Proje yasaklansın

​Proje yasaklansın
​Proje yasaklansın

Sayın Başkan! Bir daha bu fırsatı ya bulurum ya bulamam. Bu sebeple bu mektubun ortalarında söyleyeceğim bir şeyi hemen başında söyleme isteğime yenik düşüyorum. Mümkünse “proje” lafını yasaklayın. Evet, yanlış okumadınız, dümdüz söyleyeyim, proje demeyin. Hatta mümkünse kimse demesin.

Proje lafı karşısında (bu yazıda bu sözcüğü yeterince çok kullanarak, sizde de bir antipati uyandırmak istediğim doğrudur) duyduğum tedirginliği şöyle izah etmeye çalışayım: Bir başkan proje der demez, gözümde daha çok uçukkaçık, iyi düşünülmemiş, hatta bizzat tefekkürden ve teemmülden kaçırılmış işlerin yaklaşmakta olduğu canlanıyor.

Eyvah diyorum, ya şu ana caddenin kimyasını bozacaklar, ya alakasız bir bilmem ne merkezi açılacak, ya da şu kalabalık kaldırıma bir bisiklet yolu konduracaklar.

Niye böyle biliyor musunuz? Çünkü proje lafı bende dikkat çekme şehvetine yenik düşmeyi çağrıştırmaya başladı. Belediye başkanı adayları arasındaki rekabetin sertliği, her bir adayı daha çılgın, daha mega, daha sivri öneriler getirmeye sevk etti. Bu rekabet, kabul edelim, bazı adayların ahlakını, huyunu suyunu bozdu. Rekabet sadece adaylar arasında mı?

Başkanlar arasında da sert bir rekabet var. Bir başkan komşu belediyenin, bazen rakip partiden bazen de kendi partisinden olan başkanının sesini, görüntüsünü, işini bastırmak üzere, dikkat çekmek ihtiyacıyla kıyasıya karşı karşıya kalabiliyor. Bu durumda, hemen bir projeye sarılmak gerekiyor.

Buna proje fetişizmi diyelim mi? Diyelim. Proje fetişizminde, esas olanın dikkat çekmek olduğunu düşünüyorum Sayın Başkan. Haber olmak, manşet olmak, ses getirmek, mümkünse sesin Ankara’dan duyulması, projenin diğer bazı başkanlarda bir kıskançlık nöbetine yol açması isteniyor.

Bu sebeple projenin, mesela yirmi sene sonraki geleceğiyle değil de, o haftalarda yaratacağı aksülamelle daha çok ilgileniliyor. Vurduğun yerden ses getirmek, bilemiyorum Sayın Başkan, acaba sizin de sevdiğiniz bir tabir midir?

Yukarıda tefekkürden ve teemmülden kaçırılmış işler dedim. Bunu da açmak isterim. Proje fetişizminde esas olan, tasarlanan iş için bütün tarafların fikirleri alınmadan, işi bir kültürel ve fikrî bağlam içinde tahayyül etmeden, işin yorucu ve görünmeyen kısımlarına (eğitim, fikrî hazırlık, kalıcılık, uzun vadeli etkileri hesaba katma vb.) yeterince emek vermeden, aceleci davranmaktır.

Yani ses getirmeye, reklama, hayrete düçar etmeye odaklanmaktır. İsmini zihinlere kazımaya çalışmaktır. Bunda çiğ olan, ham olan bir şeyler var. Sanırım o kelimeyi buldum Sayın Başkan: görgüsüzlük.

Görgü, umur görmüş olmayı gerektirir. Görmüş geçirmiş olmayı; övgüye doymuş, yergiyi dinlemeyi bellemiş olmayı da gerektirir. Görgü ve görenek sahibi olan, açgözlülükten kurtulmuştur. Hem toktur hem de başkalarını doyurmak işini üstlenir. Önüne gelen yemeği ağzını şapırdatarak yemez. Çünkü ya onu daha önce yemiştir ya da ağzını şapırdatmanın doğuracağı yadırgamaya muhatap olmamayı tercih edecek kadar izzet-i nefs sahibidir.

