Türkiye’nin değerli bir mirası: Yerli meyve ağaçları

Bodrum kızıl armutu
Bodrum kızıl armutu

Yabani bitkilerden farklı olarak kültür çeşitleri insana bağımlıdır, aşılanmaz veya daldırmayla çoğaltılmaz ve bakılmaz ise yok olmaya mahkûmdur, çünkü asmalar ve meyve ağaçlarının ömrü sınırlıdır. Yüzyıllarca bahçıvan, çiftçi ve bahçe meraklıların emeği, tecrübe ve bilgisiyle geliştirilen yerli meyve çeşitleri hızla yok olmaktadır.

Anadolu, üç kıta arasındaki konumu, farklı iklim ve coğrafi özelliklerin bir araya gelmesi nedeniyle zengin bir doğal biyoçeşitliliğe sahiptir. Kiraz, vişne, ayva, incir, nar, üzüm, armut, kavun, karpuz, kayısı, kestane, ceviz gibi birçok meyve ağacı türünün anavatanı veya önemli gen merkezlerinden biridir. Eski medeniyetlerin beşiği olması ve tarımın bu bölgede başlamasıyla tarımsal biyoçeşitlilik açısından da zengindir.

Aşılama
Aşılama

Türklerin Anadolu’ya getirdikleri yeni kültürle birlikte meyve çeşitleri de bu zenginliğini artırmıştır. Erken Cumhuriyet döneminde Anadolu’da araştırmalar yapan Rus ziraatçı Zhukovski’ye göre sultani, razakı, çavuş, misket çeşitleri İran veya Orta Asya'dan gelmiştir. Aynı bölgelerden tatlı karpuz, kavun ve kayısı çeşitleri da getirilmiştir. Daha 9. yüzyılda Harezm'den Çin'e karpuz ihraç ediliyordu. Eski Türkçesi büken olan karpuza Çincililerce Batılı kavun, Araplarca Hint kavunu (bıttîh-ı Hindî) demeleri, bu meyvenin geliştirilen tatlı çeşitlerinin daha önce bilinmediğini gösterir. Kayısı da Orta Asya kökenlidir. Yabani ve çekirdekten yetiştirilen zerdalinin Romalı döneminde Akdeniz bölgesine ulaştığı halde, zerdalinin aşılı hali olan ve tatlı çekirdeğiyle zerdaliden farklı kayısı, çok sonradan Türklerle Anadolu’ya gelmiştir. 14. yüzyılda Afrika ve Asya’da birçok yeri gezen İbn Battuta'nın Anadolu'da yediği kayısılarının tatlı çekirdekli olduğunu özellikle belirtmesi başka yerlerde kayısıya rastlamadığını düşündürüyor.

  • 11. yüzyılda yazılan Divânü Lugâti’t-Türk’te meyvecilikle ilgili tanımlar, Orta Asya bahçeciliğinin gelişmişliğini yansıtır. Asmanın meyve vermesi anlamında “üzümlenmek”, üzüm toplamakta yardım ve yarış etmek anlamında “üzüşmek”, üzüm asmaları bağlanan yaş söğüt dalı anlamında “kagıl”, erişilemeyen üzüm salkımlarını kesmek için kullanılan sofra biçiminde üç ayaklı nesne olan “tapçan”, canı kavun istemek anlamında “kagunsamak”, kavun sahibi olmak anlamında “kagunlamak” gibi örnekler verilebilir. Yine Kaşgarlı Mahmud’un kaydettiği üzere Orta Asya’da yılkıç, Farsça’da şemame, Türkçe’de “şamama”, “cırdatan”, “cırlangıç”, “kırlangıç”, “bostan güzeli”, “alabaş” gibi isimlerle tanınan çok küçük, güzel kokulu ve kabuğu alaca renkli kavun çeşidi de Orta Asya kökenlidir.

