Peygamber kıssaları ve tebeşir tozları

Çocuk yetiştirirken dublör kullanılmayacağını ülke olarak öğreneli çok olmadı.
Çocuk yetiştirirken dublör kullanılmayacağını ülke olarak öğreneli çok olmadı.

Büyürken en çok dikkatimi çeken şey çarşıda pazarda küçük bir kızın kıyafet bulmasındaki zorluktu. “Ne olacak canım, konfeksiyon dünyası yavrularımıza bunu reva görmüş, alalım da giydirelim” demeyen bir ailenin kızıydım. Bayram arifesinde, birkaç mağazadan sonra soluğu kumaşçıda alır; puantiyeli, kareli, pembenin en güzel tonlarıyla bezeli mevsimine göre ekose kumaşlarla evimize dönerdik.

Annemin hazır giyime karşı bir memnuniyetsizliği vardı. Çocuk aklım pek kesmiyordu bu durumu. Şimdi annemin bir kız çocuğunun masumiyetine yakışacak etek ve kol boyu yapabilmek için biçki dikiş kurslarında dirsek çürüttüğü günleri anımsıyorum. Böylece anne penyelerine, babaanne modeli giyim kuşamın küçük bedenlerine mahkûm kalmadık.

Aklımızın kestiği ilk günlerden itibaren tesettürün güzelliğini dinledik, “Bu giydiklerimiz de ne böyle!” diye çelişecek bir durumu asla yaşamadık. Yolda giderken durdurup kıyafetimizdeki sadeliğin ve ölçünün kaynağı sorulduğunda annemin yorulduğu dikiş mesailerine değiyordu. Masumiyetimize yakışan giyim kuşamla bizi sokağa yollaması ve bundan duyduğu tarifi imkânsız huzur da cabasıydı.

Aklımızın kestiği ilk günlerden itibaren tesettürün güzelliğini dinledik, “Bu giydiklerimiz de ne böyle!” diye çelişecek bir durumu asla yaşamadık.
Aklımızın kestiği ilk günlerden itibaren tesettürün güzelliğini dinledik, “Bu giydiklerimiz de ne böyle!” diye çelişecek bir durumu asla yaşamadık.

Babam okuldan eve gelir; tebeşir kokan damarlı, yorgun elleriyle küçük kızlarının başını okşarken dinlenirdi. Bizler akşama kadar yolunu gözlediğimiz babamızın kucağına zıpladığımızda ve hızla döndüğümüzde, cılız saçlarımız rüzgârlandığında, dünyanın en mutlu, en güvende olan çocukları olurduk. Yıldızların huzur tablomuza katkıları büyüktü...

Yaz akşamlarını karşılayan balkonlarda peygamber kıssaları dinlerdik. Küçük kızları olarak dinlediğimiz hikâyelerdeki kahramanı babamız olarak hayal ederdik. Taze badana kokan duvarlar yoğunluğunu kaybeder ve biz sanki o kokunun içinden geçerek büyük sahabelerin zamanına giderdik.

Ömer’in aslında geçecek olan öfkesinden korkar, kuşağını yırtarken Esma’nın eteğinden tutardık. Enescik sokakta yalnız başına oynarken ebe deyip kaçar, Ebu Cehil kükredi mi tedirgin olur, Hz. Ali yatağa uzanınca telaşlanır, Hz. Hamza avladığı aslanlarla tozu dumana katarak çölden dönünce sevinir, Bilal ezana başladı mı kulaklarımızın pasını silerdik. Savaşta yaraları pansuman eden Nesibe Hatun’a yardımcı olur, Nevfel’in yeniden geldiği müjdesine sevinçle el çırpardık.


Öğretmen maaşı ile geçinmekte zorlanan babam sayısız ek iş yapardı. Eve huzurlu fakat hesapsız bir yorgunlukla dönerdi. Her fırsatta çektiği besmele çınlardı küçük kulaklarımızda. Uzun uzun kıyama durduğu, tadına vardığını, büyük lezzet duyduğunu hissettiğimiz namazları, hiç kalkmayacak sandığımız secdeleri vardı.

