Yavaşlığın keyfi neden yitip gitti böyle?

Yavaşlığın  keyfi  neden  yitip  gitti  böyle?
Yavaşlığın keyfi neden yitip gitti böyle?

Sakin şehir ağı, küreselleşmenin meydana getirdiği homojen mekânlardan biri olmak istemeyen, yerel kimliğini ve özelliklerini koruyarak dünya sahnesinde yer almak isteyen kasabaların ve kentlerin katıldığı bir birliktir.

Küçük bir kasaba düşleyelim; doğası bozulmamış, dev marketlerde bir ekmek alabilmek için kuyrukta bekleyen insanların olmadığı, korna sesleriyle değil, kuş sesleriyle uyanabileceğiniz şirin bir belde. Hayatınız koşuşturarak geçmiyor. Yediğiniz içtiğiniz her şey yaşadığınız yörenin doğal ortamında sağlıklı bir şekilde yetiştiriliyor.

Pizza ya da hamburgerle değil, bulunduğunuz bölgeye ait geleneksel yemeklerle besleniyorsunuz. Arabaya değil de bisiklete biniyorsunuz. Çevre kirliliği yok. Gürültü patırtı yok. Etrafınızda gözü rahatsız eden bir yapılaşma yok. Bakınca içinizin ısındığı ve dinlenmek için can atacağınız bir mimariye sahip evlerin arasında yürüyorsunuz.

Günümüz şehir insanının birçoğunun hayalini süsleyen, birçoğu içinse artık ütopya gibi görünen bu hayat hayal değil. Belki de çok yakınınızda. İtalyanca citta (şehir) ve İngilizce slow (yavaş, sakin) kelimelerinin birleştirilmesiyle “cittaslow” olarak adlandırılan ve dilimize “sakin ve yavaş şehir” olarak çevrilen bu birlik, yüzden fazla şehir ve kasabanın ortak hedef ve ilkeleri doğrultusunda yaşam kalitesini artırmak için oluşturduğu dünya çapında ortak bir belediyeler ağı.

Bu oluşumun amacı; insanların çalışmaktan, yaşamaktan ve ziyaretten zevk alabilecekleri şehirler oluşturmak ve bu doğrultuda yerel halkı ve işletmeleri geliştirmek amacıyla bulunduğu yörenin eşsiz geleneklerini, kültür ve medeniyetini, güçlü yönlerini ve karakterini ön plana çıkararak hem yöre halkı için hem de gelecek nesiller için yaşanabilir, sürdürülebilir şehirler oluşturmaktır.

 İtalyanca citta (şehir) ve İngilizce slow (yavaş, sakin) kelimelerinin birleştirilmesiyle “cittaslow” un logosu salyangoz
İtalyanca citta (şehir) ve İngilizce slow (yavaş, sakin) kelimelerinin birleştirilmesiyle “cittaslow” un logosu salyangoz

Sakin şehir ağı, küreselleşmenin meydana getirdiği homojen mekânlardan biri olmak istemeyen, yerel kimliğini ve özelliklerini koruyarak dünya sahnesinde yer almak isteyen kasabaların ve kentlerin katıldığı bir birliktir. Bu birliğin logosu yavaş yürüyüşüyle tanıdığımız salyangoz ve sloganı ise, “Yavaş yaşa, güzel yaşa”dır.

Ülkemizde 17 sakin şehir bulunmaktadır; bu sayı, başvurusu devam eden aday şehirlerle beraber artmaya devam ediyor.

6 Nisan dünya yavaş sanat günü

Geçtiğimiz 6 Nisan günü tüm dünyada “Yavaş Sanat Günü” olarak kutlandı. Cittaslow’dan hareketle düzenlenen ve aynı “yavaş yemek yeme” (slow food) “yavaş şehir” (cittaslow) gibi bir akım olan Yavaş Sanat Günü, odaklanmanın ve düşünmenin önemine vurgu yapıyor.

