Yaşamak cesareti lazım !

​Yaşamak  cesareti  lazım !
​Yaşamak cesareti lazım !

Yelkenlerini şişirip uzaklara yola koyulan bir gemi belki batma tehlikesi geçirecektir ancak yeni yerler de görecektir. Demek ki önce yaşamak cesareti lazım. Dert okyanusuna yelken açmadan, selamet sahiline varılmaz.

Hayatın tercih gerektiren dönemeçlerinde, ağır bir hastalığın bizi varlıkla yokluk arasında bıraktığı o gri zamanlarda, bir volkan patlaması hâlinde üzerimize bela lavları püskürdüğünde, sınandığımızda, düştüğümüzde hayatımıza dair sorular sorarız.

Ömrümü doğru bir biçimde yaşayabildim mi? Beyhude bir heves uğruna heba mı ettim onu, yoksa anlamlı bir hayatım olabildi mi? Bu, hayatın en yakıcı sorularından biridir. Geriye dönüp baktığımda, ardımda anlamlı bir hikâye olarak okuyabileceğim bir şey bırakabildim mi?

Hele de ölüm döşeğinde insan, hayatına kuş bakışı bakar ve sayısız anlar yumağından tutarlı ve anlamlı bir hikâye çıkarmak ister. Uç uca eklenmiş anlar bize güzel bir çizgi, zarif bir iz veriyor mu? Bir değerler ekseninde mi sürdüm ömrümü, yoksa esen her rüzgâra kapılıp gittim mi? Boşuna yaşamadığımızı, hayatın bize bir şeyler öğretmiş olduğunu bilmek isteriz.

Acı ve sızılarına değdi mi dünya misafirliğim? İyi yaşam, psikolojinin son otuz yıldır alakasını çeken bir konu. Psikoloji bilimi uzun yıllar boyunca endişe, üzüntü ve kederi insan hayatından kovmanın yollarını araştırdı. Ancak, nasıl olup da aynı deneyimleri yaşamış bazı insanlar hastalanırken diğerleri sağlıklı kalabiliyordu?

Demek ki insanları koruyan bazı karakter güçleri, kimi olumlu kişilik vasıfları vardı. Bir tür koruyucu ruh sağlığı pratiği olarak insanların karakterlerinin olumlu yönlerini, erdemlerini, güçlü yanlarını merkeze alan, onları geliştirmenin yöntemlerine dair çalışmalar yapan bir dal olarak ortaya çıktı Pozitif Psikoloji.

Temelde hayatı yaşamaya en değer kılan şeylere ilişkin bilimsel çalışmaların ürünüdür ve “İyi yaşam nedir?” sorusuna cevap arar. İyi hayatın yöntemi, temel olarak birkaç başlık altında toplanır:

Endişe, korku, öfke, keder gibi olumsuz duygulardan uzak olabilmek. Onları hayatımızdan kovmak değil, onlarla yüzleşmek; onların öğretmesine izin vermek ancak onlar tarafından ele geçirilmemek. Bunların yokluğu bize iyi hayatın sırlarını vermez; aynı zamanda cesaret, minnettarlık, şükran, diğerkâmlık, ümit, akış, üretkenlik gibi olumlu duygulara sahip olabilmek de gerekir.

Anlamlı bir hayat, iyi bir hayatın asıl çekirdeğidir. Yaşadıklarımızdan damıttığımız, bize kalan, bu hayat sayesinde daha önce dünyada var olmayan yeni bir anlam yaratırız.

Gülşeni Raz
Gülşeni Raz

Şebüsterî, Gülşen-i Raz eserinde “Tanrı bu canla teni, taşla demir mesabesinde yaratmıştır. Taşla demirden nasıl ateş çıkarsa canla tenden de hakikat nuru doğar... Tanrı nakşının nüshası sensin, sen; dilediğini kendinde ara” der. “Benden dışarıya yayılan bir ışık var, varlık âlemine ve kâinata benim de mütevazı bir katkım var” dedirtecek bir anlayışa sahip olmak gerekir.

Senin içinde olmanla dünya ne kazanıyor, nasıl değişiyor? Tıpkı parmak izin gibi biricik hangi varoluşu katıyorsun dünyaya?

Pozitif psikolojinin buradaki vurgusu, tevazu ile evrendeki yerini bilip, anlamlı bir iyi oluş hâlini hayata katabilmek ve aşkınlığı yaşamaktır: Kendini sadece kendisiyle sınırlı olmayan daha büyük bir bütünün, daha ulvi bir amacın parçası olarak hissedebilmektir.