Yorgunluğunun şiddetini daima ciğerlerinden diline dökülen hamt sözcükleriyle anlardık. Muhakkak birlikte oturduğumuz tuz ve besmele ile başladığımız sofralarda yediklerimizle karnımızı; hâl hatır sohbetiyle gönlümüzü doyururduk. Hiçbir zaman kötünün örnekliğini konuşmazdık. Dedem ve ninemin de eşlik ettiği sofralarda daima iyilerden feyiz ve ilham alır, günümüz insanlarının iyiliği yetişmediyse, geçmişlerin iyiliğinden, insanlığın doğuşundan bu yana yaşamış bütün iyilerden bahsederdik.

Babamızdan aldığımız ilimle ve ışıkla, filizlerimiz yeşerirdi. Kalın kitap sayfalarından hakikatler, hikmetler, etkili meseller çıkardı. Kalplerin Keşfi, İhyau ulumiddin, Amentü Şerhi, Kimya-i Saadet, Ramuz el-ehadis, Hayatü’s-sahabe, Kısas-ı Enbiya hep ellerimizde dolanırdı.

Nereye gidersek gidelim ve yaşımız kaç olursa olsun babamızın süsü, babamızın çiçeği olarak kalacağımızı bilirdik. Kız çocuklarına kıymet veren, bereketin kaynağı olarak gören Peygamber’in şefkatini hep içimizde hissederdik. Babamızın davetiyle, cemaatle kıldığımız namazlarda hep yetişkin, akıllı, güvenilen bireyler olduğumuz duygusuna kapılırdık.

  • Babamız akşam oturmalarında elindeki fasiküllerden aktarır, kaynak kitaplardaki anlatımı, çocukluğumuzun süzgecinden geçirir, hoş bir dille çeviri yapar, çoğu zaman da boyumuzdan büyük kelimeleri öğrenmemize vesile olur, bundan da çokça sevinç duyardı.

Bize Çile’den Safahat’tan ezber ve yazı ödevleri verirdi. Biz ödevlerimizi yaparken o da kalabalıklara anlatmak üzere misafirliklere giderdi. Çoğu zaman bizim evimiz de sohbet etmek, hadislerden, tefsirden dem vurmak maksadıyla dolar taşardı. Her toplanışın ilahi bir maksadı olurdu, zaman hiçbir şekilde dünyevi olanla zayi edilmezdi.


Dünyevileşmenin en ısrarlı şekilde yaşandığı bir tatil beldesinde olmamıza rağmen hamdolsun böyle bir evde büyüdüm. Atadan dededen oralı olduğumuz sahil ilçesinde sayılı birkaç aileden olmanın sevincini daima bir nişan gibi kalbimde taşıdım. Hemşerim olan eşimle yuvamızı kurduktan sonra Rabbimin himayesiyle bir oğlumuz, üç de kızımız oldu.

Oğlumla daima süren bir dert ortaklığımız var. Sürekli açık tuttuğumuz sohbet ve istişare kanalında çok zaman kalplerimizin karşılıklı devası olmuşuzdur. Babasıyla geçirdiği zamanlar da çok kıymetlidir. Örnekliği güzel, ilham verici dost buluşmaları, bizden öğrendiği bilgileri başka bir ortamda telif etme imkânı bulması bakımından çok isabetli olmuştur.

Yaz-kış kitap okuma yarışına girdiğimiz, sükûnetli, televizyonsuz akşamların meyvesi oğluma hep güzel kelimeler, sevgili bir hitabet, yerli yerinde bir genel kültür olarak geri döndüğü için o da bu durumdan çok memnun.
Yaz-kış kitap okuma yarışına girdiğimiz, sükûnetli, televizyonsuz akşamların meyvesi oğluma hep güzel kelimeler, sevgili bir hitabet, yerli yerinde bir genel kültür olarak geri döndüğü için o da bu durumdan çok memnun.

Aklı başında, saygı duyulacak, akademik başarısını kanıtlamış dindar, mütedeyyin bir çevrede; babasının oğlu olarak çok sevilir. Kitap okumaya olan merakı, derin bir tarih bilgisi, konuşkanlığının da katkısıyla kısa sürede bulunduğu ortama ayak uydurur.

