Nereden baktığınız önemli biz Afrika’nın zenginliklerini görüyoruz

Nazan Yalçınkaya, Fotoğraf:sedat özkömeç
Nazan Yalçınkaya, Fotoğraf:sedat özkömeç

Eminim ki “Afrika” denilince pek çoğumuzun aklına açılan su kuyuları, yapılan yardımlar ve yokluk içinde büyüyen çocuklar geliyor. Kıtada fark yaratıp sadece temel ihtiyaçları karşılamak yerine “kendine yetebilen bir Afrika” için yola çıkan iki kadın Assalam Vakfı’nı kurdu. Katlanarak büyüdüler ve bugün Zanzibar’da saygın bir konuma eriştiler. Assalam’ın kurucu ortaklarından Nazan Yalçınkaya ile sohbetimizde vakfın Afrika’da sadece eğitim verip meslek öğretmediğini, aynı zamanda kendi toprağının ve kültürünün zenginliklerinin farkında olan bireyler yetiştirmeye çalıştıklarını da öğrendik. Kendisiyle Assalam’ın hikâyesini, eğitimlerini, Afrika’nın çok da bahsedilmeyen zenginliklerini ve Afrikalılardan neler öğrendiğini konuştuk.

Assalam’ı kurmak için neden Zanzibar’ı tercih ettiniz? Hikâyenizi anlatır mısınız?

Bizim Afrika’yla ilişkimiz yardımlarla başlamıştı. Assalam’ın kurucu ortağı olan dostum Hatice Çolak ile çalıştığımız kurum aracılığıyla Afrika ülkelerine yardıma gidiyorduk. Afrika’ya çeşitli kurumlar tarafından çok büyük yardımlar yapılıyordu. Bu yardımların nasıl yapıldığını araştırırken UNICEF gibi dünyada önde gelen yardım kuruluşlarının elde edilen bağışlardan sadece %20’sini ihtiyaç sahiplerine aktardığını öğrendik. Bu korkunç bir veriydi, hayal kırıklığına uğramıştık. Bir yandan da devamlı yardım etmenin bir noktadan sonra sürdürülebilir olmadığını fark etmiştik. Bizim yardımlarımız sıcak taşa dokunan bir damla su gibiydi, su buhara dönüşüyordu ve yardımlar ancak biz var olduğumuz sürece vardı. Buraya yardım etmeye gelen insanlar olmayınca ne olacak diye düşünüyorduk. Ayrıca sürekli veriyor olmak bir tür tembelliği de doğuruyor; onlar almaya, biz de vermeye alışıyorduk.

Sömürgeci devletlerin Afrika’da uyguladığı politika da bağımlı hâle getirmek üzerine olduğu için onların ekmeğine yağ sürmüş oluyorduk. Daha sürdürülebilir projeler olması gerektiğini düşündük.

Kendi ayakları üzerinde duran ve herhangi bir holdinge ya da cemaate bağlı olmayan bir platform kurmak istedik. Başlangıçta zorluk çektik ama inat ettik. Zamanla Allah hiç ummadığımız kapılar açtı.

Yapının değişmesini istiyorsak eğitime ve dolayısıyla çocuklara yön vermeliydik. Çocuğu büyüten de kadın olduğu için vereceğimiz eğitimi kadınlar ve çocuklar üzerine yoğunlaştırdık.

İki çılgın kadın yola çıkmıştık, güvenilir bir yer olduğu için ve yapacağımız çalışmalara olanak sağlayacak mümbit topraklara sahip olduğu için Zanzibar’ı tercih ettik.

Başta Müslüman olduğumuza inanmadılar

Bölgeyi seçtikten sonraki süreç nasıl devam etti? Halka kendinizi kabul ettirme evresinde zorlandınız mı?

Eğitim imkânı sunuyoruz. Çocuklar okula geldikten sonra kahvaltılarını ve sporlarını yapıp derse başlıyor.
Eğitim imkânı sunuyoruz. Çocuklar okula geldikten sonra kahvaltılarını ve sporlarını yapıp derse başlıyor.