Aynen böyle Sayın Başkan; bir başkandan proje lafını duyunca, hemen ona bazı ağız şapırtılarının eşlik ettiğini hissediyorum.

Projecilik bende, kendi ritmini kurmuş, olgunlukla idare edilen ağırbaşlı bir düğünün orta yerinde sahneye fırlayıveren gösteriş budalası toy bir akrabayı da hatırlatıyor. Böyle bir düğünde, yaşlılar ve orta yaşlılar sohbet ederler, gelin adayı bakarlar, ölçülü bir dedikoduyu koyulturlar, ufak çocuklara göz kulak olurlar filan. Bir noktada bu ağırbaşlılığı bozan bir müzik başlayabilir. Diyelim ki bir çiftetelli. Bunun anlamı sahnede oyun vaktinin geldiğidir.

Sahnede, herkes biraz diğerini tartarak, topluluk şuuru içinde, ölçülü devinimlerle, minik salınımlarla, abartısız figürlerle oyunu ilerletir. Ama o da ne? Bir genç sahneye atlar ve oyunun ritmini altüst eden bir şekilde oynamaya başlar. Düğünün akışında bir hareketliliğin, yaşıtları arasında bir kıskançlığın, büyükler arasında bir dedikodunun sebebi olur. O cerbezeli, o taşkın, o esrik hâlleri müzikle birlikte susunca, geride o gencin akıllarda yer etmiş “deli mi ne” imgesi kalır.

  • Sayın Başkan, sizi anlıyorum. Beş sene için geldiğiniz koltuğa bir an önce imzanızı atmak istiyor olabilirsiniz. Dedim ya, siyasetin bu kurgusu, bu türden bir politik iklim sizin de huyunuzu suyunuzu biraz bozmuş olabilir. Ama değil o koltuğa, şu fâni dünyanın alayına imzanızı atsanız ne çıkar!
  • Geride hayırla anılmak, dualarla yâd edilmek, işlerinizin hemen o anda olmasa bile uzun vadede yarar doğuruyor olması daha önemli. Sadaka-i cariye fikrini akıldan çıkarmayın lütfen. Nesiller sonra bile kendisinden yararlanılan kalıcı hizmetlerde bulunun.
  • Bazen mevcudu korumanın, bir şey, büyük ve ses getiren bir şey yapmaktan daha önemli olduğunu hatırlayın. Mesela şehrinizin bir sokağında çok özgün bir sivil mimarinin örnekleri dizili duruyor. İnsanlar o evlerde yaşıyor, o evlerin mutfaklarında tencere kaynıyor, çocuklar o sokakta oynuyor. O sokağı öylece muhafaza etmek en önemli iştir.
  • Lütfen o sokakla ilgili bir proje tasarlamayın. O sokağı turizme açmayı, o sokağın yamuk yumuk taşlarını söküp yerine renkli kilitli taşlardan döşemeyi, o sokaktaki bir oteli belediyeye ait bir butik otele dönüştürmeyi aklınızdan geçirmeyin. Sadece o sokağı muhafaza edin. O sokaktakilerin kendi küçük hayatlarını yaşamalarına yardımcı olun.
  • Projecilik hepimizi sardığı için, o sokaktakiler bile kendilerine yeterince hizmet etmediğinizden yakınabilirler. Ama uzun vadede o sokak kazanacaktır. Siz sabırla, niçin parmağınızı kıpırdatmadığınızı onlara anlatmayı deneyin.
  • Hayal görmüş olabilirim. Politik hayatın gerçekleriyle hiç bağdaşmayan şeyler söylüyor da olabilirim. Varsın olsun. Çünkü bu yazıyı zaten kendim gibi birkaç hayalperest için yazdım.
  • Siz projelerinizin listesini on birden yüz on bire çıkarmakla meşgulsünüzdür bugünlerde. Yazıyı okumayacağınızı biliyorum.