İmam hatip liselerinden birine, yaşıtlarından biraz daha fazla emek vermek durumunda kaldığı bir okula yerleşti. İmam hatip konusunda kararlılığımız; daha önce verdiği mezunların takdir edilesi yaşam izlekleri nedeniyle oğlumda da karşılık buldu. Aile olarak vakıf insanı olmaya duyduğumuz iştiyakın, muhit olarak dünyevileşmeme ısrarında arkadaşlarımızla sık görüşmemizin ve katıldığımız hayırlı ve sosyal ortamlara çocuklarımızı da dâhil etmemizin katkısı büyük.

Yaz-kış kitap okuma yarışına girdiğimiz, sükûnetli, televizyonsuz akşamların meyvesi oğluma hep güzel kelimeler, sevgili bir hitabet, yerli yerinde bir genel kültür olarak geri döndüğü için o da bu durumdan çok memnun. Bir ayağımızın hep toprağa basmasının çok bereketini gördük. Her fırsatta büyüklerimizin ziyaretlerine gitmemiz, köy yaşantısındaki sadelik, insanındaki samimiyet, tabiat ile kopmayan bağlantımız hepimize iyi geliyor.

Şehirde kaybettiklerimizi köyde güncelliyor, köyde eksik kalan yanlarımızı şehirde takviye etmeye çalışıyoruz. Oğlumun dedelerine duyduğu derin saygı, fırsat buldukça dizlerini kırıp onlardan makam dersleri alması, kıraat üzere okuyuşa daha çocuk yaşlarında ilgi uyandırdı. Ona köy camiinde ezan okutmaları, namaz kıldırmaya teşvik etmeleri şükrü ödenecek bir zenginlik değil. Hafızlık dedelerinin ve aile genelinin sürekli teşvik ettikleri bir güzelleme…

  • Allah, hâlini, ahlakını güzel olanla daima takviye etsin. İsabetli söz söyleme ve iş yapma hususiyeti, akıl ve derin bilgiyi oğluma ve akranlarına ihsan etsin. Babasının namaz sonraları sesli Kur’an okuması evimiz için bulunmaz bir nimet.

Kızlarımla kumaşçılara gitmemiz, oyuncak bebeklerine ve onlara kıyafetler dikme çabamız sanırım annemden bize kalan bir alışkanlık. Daha küçük yaşlarda oğlumu da kızlarımı da giydirirken belli bir özen içerisinde olmaya çalıştım. İstese de çocuğun o ölçünün dışına çıkmak istemediğinin, mahremiyetinin, kendini korumasının, ahlaki tavrını belirlemesinin ve kendi kıymetini bilmesinin giyim kuşamla çok yakından bir ilgisi olduğunu fark ettim. Ve bu dikkatin onların bu hassasiyeti kavramalarını kolaylaştırdığını bizzat deneyimledim.

Kızlarımla takılar; boncuklardan, keçelerden el işleri yaptığımız, mutfağı ele geçirip kekler, börekler döktürdüğümüz anlar hiçbir şeye değişilecek gibi değil. İleride unutamayacakları en güzel çocukluk anıları mutfakta birikiyor.

Kitap kritikleri için yıllarca dinamik tuttuğumuz gruplar var. Her fırsatta evimizi açarak veya vakıf ortamlarından istifade ederek kültür ve irfan ortamları oluşturmaya çalışıyoruz. Çocuklarımla hazırlık yaparak arkadaşlarını iftara davet ettiğimiz sofralar hazırlıyoruz. Bir şeyler ortaya koymuş olmanın, el emeğinin göz nurunun, huzurunu doyasıya yaşadığımız akşamlarımız ve gündüzlerimiz oluyor.

Bir yandan da anneliğin, kız çocuğu olarak dünyaya gelmenin ne kadar fıtri, ne kadar eğlenceli, huzurlu bir duygu olduğunu aktarmayı amaç edindiğim, ellerine tığ, şiş, iğne, iplik verdiğim çokça vakidir. Bir insanın hayatını en çok annesinin şekillendirdiğini, gelecek neslin onlara emanet olduğunu biliyorum.

İstişare münazara, kültürel tartışmaya zemin sağlayacak buluşma ortamlarımızda hayatın boşluk kabul etmeyeceğinden hareketle, bereketi kovaladığımız yoğunlukları yaşarken elbette itirazlar da gelmiyor değil. Sohbet ederek mantıklı açıklamalarla işleri yoluna koymaya çalışıyoruz. Ruhsatlar çok zaman çıkmazlara girmek yerine yerli yerinde devalar bahşediyor.

