Süleymaniye’yi seyretmek

Süleymaniye’yi seyretmekten değil de, seyretmeklerden bahsedebilirim.
Süleymaniye’yi seyretmekten değil de, seyretmeklerden bahsedebilirim.

Eminönü’nün bu akışkanlığı ve ucubeliği içinde Süleymaniye’ye bakmayı denerim. Sonsuz korna sesleri selfi çubuğu satıcılarının seslerine karışırken, balık ekmekçilerin çığırışlarına İstanbul’un en güzel ezanlarından bazıları karışırken Süleymaniye’ye bakmayı denerim. Hamalların, tombalacıların, turist avcılarının, Boğaz turcularının, çakma Adidascıların yarattığı enerjik, tekinsiz, geleneksiz, amorf dünyanın tepesinde o durur.

Süleymaniye’yi seyretmekten değil de, seyretmeklerden bahsedebilirim.

Mesela Süleymaniye’yi Üsküdar-Eminönü vapurundan izlemek, hep biraz çekingen ve duygulu duran Üsküdar’ı arkada bırakarak sularda ilerlerken, İstanbul’un çatısını görmek demektir. Sulardaki köpüklerin ya da Boğaz’daki tatlı esintinin ansızın ele geçiriverdiği ve içine bulaşıcı bir boş vermişlik duygusu bıraktığı muhayyilem duyguların ve anıların elinde yatışırken, Süleymaniye orada, o tepenin üstünde bir akıl ilkesi olarak belirir ve muhayyilemin tabiat tarafından bütünüyle işgaline izin vermez. Süleymaniye tarihin, milletin, matematiğin, devletin, geçiciliği bulandırmanın, ilkelerin bir sözü olarak oradadır.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Boş vermişlikte, kendini bırakıvermenin konforunda bir tutukluk yaratır. İstanbul cangılının, sesleri ve resimleri birbirine karıştıran çarpıntısını bir süreliğine deniz ve yosun kokusuyla dindirmiş ve vapurun suyun üzerindeki kayışından kendime geçici bir "herşeyyolunda" temi yaratmışken, Süleymaniye tepede belirir ve bana yolunda gitmeyen şeyler hakkında, kendisi gibi büyük ve sarih sorular sorar: Bu yapıyı yapanlar kimlerdir ve nereye gittiler? Yapma kuvvesi nerede? Kuvveden fiile nerede? Ben burada neyim? Burası benim neyim? Süleymaniye’nin gözlerine bak ve konuş! Boğaz sularının üstünden görüldüğü haliyle Süleymaniye rehaveti yaralayan, kibarca rahatsız eden, orada öylece vakur bir şekilde duruvererek yolunda gitmeyenler hakkında kısa ve etkili bir mesaj verendir.

Gelelim Eminönü’ne. Eminönü, İstanbul’un fil hastalığına tutulmuş bir organı, mesela eli gibidir. Bilemiyorum bir zamanlar belki de zarif diye tanımlanabilecek bir yerdi ama hastalıkla birlikte şişmiş, çarpılmış, derisi esnemiş, eti kabarmış, yumruların içinde bir yerde bulunan parmakları birer hatıraya dönüşmüş.

Yine de bir el işte. Vazgeçilmez bir yanı var. Sadece vaz geçilmez değil, ucubeliği sebebiyle kendisinden gözü alamadığımız, seyirlik bir nesne de. Şehirlerin yabancılara karşı ketum semtlerini gezen her seyyah gibi, orasının tam olarak neye tekabül ettiğini asla öğrenemeyecek saftirik turistlerin işbirliği dilenen gülümseyişleriyle, birbirlerine yaptıkları eşek şakalarıyla ortalığı küçük bir Çarşamba pazarına çeviriveren çingene çocuklarının küfürleri, orada birlikte. Bu ve benzeri tezatların orada birbirlerine olan bitimsiz hareketleri sebebiyle, Eminönü bizim akışkan gerçeğimiz.