Açıkçası ilk zamanlarda oldukça zorlandık. Oraya sızan misyonerler inandırıcı olmak adına örtü bile taktıkları için başta bizim Müslüman olduğumuza inanmadılar. Yıllarca kendi kültürlerini korumak konusunda zorluk yaşamış ve bunun acısını hâlâ çekmekte olan bir toplum oldukları için doğal olarak temkinli yaklaştılar, çocuklarını okulumuza göndermediler. “Binlerce kilometre öteden geldik” diyoruz, “Gelmeseydin” diyorlar. Beyaz olanlara karşı ister istemez önyargılılar. Kendi kültürlerinin bir parçası olan kanga kumaşlar üzerindeki desenlerin bile sömürü geçmişiyle bağlantısı var. Ülkelerine yerleşen sömürgeci devletler tarafından bastırılırken kültürlerini yaşatabilmek adına kanga kumaşlara atasözlerini, hadis ve ayetleri işlemişler. Komşusuyla, eşiyle, dostuyla yaşadıklarını kumaşlara işleyerek birbirleriyle iletişim kurmuş, kültürlerini yaşatabilmek için direnmişler. İlk kez Zanzibar’a gittiğimde öğrencilerin “Uyuşturucuya hayır! Alkole hayır!” pankartlarıyla eylem yaptığını görmüştüm. O zaman anlayamamıştım ama sonra öğrendim ki Zanzibar turistik bir yer olduğu için beyazların ya da misyoner tavırları benimsemiş olan turistlerin orayı yozlaştırmalarına karşılık bir tutum benimsemişler. Böyle bir tecrübeye sahip oldukları için bizle karşılaştıklarında da kendilerini korumaya aldılar. Ama neden orada olduğumuzu ümmet bilinciyle aktarınca bizi anladılar. Şehadet getirdik, yanlarında namaz kıldık. Yapılan alışverişte dürüst davranmamız, onlarla aynı sofraya oturmamız, yüz yüze iletişime geçmemiz bizi alan el-veren el denkleminden çıkarıp eşit bir düzleme yerleştirdi. Şu an köyün ihtiyar heyetindeyiz, karar mekanizmasında yer alıyoruz. Allah’a çok şükür, güvenlerini ve teveccühlerini kazandık.

Çocuklar ve kadınlar için özel eğitimler verdiğinizi görüyoruz. Bunlardan bahseder misiniz?

Başta da söylediğim gibi, bir toplumun değişmesi için çocukların değişmesi gerekir. Çocuğun değişmesi için de onu yetiştiren kadınların güçlenmesi... Bu sebeple kadınların meslek edinerek kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini düşündük ve onlara eğitim vermeye karar verdik. Aslında Afrika’da kadınlar hayatın içinde yer alıyor. Hem siyasi hem de sosyal alanda oldukça aktif bir kadın figürü var. Mesela bizim bulunduğumuz bölgede on üç tane kaymakam düzeyinde kişi var ve bunların sekizi kadın. Köyümüzün muhtarı da Zanzibar Cumhurbaşkanı da bir kadın. Bizim geleneksel anlamda bildiğimiz kadından farklılar. Orada çocuklara hafızlık ya da din ağırlıklı bir eğitim vermediğimiz için eleştiriliyoruz. Ama zaten sabah normal okula gidip akşam zorunlu medrese eğitimi alıyorlar. Dolayısıyla bizim vereceğimiz hafızlık derslerine ihtiyaçları yok. Biz onların edinmekte güçlük çektiği kodlama, sanat, spor, özgüven eğitimi gibi eğitimler vermeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de oraya ne uygun ya da nasıl anlatılır diye düşünerek yapıyoruz. Mesela ben matematik öğretmeniyim ve orada matematik dersi veriyorum. Onlara matematiği öğretme metodu bile farklı oluyor. Gerek eğitim modelimiz gerekse okuldaki mimari modelimiz bu konuda gerçekten özel oldu. Beton bina içerisinde klasik sıralar olmamalı dedik. Zanzibar’ın mimarisine uygun olan muz yapraklarından oluşan ve doğal bir hava sirkülasyonuna sahip, klimaya gerek duymayacak, hava akımının olduğu sınıflar oluşturduk. Bazı yerleri özellikle kapatmadık, açık bıraktık. Kendilerini rahat hissedecekleri mekânlar olmalı diye düşünüp bu şekilde bir okul tasarladık.

Asıl hayalimiz özgür çocuklar yetiştirmek

Okulunuzda okuyan çocukların bir günü nasıl geçiyor?

Bir toplumun değişmesi için çocukların değişmesi gerekir. Çocuğun değişmesi için de onu yetiştiren kadınların güçlenmesi... Bu sebeple kadınların meslek edinerek kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini düşündük ve onlara eğitim vermeye karar verdik.
Bir toplumun değişmesi için çocukların değişmesi gerekir. Çocuğun değişmesi için de onu yetiştiren kadınların güçlenmesi... Bu sebeple kadınların meslek edinerek kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini düşündük ve onlara eğitim vermeye karar verdik.