Böyle insanlar hayatı daha dolu, daha anlamlı, aidiyet ve bağlılık hisleriyle daha canlı yaşarlar. Yani meselenin özü kadim zamanlardan beri kendini bilmektir: Kâinattaki yerini bilmek, fâniliğini idrak edebilmek, dünya misafirliğinin anlamını keşfedebilmek.

Erich Fromm
Erich Fromm

Günümüzde insanı umutsuzluk ve mağlup olmuşluk hissiyatına sevk eden şey, kendi sesinden mahrum bırakılmış olması, konuştuğunda dilinden dökülen kelimelerin ruhuna olan mesafesi ve yabancılığıdır.

Erich FrommBirey kendisi olmaktan çıkar; tamamen kültür kalıplarının kendisine sunduğu kişilik türünü benimser ve bu yüzden, kesinlikle tüm diğer kişilere benzer ve onların kendisinden bekledikleri kişiye dönüşür…” şeklinde tanımlar bu süreci.

Heidegger
Heidegger

Heidegger, bu ilga durumunu belagatle açıklayan düşünürlerdendir: “Herkes alanında her kimse ötekidir ve hiç kimse kendisi değildir. Günlük insanın kimliği sorusunun karşılığı olan ‘herkes’, insanın ötekilerle-birlikte-olmasında kendi varoluşunda teslim ettiği ‘hiç kimse’dir.

Kierkegaard
Kierkegaard

Bizler, yaşamımızın her eyleminde, var olmayı –hiç kimse olmamayı- deneyimlediğimiz oranda kendimizi evimizde hissederiz. Kierkegaard’ın tüm felsefesine kıvam veren “Tanrı’nın benimle ne kastettiği ve benden ne yapmak istediği” sorunu, entelektüel bir gayretten daha yoğun olarak aktif bir gerçekleştirme/olma süreci ile vuzuha kavuşur.

Evet, Tanrı benimle ne murat etmiş olabilir? Bu soruya bir cevap arıyorsam doğru iz üzerindeyim. Burada önemli bir ayrımı açıklamak gerekiyor; kendini en ziyade gerçekleştiren hayatlar, ekseriyetle en mutluları değildir.

Bilakis, bu tür hayatlar içinde bol miktarda ızdırap, daha bol miktarda dışlanma içerir. İtilme, horlanma, toplumun dışına sürülme. Ama bu yaşamlar, kasımpatıları ya da kahve gibi buruk rayihalarına rağmen alternatifsizdir. Hiç kimseliği, sahih yaşamlardan ayıran çizgi tam olarak bu alternatifsizlik vasfının eksikliğidir.

  • Bütün acı ve sızılarına rağmen insan kendi biricikliğinin peşinde koşuyorsa ruhunun derinlerinden gelen ve onu sahiciliğe çağıran sesi duymamış gibi yapamadığı içindir. Umursadığı için, canlı olduğu ve uyuşmadığı için kalbin yankılarını izler.

Kişi olarak kendini gerçekleştirmenin, kendinden memnuniyet ile bir ilgisinin bulunmadığını da teslim etmemiz gerek. Kendinden memnuniyet, bir doğruyu temellük etmiş olma hissinin ataletini barındırır içerisinde.

Ortega y Gasset
Ortega y Gasset

Ortega y Gasset, “İnsanların çoğu olmayı beklediği o kendi kendisine durmadan ihanet eder; aslında bakarsanız, kişisel bireyselliğimiz asla tümüyle gerçekleşmeyen bir kişi, heveslendirici bir ütopya, her birimizin gönlünün en derininde saklı tuttuğu bir gizli efsanedir” diyor.

Kişi olmaklığımız, “henüz burada olmayan” mutlak değerlere yöneldiği oranda sahihliğini kazanır. İçimizde serpilmeyi bekleyen anlam çiçeğine mütemadiyen su vermek gerekir. Bir işkenceci de yaptığı işe karşı ahlaken duyarsız ve dolayısıyla kendisinden memnun olabilir.

İnsanlık tarihinin en büyük cürümleri isyandan değil, kötü emre itaatten çıkmıştır. İşkencecinin memnuniyetini bir iyi yaşam kipi sayamayız çünkü toplumsal kurallar ve maşerî vicdanı kanatması açısından kendinden memnuniyet, burada açık bir çelişki ve bir utançtır.

