Ol'anlar- Priştine /Kayseri/Yakova

Priştine (Kosova)
Priştine (Kosova)

Priştine (Kosova)

Mekân poetikacısı Gaston Bachelard’ın tanımladığı gibi, evlerimiz kabuklarımız ise eğer, odalarımız da kabuklarımızda kabuktur.

Odalarımız, arzdan daha kuşatıcı bir metaforun olmadığı mekânda kullanıma açılmış boşluk olarak kabuk-evlerdeki mahremiyet mecazlarımız!

Banilik kabiliyetimizden bir uçlanma, mahcubiyet hissimizden bir misal, ferdiyetimize bitişik temellük etme arzumuzdan nefsen bir nişan!

Platon’a varlığın varoluşuna dair alegorik düşünceler ikram eden gölge-oyunun yegâne sahnesi; ancak kendi darlığında genişleyebilen hayallerimizin rahmi; vehimlerimizi emziren sütanne; bize çarparak çoğalan sessizliğin içindeki iç ve dış-ses; tebessümlerimizi somuran pamuk şeker; gözyaşlarımızı toplayan sarnıç; mahremiyetimizin hicabı; mahrumiyetimizin çilehanesi; dertlerimizin sabırgâhı!

Odalarımız! Hayat bilgimiz ve belgemiz! Öteye açılan kapımız; haşrimize değin istirahatgâhımız!

Kayseri

“Herkes kendi sandığında kilitli

Bir küçük pencere - - istemez

Çıkacak sandığından gelecek de biri

Özler uzaktakini arada

İstemez

Geldiğinde gittiğinin izleri

Çürük, kopmuş, ya da yeni çekilmiş

Dil oraya gider

Kimse geri getiremez bizleri.”

Böyle der “Hücre”sinde şair Behçet Necatigil. Dediğinde mi der asıl diyeceklerini yoksa asıl demediklerinde mi derdiyeceklerini?
Böyle der “Hücre”sinde şair Behçet Necatigil. Dediğinde mi der asıl diyeceklerini yoksa asıl demediklerinde mi derdiyeceklerini?

Şair sözü, sözsüzlükteki sözün tekinsizliği olunca, ne bilsin şair olmayan şairin tıpkı bir salyangoz gibi

kendi içindeki hücrede seyr ü süluk edişini?

Cahiz’in uykusuzluğunu tavanından sarkan bir ipe bağladığı, Ömer Hayyam’ın uykusunu elindeki boş kadehe doldurduğu hücre, şairin dilinde hücre hücre açılan söz âleminin feneri, belki fenersizliği.

Yakova (Kosova)

Eski Elbiselerin Hafızası’ndan şöyle fısıldar Necip Fazıl: “Düşün, bir elbiseyle bir vücut arasındaki esrarlı rabıtayı düşün. O elbise ki, terzinin elinden vücudunun basit hendesesine göre yapılmış manasız bir kalıp halinde çıkar ve sonra bir vücuda yapışıp onun bütün hareketleriyle yaşamaya başlayınca ne hale gelir, düşün!

Başlangıçta dümdüz bir alın gibi hiçbir şey ifade etmeyen elbiseler atılacağı güne kadar vücudun her hareketini saniyesi saniyesine kaybeden korkunç bir hâfızadır.
Başlangıçta dümdüz bir alın gibi hiçbir şey ifade etmeyen elbiseler atılacağı güne kadar vücudun her hareketini saniyesi saniyesine kaybeden korkunç bir hâfızadır.

Birçok oturuş şekillerinin kabarttığı diz kapaklarımızı düşün! Her duygunun hususi bir biçim verdiği omuzlarımızı düşün! Kambur vaziyetlerinde nasıl arkaya toplandığımızı, bütün mafsal yerlerinde nasıl halkalaştığımızı düşün! Vücudun sonsuz hareketleri içinde bize düşmeyen pay hangisidir?”