Konya’nın meşhur Kamereddin kayısısından ilk bahsedenler 14. yüzyılda Arap coğrafyacı Ebu'l Feda'dır ve 1332-1333 yıllarında Beylikler döneminde Anadolu'da gezen Faslı seyyah İbn Batûta’dır. İbn Batûta da Alanya ve Konya'da yetişen Kamereddin kayısısının kurutularak Suriye ve Mısır'a ihraç edildiğini anlatır. Bu kayısı çeşidi, muhtemelen Alaeddin Keykubat’ın bahçe meraklısı veziri Kamereddin tarafından yetiştirildiğinden adını almıştır. 18. yüzyılda Konya’ya uğrayan İsveç diplomatı ve dil bilimcisi Jean Otter, orada “Kamereddin kayısı adıyla şahane bir kayısı çeşidinin” yetiştiğini anlatmıştır. Günümüzde bu kayısının hâlâ yetiştirildiğine dair bilgiye rastlanmasa da, Mısır, Lübnan, Irak, Kuveyt gibi Arap ülkelerinde kayısı pestilinin hâlâ “kamereddin” ismiyle bilinmesi, bu kayısının geçmişte ihraç edildiği ülkelerde ne kadar derin bir iz bıraktığını gösterir.

Kış ayvası
Kış ayvası

Kayısının ancak 16. yüzyılın ilk yarısında kuzey Avrupa ülkelerine yayılmaya başladığı biliniyor. Türkçe “kayısı” kelimesi, aşılı zerdaliyi aşısız olandan ayıran bir terim olarak başka dillerde karşılığı olmayan bir kelimedir. Ne Farsça ve Arapça’da, ne de Avrupa dillerinde, aşılı zerdali için özel bir terim yoktur; “kayısı” kelimesi ise sadece Osmanlıların etkilediği bazı Doğu Avrupa dillerine geçmiştir: Bulgarca kajszija, Romanca caisa, Kroatça kajsija, Arnavutça kajsi ve Macarca kajszi gibi.

Osmanlıların köklü meyve yetiştirme geleneği 16. yüzyıldan itibaren Avrupa ülkelerini etkilemiştir. Macar tarihçisi Sandor Takats, Türklerin kavun, karpuz, kayısı gibi birçok meyve çeşidini Macaristan'a getirdiklerini, ülkenin her yerinde bahçe kurduklarını, getirdikleri birçok meyve ve sebze çeşidinin Macaristan üzerinde Avrupa'ya yayıldığını anlatır: “Yurdumuza bir hayli meyve çeşidi, çiçek ve faydalı otu onlar yerleştirmişlerdir. Nerede oturmuşlarsa orada toprağı işlemişler, her yerde ekip dikmiş, bahçıvanlık etmişlerdir (...) [Tahrirler ve emirnamelerin] hepsi de Türk bahçelerinin çokluğunu kaydeder (...) Hasılı, Türk nerede oturur, yahut nerede iskân edilirse oralarda bahçenin eksikliği olmazdı. Macar beyleriyle hanımları arasında XVI. yüzyılda bahçıvanlığa karşı inanılmıyacak derecede büyük bir merak olduğundan Türk bahçelerinde gördükleri veya duydukları her yeniliği almaya can atarlardı (...) Bahçecilik sahasındaki Türk-Macar temasları memleketimizde çok hayırlı işler meydana getirmiştir. Böylece Macaristan, meyve ağaçları ve çiçek bakımından doğu ile batı arasında vasıtalık etmiştir. XVI. yüzyıl ortalarında Macar meyvesı Avrupa’da ün salmıştır.”

Kadınparmak üzümü
Kadınparmak üzümü

Macar ziraatçı Miklos Faust’a göre bugün Macaristan’daki kayısı yetiştirme alanların çoğu hâlâ 16. yüzyılda Türklerin kurdukları bahçelerin bulundukları yerlerdir. Macaristan üzerinden Avrupa’ya yayılan Osmanlı kayısı çeşitlerinin Avrupa’da geliştirilen çeşitlerin kökeni olduğu genetik araştırmalarla ispat edilmiştir.