Orada gün sabah altıda başlayıp akşam altıda bittiğinden çocuklar okula çok erken geliyor. Öğrencilerin çoğu yetimlerden oluşuyor ama yatılı değiller. Çünkü yetimi aileden kopararak eğitmeyi doğru bulmuyoruz. Çocuklar en azından bir yakınının ya da akrabasının yanında büyümeli diye düşünüyoruz. Normalde okulumuz ücretli ama yetim çocuklara ücretsiz eğitim imkânı sunuyoruz. Çocuklar okula geldikten sonra kahvaltılarını ve sporlarını yapıp derse başlıyor. Bir havuz yaptık ve yüzme öğretiyoruz. Mükemmel bir denize sahip olmalarına rağmen özellikle kız çocukları yüzme bilmiyor. Fırtınalarda vefat edenlerin pek çoğu kadınlardan ve kız çocuklarından oluşuyor. Bu açığı fark ettikten sonra yüzme eğitimi vermeye başladık. Bunlar haricinde yerel eğitimcileri eğiten, eğitmen eğitimimiz var. İngilizce ve kendi dillerinde eğitim modeli oluşturduk. Kendi dillerini kaybetmelerini istemiyoruz. İngiliz sömürgesinin etkisiyle İngilizce kitaplar çok mükemmel bir İngilizce ile yazılmış ama hiç kimse bir şey anlamıyor. Kendi dillerinde eğitime yeni geçtiler. İngilizce eğitim de veriyoruz ama bizimle birlikte çalışan öğretmenler Zanzibarlı. Bizim asıl hayalimiz kendi değerlerinin farkında olan, kaynaklarını kullanabilen, başarabileceğine inanan özgür çocuklar yetiştirmek.

Eğitimlerinizi detaylıca anlatabilir misiniz?

Çıraklık eğitim merkezini açacağız. Meslek edindirmeyi kadınlarla sınırlı tutmak istemedik çünkü çocuklar da büyüyecekler ve para kazanacak bir mesleğe ihtiyaçları olacak.
Çıraklık eğitim merkezini açacağız. Meslek edindirmeyi kadınlarla sınırlı tutmak istemedik çünkü çocuklar da büyüyecekler ve para kazanacak bir mesleğe ihtiyaçları olacak.

Eğitimlerin merkezinde okulumuz yer alıyor. Onun haricinde annelerin markası olan Kangaafrica, bu ürünlerin satımı ve tanıtımı için de biri Zanzibar’da diğeri de Çengelköy’de bulunan, kâr amacı gütmeyen iki tane kafemiz bulunuyor. Ayrıca Zanzibar’da 15 dönümlük bir arazimiz var ve orada perma kültür yapıyoruz. Hem çocuklarımızın hem de orada çalışanların verim alabileceği besinleri üretiyoruz. Civardaki otellere yumurta satışını başlattık. Bunlar haricinde gençlik merkezimiz var, burada kamplar gerçekleştiriyoruz. Uluslararası okullar kendi kamplarını yapabiliyor ya da bizim sunduğumuz bazı eğitim modülleri var; sosyal girişimcilik, liderlik vs. Afrikalı öğrencilerin mentorluğu eşliğinde minik bir safari de yapıyoruz. Yakın zamanda çıraklık eğitim merkezini açacağız. Meslek edindirmeyi kadınlarla sınırlı tutmak istemedik çünkü çocuklar da büyüyecekler ve para kazanacak bir mesleğe ihtiyaçları olacak.

Çıraklık eğitim merkeziniz bir okul gibi mi çalışıyor?

Evet. Bu coğrafyada ne yaparak insanlar para kazanabilir diye düşünerek altı tane dal belirledik.

Zanzibar turistik bir yer olduğu içinturizm otelcilikle ve aşçılıkla alakalı bölümler açtık. Bunlar haricinde moda tasarımı, oymacılık, marangozluk gibi alanları dâhil ettik. Orada kapıların bile bir dili var. Bir kapıya baktığınızda bir Hintli mi, İranlı mı, köle ya da tüccar mı işledi anlayabiliyorsunuz.