Yedikleri meyvelerin ağaçlarından muhakkak bahçeye dikmelerini, bir çiçeğe elleriyle su vermelerini, elleriyle bir tohumu toprağa gömmelerini sürekli tembihliyorum.
Yedikleri meyvelerin ağaçlarından muhakkak bahçeye dikmelerini, bir çiçeğe elleriyle su vermelerini, elleriyle bir tohumu toprağa gömmelerini sürekli tembihliyorum.

Yedikleri meyvelerin ağaçlarından muhakkak bahçeye dikmelerini, bir çiçeğe elleriyle su vermelerini, elleriyle bir tohumu toprağa gömmelerini sürekli tembihliyorum. Mermere kazınır gibi her dediğimizin ve yaptığımızın belleklerine kaydedildiğini, ileride yaşayış ve davranış biçimi olacağını biliyorum.

Bazen edebiyatla, güzel kelimelerin eşlik ettiği hitabetle bazen de zırıl zırıl ağladığım bir duygusallıkla onlara daima iyiliği, vicdanı, ahlakı anlatıyorum. Önce yaşamaya gayret ediyorum, her şeyden önemli ve öncelikli olan, biçimsel değil, sosyal, külli, varoluşsal olan hakikatleri anlatmak için çabalıyorum. Sanata karşı onları özendirmelerim; bu konulardaki cehaletime kefaret olabilecek kadar çoktur diyebilirim.

En güzel kelimelerle ve etkili hitabetle neler başarabileceklerini onlara anlatmaktan geri durmuyorum. Ruhları incelsin ve kâinattaki ahenge eşlik etmeyi başarsınlar istiyorum. TEOG’da ya da sınavlarda getirdikleri başarı puanından çok gelen misafire hatır sormalarını, çaylarını tazeleme kibarlığını göstermelerinin ne kadar şık ve gerekli olduğunu; kalplere dokunmaları gerektiğini... Bu dünyadan ne alacağım değil de bu dünyaya hangi güzel öyküyü armağan edeceğim demelerinin daha anlamlı olacağını.

Bol bol tefekkür etmelerini, merhametin ve iyiliğin devamcısı olacakları için onlara çok güvendiğimi bıkmadan tekrar ediyorum. Teknolojinin davetkâr çeldiricilerine nasıl direneceğimize, alternatif oyun ve meşguliyet ortamları oluşturmaya birlikte kafa yoruyoruz. Doğanın kalbine yapılmış keşif dolu bir yürüyüşün internet videolarından daha kıymetli olduğunu çok zaman birlikte deneyimliyoruz.


  • Eşim ve ben tüm davranışlarımızın, tavır koyuşlarımızın ve sözlerimizin ne kadar bağlayıcı olduğunu biliyoruz. Ben babamın sözcükleriyle yaşıyorum, annemin davranışlarıyla... Bütün zamanı, namaz vakitlerine göre planladığımızı istemeseler de görüyorlar.

Namaz kılınacak, öyle evden çıkılacak, ya da abdest alınacak, yolda namaz için durulacak, cemaatle namaz kılınması ve daha kıymetli birçok konuyu yanlarında sesli konuşmamız çok öğretici, çok kalıcı. Başarının ve zenginliğin her şeyi meşrulaştırdığı toplumda esasın ve hakikatin Allah’a kul olmak olduğunu iyice kavramaları gerek. Çocuklar sağlamayı bizim üzerimizden yapıyorlar. Kendi doğallığında yaşananı kaydediyorlar. Anlatılanı değil, yaşatılanı ciddiye alıyorlar.

Elbette kâmil değiliz, hatalarımız çok. Ama hatalarımıza üzülmemiz, içten tövbeler etmemiz, büyük pişmanlıklarla olması gerekeni sayıklayıp üzülmemiz bile çok kıymetli.

Onların öğrendikleri bizim uyguladıklarımız ve kaygılandıklarımızdan ibaret. Yoksa dindar arkadaşlarla görüştüreyim, kitap tefekkür gruplarına kaydolayım. Eve bir abla ya da abi gelsin; namazı, imanı, ameli onlar öğretsin demek çok güdük kalıyor. Çocuk yetiştirirken dublör kullanılmayacağını ülke olarak öğreneli çok olmadı. Öyle değil mi?