Yapay zekânın penaltı anındaki endişesi

​Yapay zekânın penaltı anındaki endişesi
​Yapay zekânın penaltı anındaki endişesi

Peter Handke, Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabında şöyle bir akıl yürütmeyle yolculuğa çıkarır zihnimizi. Bir futbol maçında eğer kaleci ve oyuncu birbirlerini tanıyorlarsa kaleci oyuncunun topu hangi tarafa atacağını bilir ve buna göre o köşeyi kontrol altına alır. Oyuncu da kalecinin hangi tarafa uçuş gerçekleştireceğini tahmin ediyorsa aksi istikamete topu gönderir. Buraya kadar normal görünebilir ama çıktığımız merdiven bununla sınırlı değil.

Eğer kaleci, penaltı atışını kullanacak oyuncunun kendisinin hangi tarafa uçacağını düşündüğünü bilirse görüşünü değiştirebilir. Bunu diğer tarafa da uygularsak içinden çıkılmaz bir döngüye girdiğimizi fark edebiliriz.

Yapay zekâ da beynimizin vücudumuz dışındaki bir parçası olarak kabul edilebilir.
Yapay zekâ da beynimizin vücudumuz dışındaki bir parçası olarak kabul edilebilir.

Normal zekâ ve yapay zekâ, birbirlerini tamamlayıcı rol oynayabilecekleri gibi farklı işlevler de üstlenebilir. Eğer algoritmalar üzerinden yapay bir zekâ üretildiyse pekâlâ onu üreten zihin onun dışında kalmayı da başarabilecektir. Ancak yeterince istekli olursa.

Yapay zekâ, yapmak istemediğimiz şeyler için kullanacağımız kiralık katilimiz mi yoksa erişemediğimiz yere gidebilmek için kullanacağımız uzvumuz mu?

Basitçe düşünecek olursak, gözlük, değnek, işitme cihazı uzuvlarımızı geliştiren, daha yüksek verimle kullanmamızı sağlayan aygıtlar. Yapay zekâ da beynimizin vücudumuz dışındaki bir parçası olarak kabul edilebilir.

Sanatı ağırlıklı olarak hissettiklerimizin, duygularımızın tezahürü olarak görebilir miyiz? Kendimizi daha iyi ifade etmek sanatı ortaya çıkarıyor olabilir mi? Sanat teorisinin dehlizlerinde yürümek değil niyetim. Ama sanat, içimizdeki bilgeliği ortaya koymak için bulunmuş en iyi araçlardan biri.

Eşsiz, biricik olmak sanata konforlu bir alan sağlıyor. Bunun kimin tarafından yapıldığının bilinmesi sanatın hangi tarafında durur? Eğer çok önemli ise laedri’den oluşan külliyat elimizde büyük bir soru işareti olarak duruyor.

Sanatın fonksiyonel hâle geldiği ve endüstriyelleştiği günümüz dünyasında robotik sanata karşı endişelerin ne kadarını sanatsal ne kadarını endüstriyel kaygılar oluşturuyor? Muasır sanat içinde yapay zekânın yeri neresidir? Tüm bu sorular öbeğinin ucunda insanın şekillendirdiği ama bireysel zekâdan farklı bir algoritmayla karşı karşıya olduğumuzu söylememiz gerekiyor.

Robotların ürettiği metinler, robotlaşan seslerimizle her duyguyu benzer kelimelerle ifade ettiğimiz, çoraklaşan dünyamıza ne kadar benziyor.

Diğer yandan ayrıştıramayacağımız veri depolarının içinde sıkışan zihinsel dünyamız için yapay veya değil asistanlara ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Kolektif aklımızın bireyselleştirilmiş hâli olan yapay zekâ “biz”in “ben”e karşı varlık savaşının bayraktarlığını yapıyor.

Robotik art son tahlilde insan zihninin kıvrımlarından başka bir şey değil. Allah’ın verdiği akılların üst üste konulmasıyla makinelere devredilen irademizden söz ediyoruz.
Robotik art son tahlilde insan zihninin kıvrımlarından başka bir şey değil. Allah’ın verdiği akılların üst üste konulmasıyla makinelere devredilen irademizden söz ediyoruz.

