Seyyahın tatili

Ruhu dinlendiren bir tatil neye benzer?
Ruhu dinlendiren bir tatil neye benzer?

Turistin “yerel”le ilişkisi geçicilik üzerine kuruludur, madem geçici olarak oradadır ve bir daha oraya uğraması da gerekmemektedir; sözler, yüzler, ilişkiler hep uçucudur. Hep hareket hâlinde ve hep bir sonraki koşuya hazır olma heyecanı içindeki turist, modern hayatın muhtasar ilmihali gibidir.

Ruhu dinlendiren bir tatil neye benzer? Böylesi bir tatil, hayatın rutinlerinin dışına çıkabildiğimiz, hayatı yeni biçimlerde görmemize ve tecrübe etmemize imkân veren bir tatil olsa gerek. İnsan evinden hiç ayrılmadan da yaşayabilir bu ruh dinginliğini, bir dağ başına çekilerek de. Benim ruh dinginliği için tatil tercihim ise zihnimi şaşırtacak, ruhumu hayret duygusuyla buluşturacak, kaybolmama izin verecek bir seyahat tecrübesi. Kendimden en çok böyle bir seyahatte uzaklaşabiliyor ve öte yandan, içerdeki gerçek benliğime daha çok yaklaşabiliyorum.

Ruhu dinlendiren bir tatil neye benzer?
Ruhu dinlendiren bir tatil neye benzer?

Dünyamızın ufuklarını genişlettiğimiz ve güvenlik alanımızın dışına çıkarak bilinmeyene kucak açtığımız seyahat, layıkıyla yapıldığında, ruha yeni pencereler açar. Seyahat kendi ötekiliğimizi “yerel”lerin gözünden keşfettiğimiz bir imkândır. Seyahat bazen yeni yerler görme arzusundan, bazen de her şeyden bir kaçış arzusundan beslenebilir. Seyahat sanatının turizme evrilmesiyle başını alıp gitmek sterilleşiyor, bir dikizci gibi, turist de kendisini eyleme emniyetli bir mesafeye yerleştiriyor. Çok da içine girmeden, merakı tatmin etme arzusu. Seyirle büyülenmeye dünden razı, ama ötekiyle etkileşime geçmek, sorumlu olmak, meydan okumak, rutinlerinden veya güvenliğinden feragat etmek konusunda isteksiz.

Turist ötekinin imgesini kamerasına hapseder. Bir kabile tiyatrosu veya geleneksel dans seyrederek o kültürde doğup büyümenin ne menem bir şey olduğunu hayal etmeye çalışır. Düş kurmak bir sosyal uygulamaya dönüştürülür. Müze ziyaretleri ve kamera mercekleriyle gerçeklik hapsedilerek ehlileştirilir. Böylece dünya bir dizi cansız nesneye indirgenir. Elbette turist şehrin belirli yerlerine akar, yoksul kenar mahallelerde elinde kamera dolaşan bir turist, olasılıkla yolunu şaşırmıştır. Turistin “yerel”le ilişkisi geçicilik üzerine kuruludur, madem geçici olarak oradadır ve bir daha oraya uğraması da gerekmemektedir; sözler, yüzler, ilişkiler hep uçucudur. Hep hareket hâlinde ve hep bir sonraki koşuya hazır olma heyecanı içindeki turist, modern hayatın muhtasar ilmihali gibidir.

  • Bir Güney Afrika seyahatinde rehberimiz bizi otantik bir Zulu köyüne götürmeyi vaat etmişti. Oraya vardığımızda yerel kıyafetleri içinde Zulu köyü sakinleri bizi selamladılar ve köylerini gezdirdiler. Akşam kabile şefinin de iştirak ettiği bir şölene buyur ettiler. Gece misafirler için hazırlanmış rahat odalarda konakladık. Bir bit yeniği vardı bu işte ama keşfetmek için sabahı beklememiz gerekiyormuş.

Zulu kabile şefi, gayet spor Batılı kıyafetler içinde valizlerimizi arabaya taşıyordu! Nasıl yani, şef? Dün hürmette kusur edilmeyen adam bugün taşıyıcılık yapıyordu. Akşam yerel kıyafetler içinde bizi karşılayan Zulular mesaiyi bitirmiş, tebdil-i kıyafet etmiş ve modern günlük hayatlarına dönmüşlerdi. Meğer bu köy Batılı bir beyaz tarafından işletilen ve turistlere “Otantik Zulu hayatı”nı pazarlayan bir yermiş. Turist zevkine göre ayarlanmış bir sahte olay. Turist için her olay, tüketilmeye hazır bir sahte olaydır.