Osmanlıların meyve ve bahçe sevgisinden dolayı, Anadolu ve Rumeli’de çok sayıda yeni meyve çeşidi geliştirilmiştir. Beğenilerek ün kazanan, ticari önem taşıyan yüzlerce çeşidinin adları kanunnameler, narh listeleri, şeriye sicilleri, ziraat kitapları, seyahatnameler, arşiv belgeleri gibi kaynaklarda rastlanır. Meyve çeşitleri konusunda başlıca kaynaklarımızdan biri olan Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Bursa’da 40 çeşit armut, Erzincan’da 70 çeşit armut, Kütahya’da 7 çeşit kiraz ve 24 çeşit armut, Malatya’da 7 çeşit kayısı ve 80 çeşit armut, Ula’da 60 çeşit üzüm, Kilis’de 40 çeşit üzüm yetiştiğini; Nazilli’de kokulu miskli lop inciri dahil 23 çeşit incir yetiştiği gibi, kavun ve narenciye çeşitleri için tanındığı; Birgi’nin 7 çeşit kiraz arasında, keklik yumurtası kadar büyük nif kirazı en bilineni olduğu anlatmaktadır.

  • İstanbul’un da meşhur meyveleri vardı, sur içinde 6 çeşit şeftali ve iri kumru kayısı, Kasımpaşa’nın kırmızı tüysüz şeftalisi, Rumeli Hisarı’nın kirazı ve Çubuklu’nun iri kızılcığı, Evliya Çelebi’nin anlattıklarındandır. Bir başka önemli kaynak, Prof. Dr. Günay Kut’un yayına hazırladığı Bahçıvan Defteri’dir. 19. yüzyılda İstanbul’da tutulan bu defterde toplam 393 meyve çeşidinin adı, getirildiği yer ve özellikleri kaydedilmiştir. Bunların arasında şeker armudu, Bozdoğan armudu, gökbaşlı armut, boğaz dutan armudu, bedkânî elma, gülâbî elma, saruca incir, kaplani kayısı, Birgi narı, Güzel Hisar turuncu, beylerce üzümü, Cem Şah üzümü, çelebi cüce şeftalisi, hisar kirazı, gülâbî armut, patlıcan inciri, miskli lop inciri, beyaz kumru kayısı, tekkeşîn ayvası gibi çeşitlerden bir kısmı hâlâ yetişmekte fakat maalesef günümüzde manavlarda, marketlerde ancak çok azını bulabiliyoruz.

İstanbul’un meşhur Sultan Selim inciri, 17. yüzyıl bestekârı Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi tarafından geliştirilmiş Mustafa Bey armudu, ve İmparator Wilhelm’in İstanbul ziyareti sırasında çok beğendiği akça armudu hâlâ mevsiminde bulunabilen İstanbul meyve çeşitlere örnektir. Şehrin diğer eski çeşitlerin birçoğu artık kaybolduğu gibi Türkiye’nin diğer bölgelerinde de yerel çeşitler, artan arazi fiyatları, tarımsal tercihler ve pazarlama zorlukları karşısında kesilme ya da tek tip ticari çeşitlerle aşılanma nedeniyle tehdit altındadır.

Taş narı
Taş narı

Meyveye verilen önemden dolayı Osmanlı bahçeciliği ileriydi. Aşıcılığın bahçıvanlıktan ayrı bir meslek kolu olduğunu Evliya Çelebi’den öğreniyoruz, 17. yüzyılda İstanbul'daki bahçelerde 50 binden fazla bahçıvan ve 500 tane aşıcı çalıştığını söylemektedir. Aşıcılıktan başka, fidancılık ve turfandacılık da gelişmiştir. Aşıcılar, marifetlerini göstermek için aynı asmaya yirmi tür üzüm veya aynı dut ağacına yedi sekiz çeşit dut aşılarlardı. Urla'nın bütün kahvehanelerini kaplayan dev bir asmayı anlatan Evliya Çelebi, aşıcılıkta uzman olan bahçıvanların bu asmaya farklı üzüm çeşitlerini aşılama geleneğinden dolayı aynı asmada 37 çeşit üzümün yetiştiğini anlatıyor. Buna benzer bir asma Cezayir Fatihi Murad Reis’in Rodos’taki türbesinde, üzerinde yetişen çeşitleri arasında parmak, tilki kuyruğu, hore, misket, zeynî, razakı, beğlerce, hüsâmî ve kudsî üzümleri vardı.