Yapay zekâ neredeyse sorgulanamaz hâle gelen ortak aklın mücessem hâliyse ki o tarafa doğru bir gidiş görmek mümkün, bu sanat alanına da dâhil olabilir mi? Mimar Sinan’ın aklına yaklaşan bir yapay zekâ iyiyse Hemingway’in edebî lezzetine ulaşan yapay zekânın da iyi olması gerekmez mi? Sırf makine olduğu için ve kendini savunamadığı için bir “varlık”a karşı duruşumuz hakkaniyetli olabilir mi?

Robotik art son tahlilde insan zihninin kıvrımlarından başka bir şey değil. Allah’ın verdiği akılların üst üste konulmasıyla makinelere devredilen irademizden söz ediyoruz. Özgünlüğümüzü klişelere teslim ederek başlayan yapaylaşma sürecimiz, makine tasarlayan insanların zora gelemememizi keşfetmesiyle geri dönülmez bir süreç hâline geliyor.

Yapay zekânın türlü hâlleriyle karşılaşıyoruz. Sanat alanında önümüzdeki dönemde bu artışın süreceğini kestirmek güç değil. Makine ve insan ilişkisini übermensch (üstün insan) yolculuğu olarak görmüyorsak yapay zekâdan ilham almamız pekâlâ mümkün.

Algoritmaların bizlere bilgelik taşıyabileceğini, hatta doğrudan söyleyelim, yapay zekânın yaratıcılıktan nasibini alabileceğini düşünenlerdenim. Kazanın doğurduğuna inanıyorsak öldüğüne de inanmamız gerekir.

Yapay zekânın hayatımızı kolaylaştırdığına inanırken yaratıcılıkta duvara toslayacağını veya bu alanda insanın tartışmasız üstünlük sahibi olduğunu düşünmek mümkün değil.

Yapay zekânın hayatımızı kolaylaştırdığına inanırken yaratıcılıkta duvara toslayacağını veya bu alanda insanın tartışmasız üstünlük sahibi olduğunu düşünmek mümkün değil.
Yapay zekânın hayatımızı kolaylaştırdığına inanırken yaratıcılıkta duvara toslayacağını veya bu alanda insanın tartışmasız üstünlük sahibi olduğunu düşünmek mümkün değil.

Yanılgımızın temelini saf bir insan zekâsından söz ederken yaşıyoruz ilkin. Mutlak iyilik timsali ve hakkaniyetten şaşmayan bir insan zekâsı… Sanat üretim sürecinde kopyalamayan, taklit etmeyen ve mutlak hakikatin peşindeki bir yolculuk... Gerçek bu kadar keskin değil, sanatsal üretim süreci, sanat süreci berrak bir tariften uzak.

Yüzyıllar öncesinde hayata geçirilen eserleri tekrarlamak salt yapay zekâ kullanarak mümkün değil. Piramitler veya anıt eserler değil tek kastedilen. Bir şiir yahut tablo… Yapay zekâ üretilen eserin hangi katmanını hangi algoritmayla anlayacak.

Nüanslar üzerine kurulan bir sanatın kaba yargılarla yeniden üretilmeye çalışılması şeklen benzeyen ama ruhen uzakta yeni ve köksüz bir ortama götürebilir. Yordamı kavramak ve sonuçlarını görmek için Çin’de ve Körfez ülkelerinde yükselen taklit mimari eserler fikir verebilir.

Yapay zekânın üreteceği sanat insancıl olmaktan uzak kalacaktır. Duygu dünyası yapay zekânın bocalayacağı ve muhtemelen hiçbir zaman başaramayacağı bir derinliği barındırıyor. Ortaya çıkan sanat eseri en iyi ihtimalle son bir dokunuşa muhtaç kalacaktır.

Yapay zekânın kişisel verileri alıp kategorize etmesi ve bunları bir gözetim-pazarlama materyaline dönüştürmesi bekleniyor endüstri tarafından. Gerçeklik hissinden kopan her üretim değerini yitirecektir. Diğer taraftan sanatın biricikliğinin de önüne geçen bu süreç çözümlediği her alanda sanatı endüstriyel hâle getirecektir.

Yapay zekâ, imkânlarını ve imkânsızlıklarını içinde barındırıyor. Algoritmanın imkânlarını kuşanan yapay zekâ, belki de sanat üzerine düşünebilmek ve yaratıcılık sanrılarından kurtulabilmek için süreci hızlandırıyor. Algoritmanın bilgeliği bize yeni yollar gösterebilir mi?

Bu noktada Peter Handke’nin kitabında tasvir ettiği penaltı anında topun akıbetine göz atabiliriz: Top kale direklerinin içine isabet etmeden doğrudan dışarı çıkıyor.