Seyyah ne kadar yolun insanıysa, turist de o kadar sahte olayların ve kurgulanmış gerçeklerin insanıdır. Turist parası karşılığında “bir mesafeden” otantisite ve egzotizm satın alır. O yaşantıyı uzaktan gözler ama onun içine nadiren girer. Bir düş kurabilmenin ihtiyacındadır ancak tüketmeyi yapmaya/eylemeye yeğlediği için düşü de sahtedir.

Seyyah ne kadar yolun insanıysa, turist de o kadar sahte olayların ve kurgulanmış gerçeklerin insanıdır.
Seyyah ne kadar yolun insanıysa, turist de o kadar sahte olayların ve kurgulanmış gerçeklerin insanıdır.

Tüketim toplumu insanın önüne sayısız seçenekler yığıyor. “Seçme özgürlüğü” modern insanın sosyal tabakasının en önemli ölçütlerinden biri hâline geliyor ve ne kadar çok seçeneğe sahip iseniz rütbenizin de o kadar yüksek olduğu varsayılıyor. Turizm modern yurttaşın zihninde bir dizi fanteziyi uyarıyor, pek az insanın sahip olduğu bir imtiyazı deneyimleme imkânı, modern zihni cezbediyor. Kendisini fantezi olarak bir “maceracı” olarak kurgulasa da, modern turist, beklenmedik olanın tehdidiyle kendisini gergin hisseder ve bu yüzden Cakarta’dan Petersburg’a kadar mümkünse her şeyin aynı olmasını, otel ve lokantaların ona alıştığı rahatlığı sunmasını yeğler. Hele o paket turlar, yok mu? Onlar tüketim modeline birebir uydurulmuş en saf turizm biçimidir. Her şey baştan sona en ince ayrıntısına dek hesaplanmıştır ve müşterinin sadece geriye yaslanıp hayatın tadını çıkarması istenir. Turist hareket hâlinde olmakla selamete ereceğini düşünen kişidir, o yüzde paket turlar tıklım tıkış etkinliklerle doldurulur, oradan buraya telaşla seyirten turistin kaybedeceği ve kaybolacağı zamanı yoktur. Oysa seyahat sadece bilinmeyene atılan bir olta değil, bir bilmeme biçimidir de, hayatın doğal akışına râm olarak, masum bir göz aramaktır.

O masum gözle kendime baktığımda, o masum göz bana çevrildiğinde, beni de masum bir benliğe çevirecektir. Rutinden çıkmak ve kendini belirsizliğe açmakla seyyah, hayattan öğrenmeye hazır bir tilmizdir artık. Yolla yoğrulur, yolda yoğrulur. En güzel yolculuklar içimize en çok yürüdüklerimizdir.

Güzel olan bir şeye bakan kişi onun fotoğrafını çekmediğinde hayıflanır. Dünyanın kendisi bir güzellik ölçütü olmaktan çıkar da ancak kamera dünyayı güzelleştirir. Fotoğraf çekmek hayatı reddetmenin bir biçimidir, yaşantıyı fotografik olanla sınırlı tutmaktır. Güzelliği ruhumuza nakşetmek yerine zamanda donduruyoruz kamerayla, böylece bir deneyim ânı, bir gelişme imkânı sonsuza dek kaybediliyor. Kamera imgesi yaşanmakta olan ânı bizden çalıyor. Bugünün turisti şehre akıllı telefonuyla giriyor. Neyi umduğunu biliyor ve işte bu beklenti, tecrübelerini de şekillendiriyor. Şehirde kaybolma imtiyazı yok, bir seyyahın yapageldiği gibi o an üretilen bilgiyle hareket etmiyor, ona önden sunulmuş hazır bilgiyi tüketiyor ve böylece seyahat tecrübeleri biricik olmaktan çıkıyor, bir örnekleşiyor. Yeni teknoloji seyahat ederken bilgiye ulaşmamızı çabuklaştırıyor ve gereksindiğimiz bilgiyi parmak uçlarımıza sunuyor.

Güzelliği ruhumuza nakşetmek yerine zamanda donduruyoruz kamerayla, böylece bir deneyim ânı, bir gelişme imkânı sonsuza dek kaybediliyor.
Güzelliği ruhumuza nakşetmek yerine zamanda donduruyoruz kamerayla, böylece bir deneyim ânı, bir gelişme imkânı sonsuza dek kaybediliyor.

