bir parçasına dönüştürebiliyor, insanlara dokunabiliyor, fiziksel şartlarından tercih ettiği dil ve üsluba kadar her şeyiyle organik yapılar oluşturabiliyor muyuz?

Saha tecrübemizi, kurumsal hafızamızı, yetişmiş insan birikimimizi, fizikî imkanlarımızı, diğer STK’ların, toplum kesimlerinin, ülkemizin, insanlığın hayrına olacak şekilde açık yüreklilikle paylaşıyor muyuz; yoksa onları kurumsal ihtiraslarımızla sıkıca sarmalayarak saklıyor muyuz?

  • Yöneticisi olduğumuz vakıf ve derneklerin profesyonellerine sorumluluk yüklediğimiz gibi yetki ve inisiyatifi de paylaşıyor muyuz; yoksa onları yalnızca emirleri yerine getirmekle yükümlü kimseler olarak mı görüyoruz?

Siyaset kurumunu eleştirirken sıkça vurgu yaptığımız, başka kurumsal yapıları değerlendirirken esas aldığımız, ehliyet, liyakat, adalet, şeffaflık gibi değer ve erdemleri, kendi kurumlarımızda sağlıklı biçimde uygulayabiliyor muyuz?

Karar alma süreçlerinde istişare ve ortak akla müracaat ediyor, yönetme işini tüm paydaşlara sağlıklı biçimde dağıtabiliyor muyuz?

Kürsüyü, mikrofonu, sosyal medya etkileşimlerini, unvanları, flaşları çıkardığımızda geriye kalan taşın altına elimizi sokmak için gerekli motivasyona sahip miyiz?

Ülke gidişatında başarılı bulduğumuz alanlardaki katkılarımıza her fırsatta vurgu yaptığımız gibi, başarısız bulduğumuz alanlardaki gidişatın sorumluluğunu da etki alanımız nispetinde üstleniyor muyuz?

Lokanta ve restoranlarda talep edilen bir uygulamadır; temizlik standartlarına, kullandığı malzemenin kalitesine, güvenlik önlemlerine güvenen firmalar, mutfaklarını misafirlerine gönül rahatlığıyla açarlar. Bu onlar için aynı zamanda bir itibar, prestij kaynağıdır. Peki bizler görev aldığımız STK’ların mutfaklarını topluma açabilecek özgüvene sahip miyiz?

Emaneten devraldığımız STK’ları, bizden sonra görev alacak olanlara idarî ve finansal açıdan güçlenmiş olarak teslim edebiliyor muyuz; yoksa kurumların uzun yolculuklarını hesaba katmadan, onları kendi kişisel hikayelerimizin bir aracı mı sayıyoruz?

*

Bunlar hepimizin en az birkaçıyla sınandığını düşündüğüm sorulardan bazıları.

Cevaplara geçmeyelim. Sorularda durabilirsek bir yere varmış sayılırız.