Anlamlı bir hayatı yakalamak için pek çok seçeneğimiz vardır. Yakın kişisel ilişkiler, üretken k, diğerkâmlık, toplumsal eylemlilik ve hizmet, hevesle bağlandığımız işlerimiz veya maneviyat gibi. Hayatımızın bir anlamı olduğunu hissetmek; “Dünya biz onun içinde olduğumuz için daha farklı bir yerdir” diye hissetmektir.

Ötelerin soluğunu ruhunda duyan insan, bu dünyada yoktan yere var olmadığının zaten bilincindedir. Onun dünya serüveni, bir borcun ödenmesinden ibarettir. Dünyaya bir anlam borcumuz var ve bunu bekletmeye hakkımız yok. Bir gayemizin olması gerek. Gaye yoksunluğu dünyayı daha tehditkâr bir yer olarak algılamamıza yol açar.

  • Günümüz dünyasında depresyon oranındaki artış kısmen gaye yoksunluğu ile açıklanmaktadır. Anlamın özü bağ kurmaktır. İki fiziksel olarak ayrı unsur anlam sayesinde birleşir. Söz gelimi, muz ve elma ayrı nesnelerdir fakat ikisi de meyvedir. Günümüz aşırı bireycilik çağında, birey ve toplum arasındaki bağlar zayıfladığı için anlam da kayıplara karışıyor. İnsan günübirlik meşguliyetlerini, depresif açıklama biçimi içinde kendi kişisel kusurlarına bağladığında, ağır utanç duygularıyla felç olabiliyor.

Müşfik Tanrı düşüncesinden uzaklaşan insanlar, kişisel kusurları kalıcı felaketler şeklinde idrak edebiliyorlar. “Allah’ımız var, ne gamımız var” diyen bir düşünüş yerine, hayatın özünün gam ve endişeyle yoğrulduğu, ıssızlığın ve kimsesizliğin kol gezdiği çağlara uyandık. Bu dünyada her yer zifiri karanlık. İyi hayatı muallim-i evvel Aristo “eudaimonia” kavramıyla ifade eder.

Eudaimonia, erdemlere uygun bir hayat olarak tanımlanabilir. Biz onu daha sonra mutluluk olarak tercüme etsek de aslında mutluluk değil, insanın, içinde saklı duran erdemleri harekete geçirmesi ve ahlaklı bir hayat yaşamaya çalışmasıdır.

Aristo’nun iyi hayattan kastettiği şey de budur, iyi hayat yüzyıllar boyunca bu eksen çerçevesinde tartışılmıştır. İnsanın erdemlerini hayata geçirmesi ve o erdem eksenli hayatta dünyayı güzelleştirmeye çalışmasıdır, bulduğumuzdan daha güzel bir dünya bırakmaya çalışmaktır.

Aristo ancak erdem eksenli bir hayatın, talebesi Sokrat ise sorgulanmış bir hayatın yaşanmaya değer olduğunu dile getirmiştir. “İnsanın karakteri onun kaderidir” sözünü de bu bağlamda, kadim felsefenin öğretisi çerçevesinde yorumlamalıyız.

Yelkenlerini şişirip uzaklara yola koyulan bir gemi belki batma tehlikesi geçirecektir ancak yeni yerler de görecektir.
Yelkenlerini şişirip uzaklara yola koyulan bir gemi belki batma tehlikesi geçirecektir ancak yeni yerler de görecektir.

Biz, kendimizi mutlak ve müteal değerler ile teçhiz ettikçe, güzel davranışlarımıza “salih amel”in tanımındaki gibi bir devam ve istikrar kazandırdıkça karakterimizi erdemli kılarız. Mevlana, “gönül, Allah’ın nazargâhı”, Yunusgönül Çalab’ın tahtı” diyor.

Allah’ı gönül mülküne buyur edebilmek için, evvelemirde, kiri pası oradan sürüp çıkarmak gerekir. İnsan bir iç bütünlüğü olan, özü sözü bir kişi hâlinde kendi değer ve ilkelerine uygun bir hayat sürdüğünde, eğilip bükülmediğinde, hakikati yerden tutup kaldırabildiğinde, doğru olanı her ne olursa olsun söyleyebildiğinde, gönlündeki şarkıları, türküleri dile getirebildiğinde bu hayat iyi bir hayattır. Hele de uzak âlemlerin fısıltıları ruhunu okşuyorsa. “Limandaki gemiler güven içindedir fakat gemiler limanlar için yapılmamıştır.”

Yelkenlerini şişirip uzaklara yola koyulan bir gemi belki batma tehlikesi geçirecektir ancak yeni yerler de görecektir. Demek ki önce yaşamak cesareti lazım. Dert okyanusuna yelken açmadan, selamet sahiline varılmaz.