  • Sultan II. Murat, oğlu Fatih Sultan Mehmet’e yazdığı nasihatlar kitabı Nasihatü Sultan Murad’da Edirne Saray’ının bahçelerinde yetişen meyve ağaçlarının çoğunu kendi eliyle diktiğini anlatarak, onları “kendi öz oğullarım gibi bilin” diye öğütlemiştir. Babasının izinden giden Fatih, 1465’te Topkapı Sarayı’nı kurarken bahçesine “insanların zevki ve mutluluğu için her türlü meyve ağacını” dikmiştir. 16. yüzyılda İstanbul’daki saray bahçeleri için çok büyük miktarlarda gül, soğanlı çiçek, orman ve meyve ağacı siparişleri verilmesi, fidancılığın gelişmiş olduğunu gösterir.

Padişahlardan kırsal kesim halkına kadar herkesin bahçeciliğe meraklı ve bilgili olduğu bu toplumun yetiştirdikleri binlerce meyve çeşidi, hem tarımsal biyoçeşitliliğimizin hem de kültürel zenginliğimizin önemli bir parçasıdır. Bu çeşitler, yetiştirildikleri yörenin iklimine, toprağına, su miktarına uyumlu, böcek ve hastalıklara dirençli olduğu için genellikle sulama, gübreleme ve ilaca ihtiyaç duymadan yetişir ve meyve verirler; dolayısıyla büyük ölçüde ekolojik ürünlerdir. Çevre mühendislerine göre Türkiye’nin 2030-2050 yıllarında ciddi su sıkıntısı ile karşı karşıya kalacacağından büyük ölçüde sulama gerektirmeyen bu meyve çeşitlerimizi korumak için önemli bir nedendir. Prof. Alper Güzel’in söylediği gibi, bunlar “kendiliğinden organiktir”. Yerli ürünler, lezzet çeşitliliğe sahip, beslenme değeri yüksek, ve farklı zamanlarda olgunlaşarak tüm yıl boyunca taze meyve bulunmasını sağlarlar. Bir kısmı taze tüketilmeye uygun, bir kısmı kurutmalık, bir kısmı da uzun süre saklanabiliyor. Örneğin, Muğla’nın pestel veya kızıl denen armut çeşidi, kış boyunca yemek üzere samanın içinde saklanmakta, kimi üzüm çeşitleri havalar iyi giderse yılbaşına kadar dalında bozulmadan kalabilmektedir. Kış karpuzu denen sarı etli karpuz çeşitleri, aynı şekilde saklanabiliyor, hâlbuki günümüzde bu çeşitler şehirlerde artık hiç bilinmiyor ve yöreleri dışında yetiştirilmiyor. Kavunların da kış çeşitleri için de aynı durum söz konusu, bunlardan meşhur Ankara kavunu bile zor bulunuyor. Ayvalardan sadece ekmek ayvaları buluyoruz, reçel ve tatlı hazırlamaya uygun sert ve mayhoş limon ayvası ve altın ayva unutulmuştur.

Bergamot
Bergamot

Yabani bitkilerden farklı olarak kültür çeşitleri insana bağımlıdır, aşılanmaz veya daldırmayla çoğaltılmaz ve bakılmaz ise yok olmaya mahkûmdur, çünkü asmalar ve meyve ağaçlarının ömrü sınırlıdır. Yüzyıllarca bahçıvan, çiftçi ve bahçe meraklıların emeği, tecrübe ve bilgisiyle geliştirilen yerli meyve çeşitleri hızla yok olmaktadır. Bu duruma farkına varınca 2006 yılında Muğla'da “Meyve Mirası Projesi”ni başlattık ve beş kişilik ekibimiz, çeşitli kurumların desteğiyle 2011 yılına kadar çalışmalarımıza devam ettik. Muğla’da yetişen yerli çeşitlerini tespit etmek, veritabanında kaydetmek, fotoğraflamak, tanıtmak ve çoğaltmak amaçlı bir projeydi. Projenin saha araştırmalarını yapan Esin Işın Taylor, Muğla’nın köylerinde 150’den fazla kişi ile görüştü ve bu sürecini şöyle anlatmıştı: “Yaptığımız projeyi görüştüğüm kişilere anlattığım zaman sorularımı hevesle cevaplıyorlar ve köylerinde ziyaret ettiğimde ellerinden geldiğince yardım ediyorlar, kendi bahçelerindeki ağaçlara, kendi bahçelerinde olmayan çeşitleri bulmak için komşularına götürüyorlar. Yapılan çalışmanın önemini fazla lafa gerek kalmadan kavrıyor ve aradığımız meyve çeşitlerini bulabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar.”