Başkalarının hatalarından öğreniyor ve tecrübelerimizi, yargı, fotoğraf, video ve düşünlerimizi anında paylaşıyoruz. Ancak bunun kötü bir tarafı da var, hayret duygumuz köreliyor. Dünyaya hayret nazarıyla bakabilmek için bir algılama/alımlama seviyesinde olabilmemiz gerek. Ayrıntıları ve konumları kontrol etmek için eğilip akıllı telefonlarına bakanlar, dünyayı kendilerinin değil de başkalarının yorumlarından tanımak gibi bir riske girmenin yanında yeni yerin ilginç ve heyecan verici taraflarını da kaçırıyor. Çünkü dikkat o teknoloji yüzünden dağılmış ve bölünmüştür. Sanal âleme dikkat ederken gerçek âleme dikkat kesilmek zor. Manzarayı kaydetme telaşındaki turist kaydetmek istediği görüntüye yabancılaşıyor. Eğer farklı hayatların ve farklı yerlerin bizi şaşırtmasına izin verebilirsek seyahat bir iç bilgisine dönüşüyor. Aşina olmadığımız durum üzerinden kendimizi de yeni biçimlerde okumayı öğreniyoruz.

  • Öngörülemeyeni keşfetmeye ayırdığımız zaman, seyahat tecrübesini bir iç yolculuğa dönüştürür. Walter Benjamin şöyle yazar: “Kişinin bir şehirde yolunu bulamaması da yavan ve sıradan olabilir pekala. Bunun için gereken tek şey boş vermişliktir, fazlası değil. Fakat kişinin şehirde kaybolması tıpkı kişinin ormanda kaybolması gibi farklı bir terbiyeden geçmeyi gerektirir.” Ve Rebecca Solnit’i dinleyecek olursak, “...kendini kaybetmek, sadece keyif veren bir teslimiyet değildir; kendi kollarında kaybolup gitmek, kendini dünyanın akışına bırakmak, tüm varoluş kaygılarından bağımsız bir biçimde akan zamanın içinde erimek demektir!”

Seyahat etmek bize yeni görme biçimleri, yeni içe bakma biçimleri kazandırabildiği kadar ruhu dinginleştiriyor. İnsan kaybolmaya açık olabildiği kadar kendi ruhunu bulabiliyor, çünkü keşif, gerçek keşif yolculuğu, Proust’un dediği gibi yeni yerler aramakta değil yeni gözlere sahip olmaktadır. Böylece gittiğimiz her yer karşılaştığımız her kişi sizin bir parçanız olur. İyi bir seyahat siz eve döndüğünüzde içinizde devam edendir. Her gezen kaybolamaz ve ancak kaybolabilenler seyahati, bir sanat eseri gibi içe doğan bir tecrübeye dönüştürürler. Elbette böylesi bir tecrübe ancak usulca yaşanabilir, gözün ve ruhun temas ettiği her şeye nüfuz etme cehdiyle, uğrak yerlerinde eğleşmeyi göze alarak. Hızlı seyahat olmaz, hız turistlere özgüdür ve yolculuğu bönleştirir. Seyyah ânı yaşayarak kıymetlendirir, ânın ruha değmesine, ruha birikmesine ve onu kanatlandırmasına izin vererek.

Dünyayı inanç, arzu ve beklentilerimizin süzgecinden geçirerek algılıyoruz. Gerçeklik bize çıplak hâlde ulaşmıyor, bir dizi prizmada kırılıyor onun ışığı, böylece görmek kuramsal bir etkinliğe dönüşüyor. Neyi görmeyi umduğumuz gerçekte neyi gördüğümüzü etkiliyor. İşte kaybolmaya açık olmak yeni yaşantıların akışına kapılmaya izin verebilmektir ve eski süzgeçlerin altüst olarak bizi dünyayı daha farklı biçimlerde bilmeye mecbur etmesidir. Böylece ön yargılar kırılır ve dünyanın olanca çeşitliliğini, insan ruhunun sonsuz çeşitliliklerini idrak etmekle kâinatta ne de küçücük bir yer işgal ettiğimizi fark ederiz. Gerçek seyahat insanı terbiye eder. Böylece dış âlemde attığınız her adım, kalbinize doğru yürüdüğünüz yolculuğun bir parçası olur.