Köy kapıları bile oymacılıkla yapılmış. Bununla ilgili bir meslek edindirme atölyemiz var. Bunlar haricinde toprağı verimli hâle getirip değerlendirebilmek için perma kültür eğitimi veriyoruz. Zanzibar’a bakıyorsunuz, yemyeşil bir ada. Burada niye bir şey yetişmiyor diye soruyorsunuz ister istemez. Toprağı ıslah ederek, daha farklı şeyler üreterek onlara bir şeyler vermeye çalışıyoruz. Mesela orada Türkiye’de poşetler paralı olmadan önce bile plastik poşet yasaktı. Onların kendi kültürlerinde ve yaşamlarındaki ürünler oldukça sürdürülebilir maddelerden oluşuyor aslında ve herhangi bir şey israf edilmiyor. Ama turistlerle birlikte plastik Afrika’ya da girmiş oluyor. Ürünlerin dönüşümü için kompost eğitimi de veriyoruz. Sadece kaynağı keşfetmelerini istiyoruz. Bizim burada saksılarda zorla yetiştirdiğimiz çiçeklerin orada yerde alelade yetiştiklerini görüyordum. Hollanda’ya çiçekçilik nereden geliyor? Bütün hepsi Kenya’dan alınıyor, amblem basılıp satılıyor. Ya da İngiliz çayını düşünelim. İngilizlerin çayı mı var? Hepsi Afrika ve Asya topraklarında yetişen ürünler.

Pandemide bile dört yüze yakın kişi ağırladık

Gönüllük turizmi yaparken aynı zamanda Afrika’yı tatil yapılabilecek bir yer olarak da hepimize kabul ettirdiniz. Bize biraz gönüllü turizminden bahseder misiniz?

Gönüllü turizmi yeni bir kavram, tüketen değil üreten bir turizm. Gönüllü turizmiyle bir yere gittiğinizde sadece şezlongunuzda yatıp güneşlenmiyorsunuz. Hem kültürel bir yerde bulunarak tatil yapmış hem iyilik yapmış hem de gönüllü oluyorsunuz. Bu gençler için de aslında güzel bir fırsat. Afrika’ya ya da başka ülkelere gittiğimde gördüğüm kadarıyla 17-18 yaşında gençler; kendilerini tanımak, bu dünyada niçin varım ve ne yapabilirim sorusuna cevap bulmak için seyahat ediyor, geziyor. Bu konuda hizmet veren büyük kuruluşlar var. Biz de gençlik kampı yapmaya karar verdik. Bazen öyle oluyor ki sofranın etrafında onlarca farklı dilden ve dinden insan toplanıyor. Oranın garip bir bereketi oluyor. Hepimizin gayesi güzel şeyler ortaya çıkarıp Afrikalılar için güzel işler yapmak. Herhangi bir din, dil, ırk ayrımı söz konusu değil. Tabii ki ahlaki ve erdem noktasında kırmızı çizgilerimiz var. Avrupa’daki gençlerden çok destek aldık. Pandemide bile dört yüze yakın kişi ağırladık.

Assalam’la Afrika’ya gitmek isteyen birine gönüllülük yapmadan sadece tatil imkânı da sunuyor musunuz?

Bizim asıl hayalimiz kendi değerlerinin farkında olan, kaynaklarını kullanabilen, başarabileceğine inanan özgür çocuklar yetiştirmek.
Bizim asıl hayalimiz kendi değerlerinin farkında olan, kaynaklarını kullanabilen, başarabileceğine inanan özgür çocuklar yetiştirmek.

Elbette. Zanzibar’da bulunan bir otelimiz var. Tatilinizi orada da geçirebiliyorsunuz. Ama otel direkt köyde olduğu için gönüllülerden ve devam eden eğitim sürecinden izole edilmiyorsunuz. Afrika deyince insanlar ürküyor ama Assalam’ın bulunduğu köy Maldivler ile aynı okyanusa sahip. Köpek balıkları kıyıya kadar gelmiyor çünkü doğal resifler var. Kapının önünde yunuslarla yüzme imkânı bulabiliyor, deniz safarisi yapabiliyorsunuz. Baharat bahçelerinde gezerek deneyimleyebiliyorsunuz. Dünyanın karanfil ihracatının %60’ı Zanzibar’dan karşılanıyor. Zencefilinden kakulesine, karabiberinden vanilya çubuğuna nasıl ve nerede yetiştiğini görüp tadabiliyorsunuz. Zanzibar’ın merkezi olan ve Dünya Miras Listesi’ne girmiş Stone Town’u ziyaret edebiliyor, alışveriş yapabiliyorsunuz. Bunlar haricinde güvenli bir safari imkânı da veriyoruz. Arap, Hint, İran ve tabii ki Afrika kültürünün harmanlandığı bu cennet adada tahminlerinizin ötesinde bir tatil yapma imkânı buluyorsunuz.