  • Alınan bilgiler veritabanında kaydedildi: Her meyve çeşidi ve ağacı için bulunduğu yer, sahibi, meyvesinin özellikleri, hasat zamanı, kullanım alanları ve işlenmesi (kurutma, reçel, pekmez), dayanıklılığı, üretim yöntemleri ve zamanları, ağacın sulama ihtiyacı, neslinin tükenme derecesi gibi. Beş sene içerisinde 125 armut, 97 incir, 91 badem, 90 üzüm, 30 elma, 18 erik çeşidinin yanı sıra nar, zeytin, dut ve narenciye gibi 30 türü kapsayan 550 meyve çeşidi kaydedildi. Sadece Muğla’da bu kadar çeşit yetiştirildiğine göre, Türkiye’nin tüm illerine ait yerli çeşitlerin ne kadar çok sayıda olduğunu tahmin etmek mümkün.

Projeden heyecanlanan bazı insanlar, çeşitliliğin bölgelerinde yok olma tehlikesini kavrayınca kendiliğinden hemen çoğaltma girişiminde bulundular. Bunun çarpıcı bir örneği yanıkızıl armudunun kurtarılmasıdır. Dereköy’de bulunan son ağacının tek yaşayan dalından aşı kalemi alınarak aynı bahçede bulunan ahlat ağacına aşılandı ve ertesi sene de ilk meyvesini verdi. Aşılama, ancak yılın belli dönemlerinde yapılabiliyor ve çelik veya aşı kaleminin taze olarak dikim yerine ulaştırılması gerekiyor. Bu zorluğun üstesinden gelebilmek için projenin bir ayağı olarak bir koleksiyon bahçesi oluşturmaya girişildi ve sonunda Bodrum’daki Gümüşlük Akademisi Vakfı’nın arazisine dikilen 45 çeşit meyve fidanı ile küçük ölçekli koleksiyon bahçesi kuruldu. Projemizden fidan talep eden birçok kişi oldu ancak sadece koleksiyon bahçesi projemiz için fidan ürettiğimizden bu talepleri karşılayamadık.

Geleneksel meyve çeşitlerinin özelliklerini yansıtan çok ilginç adları var: orak armudu, orak zamanında, yani Haziran ayında olgunlaşmasından; tilkikovan armudu, tilkiler severek kokusunu uzaktan aldıklarından; bardacık armudu, eski toprak bardakların şekline benzediğinden; kodukkovan armudu, ağacın dibine arılar bal alsın diye kovan konduğundan; kanlıkara dut, toplarken ve yerken insanın elinden akan kırmızı suları kan akar gibi göründüğünden; gök zeytini, yemyeşil bir yağ verdiğinden; dilimli portakal şeklinden; kepekli armut, çok meyve vermesinden; paşa narı, çekirdeği yumuşak olduğundan; sıksarı üzümü, taneleri sarı ve salkımı da sık olduğundan; hırsızalmaz kavunu, tadı güzel olmasına rağmen dış görüntüsü kötü olduğundan isimlerini almışlardır.

Türkiye’nin değerli bir mirası olan yerli meyve ağaçları, çevre, ekonomi ve mutfağımız için gelecekte de önemi koruyacaktır. Yetiştirenler bu meyve ağaçlarının çeşitlerinin değerinin bilincinde, fakat getiri olmazsa uzun vadede çabaları boşuna gidecektir. Tüketici olarak bunları tercih ederek, pazarlardan ve yetiştiricilerden alarak varlıklarının devamı için katkıda bulunabiliriz.