Fotoğraf: Sedat Özkömeç
Fotoğraf: Sedat Özkömeç

Eminönü’ndeki bir başka şey de, akşamın yarattığı bir telaş ve hatta bir tehdit varsa, bunun en fazla hissedildiği yer olması. Gündüz boyunca yerinde duramayan, sesleri, kokuları, dilleri, duyguları birbirine karıştırma ustası olan bu mekân, akşam hava kararmaya başlarken, hemen herkesin telaşla kaçıp kurtulmaya çalıştığı bir iyi saatlerde olsunlar yeri. Akşam sularında herkes, Orta Çağlardaki gibi, kendi sokağının kapıları kapanacakmışçasına canhıraş biçimde Eminönü’nden kurtulmaya çalışır. Hava karardıktan sonra Eminönü, gün boyu yaptığı biçimsiz ve gayrı meşru işleri eldiven gibi çıkarıp kapısının dışına atmış ve alelade ailesine dönmüş yaralı bir kadındır. Ertesi günün arsızlıklarına kadar rahat bir uyku uyuyabilir artık.

Eminönü’nün bu akışkanlığı ve ucubeliği içinde Süleymaniye’ye bakmayı denerim. Sonsuz korna sesleriselfi çubuğu satıcılarının seslerine karışırken, balık ekmekçilerin çığırışlarına İstanbul’un en güzel ezanlarından bazıları karışırken Süleymaniye’ye bakmayı denerim. Hamalların, tombalacıların, turist avcılarının, Boğaz turcularının, çakma Adidascıların yarattığı enerjik, tekinsiz, geleneksiz, amorf dünyanın tepesinde o durur.

  • Eteklerinde biçimlenmeyi hala sürdüren bu kıpır kıpır dünyanın tersine, yukarıda her şeyin çoktan tamamlandığını söyler. Aşağıdaki çelişkilerin ve lümpenliklerin aksine tepedeki uyumu, kararlılığı, aklı gösterir. Eminönü’nde işler birkaç günde değişebilir. Tezgâhlara düşecek ve çok tutulacak türedi bir oyuncak, birkaç günde bütün tezgâhları o oyuncakla ve sesiyle doldurabilir mesela. Oysa tepede bu tür zıpçıktılıklara müsamaha yoktur. Söylenecek söz söylenmiş, kunt ve buyurgan bir bildiri tok sesiyle konuşmuş, nokta konmuştur. O irtifada kanatlarını kapatmış duran Süleymaniye vardır. Eminönü, klasik kozmolojinin oluş ve bozuluşa tabi ay altı âlemiyse, Süleymaniye ay üstü âlemden bakan bir ilkedir.

Süleymaniye’yi Galata’dan izlemenin bugün bile bir anlamı varsa da, bu eskiden taşıdığı sert ve kesin anlamın yanında yine de sönük kalır. Osmanlının son yıllarında, Galata’da yaşayan bir ecnebi diplomat olduğunuzu ya da yeni Batılı hayat tarzını satarak zengin olan bir beyaz Rus olduğunuzu düşünün. Eski dünyayı uğurlamak için can atan ve kendisinin, yeni dünyanın mimarlarından biri olduğunu hayal eden tutkulu bir devrimci olduğunuzu tasavvur edin.

Eminönü, klasik kozmolojinin oluş ve bozuluşa tabi ay altı âlemiyse, Süleymaniye ay üstü âlemden bakan bir ilkedir.
Eminönü, klasik kozmolojinin oluş ve bozuluşa tabi ay altı âlemiyse, Süleymaniye ay üstü âlemden bakan bir ilkedir.

Galata’da sizin açınızdan işlerin yolunda gittiğini söyleyen göstergeler sadece, açık kapılarından dışarıya taşan alafranga müzikle ve Alman garson kızların kahkahalarıyla dolu kafeler değildir. Masalardaki Fransızca gazeteler, burada savunması kolay ve zevkli olan yeni fikirler, irili ufaklı Parizyen oteller de artık yeni bir dünyanın geldiğini, bir iki kuşak içinde köhne düzenin yıkılacağını söylemektedir. Ama... Pera’dan karşı tepelere bakarken, her şeyin alt üst olacağına ve eskinin muhakkak gideceğine dair sarsılmaz inancınızı şöyle ya da böyle bulandıran bir yapı görürsünüz. Devrimci utkunuz tekler. Bir an gidişattan kuşkuya kapılan realist yanınız, romantik yanınızı azarlayarak susturur.

Karşı tepededir. Suskun bir kral. Küs ama ne düşündüğü tahmin edilen bir baba. Kadim bir kitap. Kitaplar kitabı. Tepeye tünemiş ve kanatlarını kapatmış, delici bakışlarıyla bir destan kuşu. Süleymaniye.

Süleymaniye’yi uzaktan seyretmek, kalıcı ve hükmedici bir ilkeyi hatırda tutmak gibidir. Ve bu her zaman ihtiyacınız olan konforu sunmayabilir.