Gelecek beklentileri olmadığı için yarını düşünmezler

Afrika’da bulunduğunuz süre boyunca oranın insanının hayata bakışında, yaşam tarzında sizi en çok ne etkiledi? Onlardan ne öğrendiniz?

Diyelim ki bir günlük işten üç günlük kazancınız oldu. “Üç gün çalışmayacağız o zaman değil mi?” diye sorarlar. Gelecek beklentileri olmadığı için yarını düşünmezler. Ama biz bugünü yaşarken yarını, yarından sonraki günleri, çocuklarımızı geçip torunlarımızı falan düşünürüz. Hayatlarımızda her şey çok fazla programlı ama onlar öyle değil.

Varsa var, yarına Allah kerim” derler.“Hakuna matata” dedikleri şey tam da bu aslında; problem yok, tevekkül var. Hayatı yaşıyorlar ve stresi bilmiyorlar.

Swahili dilinde bir atasözü vardır: “Haraka haraka eyne beraka.” “Acelenin bereketi yoktur” anlamına geliyor. Bizi gördüklerinde bu atasözünü söylüyorlar. Bir de sıklıkla “pole pole” derler, “Yavaşla!” Yavaşlamamız gerektiğine dair çokça kitap yazılmıştır ama yazanlar bile ne kadar uygulamıştır bilinmez. Orada hayatın yavaşladığını fark ediyorsunuz. Ben de yavaşlayarak güneşin, ayın, denizin farkına vardım. Orası benim mağaram oldu. Modern hayatın içerisinde yetişemediğimiz zamana orada bolca sahip oluyoruz. Bunu Assalam’a yolu düşmüş pek çok kişi söylüyor. Biraz Alice Harikalar Diyarında gibi oluyor.

Bizim asıl hayalimiz kendi değerlerinin farkında olan, kaynaklarını kullanabilen, başarabileceğine inanan özgür çocuklar yetiştirmek.
Bizim asıl hayalimiz kendi değerlerinin farkında olan, kaynaklarını kullanabilen, başarabileceğine inanan özgür çocuklar yetiştirmek.

Bunlar haricinde orada kadın cinayeti diye bir şey yok. Biz bahsettiğimizde de bir erkeğin bir kadını neden öldürdüğünü anlamıyorlar. Boşanmak ve başka biriyle evlenmek konusunda çok rahatlar. Ülkemizde Afrika insanı başıboş, vurdum duymaz olarak algılanabiliyor ama onlar olmayanda bir hayır gördükleri ve tevekkül ettikleri için rahatlar. İki kardeş farklı mezhep ya da farklı dinden olabiliyor ve bu normal karşılanıyor. Böyle bir durum bizde yaşansa kardeşler birbirine küser ya da eleştirir ama Afrikalılarda böyle bir şey yok. Mesela Tanzanya’nın %60’ı Hristiyan ama Cumhurbaşkanı Müslüman bir kadın. Aynı zamanda komünist rejimle yönetildikleri için ülkeye eşitlikçi bir anlayış hâkim.

Tüm bunlar haricinde gelgit olayı da beni çok etkilemişti. Gün içinde 18-25 saat arasında deniz üç kilometre gidip tekrar geri geliyor. Bununla ilgili bir atasözü var: Gün gelir karıncalar balıkları yer, gün gelir balıklar karıncaları... Çünkü deniz çekilince karıncalar ortaya çıkıyor ve balıkları yiyor. Ama deniz geri gelince balıklar karıncaları yemiş oluyor. Onlardan öğreneceğim daha çok şey var. Afrika’ya has olan ubuntu felsefesi Afrika’nın bana öğrettiği her şeyi kapsıyor aslında diyebiliriz.

Ubuntu kavramını ilk defa orada mı duydunuz?

  • Ben ubuntu'yu Afrikalı bir kabileden öğrenmiştim. Zanzibar özelinde değil, genel olarak Afrika’nın bir felsefesi olarak geçiyor. Afrikalı kabileleri daha iyi tanımak maksadıyla yazılmış olan Afrika Masalı adında bir kitabımız var. Orada küçük bir çocuk hikâyeye “Ben çok fakirim” diye başlıyor ve sonra tek tek kabilelere gidip konuşuyor. Asıl zenginliklerinin farkına varıyor. Ubuntu da buna benziyor. Küçük büyük her bireyin çok özel ve değerli olduğu anlamı ortaya çıkıyor.

Afrika bütün kadim geleneklerin anası olan ve keşfedilmeyi bekleyen bir yer

Biz ülkemizde Afrika’yı hep açlık, yoksulluk üzerinden konuşuyoruz. Batı da daha çok tabii kaynakları ve verimli toprakları üzerinden konuşuyor. Fakat bunların dışında Afrika insanlığın doğduğu bir coğrafya, çok köklü bir tarihe ve kültüre sahip. Müziğiyle, kültürüyle, kadim öğretileriyle bize anlatabileceğiniz başka bir Afrika var mı?

Normalde okulumuz ücretli ama yetim çocuklara ücretsiz eğitim imkânı sunuyoruz.
Normalde okulumuz ücretli ama yetim çocuklara ücretsiz eğitim imkânı sunuyoruz.

Kesinlikle. Mesela Tinga Tinga denen bir resim sanatı var ve Batılıların bu sanattan esinlenerek pek çok eser çıkardığı kanaatindeyim. Müzik kültürleri de çok zengin. Enstrümanlar hayvan derisinden veya doğadaki diğer malzemelerden yapılıyor. Afrika çok renkli bir yer. Evet kurak ve yardıma muhtaç yerler var. Özellikle Orta Sahra’daki çöl ikliminden dolayı kuraklık insanları zorluyor. Ama tarihe baktığımızda Batı Afrika’da Timbuktu diye bir gerçek var. 15. yüzyılda Orta Çağ karanlık dönemlerini yaşarken, Afrika en zengin ve müreffeh zamanlarını yaşıyordu. Hicaz Yolu yapılmış, kültürel ve ilmî noktada çok zenginlerdi. Orada bir kültür yok edilmiş ve eserlerin çoğu kaçırılmış. Zanzibar özelinde baktığımızda, her toplumun getirdiği bir şeyler olmasına rağmen kendi kültürünü de kaybetmemişler. Svahili dili denen kendilerine özgü bir dilleri var; bu dil Arapça, Farsça kelimeler de içeriyor. Özetle, sömürü geçmişine rağmen kendi ayakları üzerinde kalmaya çalışmışlar. Bu zenginlik gidip görüldükçe daha fazla insan tarafından anlaşılacak. Freddie Mercury’i bilirsiniz; beyaz bir Zanzibarlı. Bob Marley, Meryem Mikeba yine çok önemli Afrikalı sanatçılar arasında yer alıyor. Caz müziğin Afrika için ayrı bir önemi var. Aslında caz, tecessüsten geliyor; Afrikalıların köleleşme sürecinde kölelerin kendi aralarındaki bir iletişim modeli. Gizli bir dili müzikleştirmişler. Bu çok ilginç gelmişti bana. Afrika edebiyatta da çok iyi. Geçtiğimiz yıl Nobel Ödülü’nü Zanzibarlı Abdulrazak Gurnah aldı. Nijerya’da Chinua Achebe kitapları var. Afrika’nın böyle pek çok zenginliği var ama nereden baktığınız önemli. Sadece fakir görmek isteyenler bu zenginlikleri ıskalıyorlar. Biz zenginlikleri rengiyle, kokusuyla, dansıyla, müziğiyle farklı bir Afrika’yı önceliyoruz. Afrika bütün kadim geleneklerin anası olan ve keşfedilmeyi bekleyen bir yer. Sömürgeciler de bu zenginliğin farkında. Maalesef ki zihinlerde hâlâ sömürgeciliğin izleri var. Bunları da aşacaklar diye ümit ediyorum. Özgün ve daha özgür düşünebilen bireyler olacaklar.

Yerli olan halk ve özellikle gençler kendi kültürlerine karşı barışıklar mı? Bahsettiğiniz kültürel zenginliklerini geleceğe taşımaya dair bir hevesleri, istekleri var mı?

Özellikle cep telefonuyla ve internet erişimiyle birlikte, tahayyülleri ve hevesleri farklılaştı. Ama bakınca, insan bazı şeyleri ayna tutularak öğreniyor. Bize de kendi zenginliklerimiz başkalarından duyunca daha değerli geliyor. Onlar için de biraz durum böyle. İçinde olunca fark edilmiyor o zenginlik, dışarıdan bir gözle bakınca ne kadar iyi olduğu anlaşılıyor. Biz de aslında bir nevi aynalama yapmış oluyoruz. Kültürün ve zenginliğin farkında ve bilgisi olan kişiler bunu sürdürmek istiyor.