 Phil Terry
Phil Terry

BBC’den Anna Bailey’in haberine göre, “yavaş sanat” etkinliği dünyada 166 yerde yapıldı. Yavaş Sanat Günü’nün kurucusu Phil Terry, “Pek çok kişi, sanata nasıl bakmaları ve sanatı nasıl sevmeleri gerektiğini bilmiyor. Sanattan kopuklar. Galerileri ziyaret edenler çoğunlukla sanat eserlerine iPad’lerinden ya da telefonlarından bakıyorlar.

Yavaş sanat bunun panzehri” dedi. Cep telefonlarının, tabletlerin hızına hız eklendiği, internetin günlük hayatta hemen her yeri kapladığı, gerek mobil cihazlarla gerek bilgisayar ve akıllı saatlerle çevrimiçi olma saatinin arttığı böyle bir çağda yavaşlamak da neyin nesi diyebilirsiniz.

Yavaş Sanat Günü’nün kurucusu Phil Terry, bir sanat eserine beş dakika bakabilmeye vurgu yaparken, aslında insanın zihninde ve kalbinde dönüştürücü eylemin bir önemine vurgu yapıyor.

Keşfetmek ve öğrenebilmek için bir nesneye odaklanmanın dışında, çevreden gelebilecek dikkat dağıtıcı ses ve eylemlerden de kendimizi soyutlamamız gerekiyor.

Selfie çekmek ya da 5 dakika odaklanabilmek

Yavaşlık, çağımız insanının artık muhtaç olduğunu hissetmeye başladığı bir yaşam modeli. İnsanın çevresiyle ve kendisiyle iletişime geçememesi, kendisini zamanın akışına bırakamayışı; onu hız ve tüketim kültürü içerisinde eritmeye başlayarak, pasif ve ne yaptığını bilemeyen bir nesneye dönüştürdü. İnsan, artık yaptığı işlerin tadını, acelecilikten ve hızlı yapışından dolayı gerçek anlamda duyumsayamıyor.

  • İçinde bulunduğumuz yüzyılın getirdiği rekabet kurallarının etkisiyle bir yere yetişme telaşında geçen günlük hayatın rutini, yavaşlıkla fark edilebilecek güzelliklerin kaçırılmasına ve o huzurlu keyfi geride bırakmamıza sebep oldu.

Dolayısıyla yavaşlamayı hayatın içerisinde görülmeyeni, fark edilemeyeni fark etme çabası olarak tanımlayabiliriz. Aynı zamanda da bir keyif hâlidir. Neden kâinatın içinde kendisini arayamıyor modern insan? Yavaşlığı kaybettiği için elbette. Yavaşlığın keyfini yitirdiği için… Kendisini birtakım şartlara ve tüketim kültürüne adadığı için.

Yavaşlık, Milan Kundera
Yavaşlık, Milan Kundera

Milan Kundera’nın Yavaşlık kitabında “unutma ve hız”, “hatırlama ve yavaşlık” üzerine kurduğu ilişkiye göre, hatırlama ile hız arasında ters orantı vardır. Şöyle ki, bir şeyi unutmak isteyen kişinin adımları hızlanır, hatırlamak isteyenin ise yavaşlar.

Paris’te Louvre Müzesi’nde bulunan Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa tablosu, dünyada en çok fotoğrafı çekilen tablolardan biri. Geçtiğimiz yıllarda New York Times’tan bir fotoğrafçı, Mona Lisa’nın fotoğrafını çekmeye çalışan insanları fotoğraflayarak, bir müzeden çok metro istasyonundaki kalabalığı hatırlatan fotoğrafıyla dünyanın gündemine oturmuştu.

Peki, bir fotoğrafçı Mona Lisa’ya bakmak yerine, niye karşısındaki kalabalıkla ilgilenir? Çünkü bu fotoğraf bir gerçeği anlatıyor, son yıllarda ünlü müzeleri ziyaret eden insan sayısında müthiş bir artış yaşandığını ama bu artışta selfie çekmenin birinci önemli sebep olduğunu dile getiriyor.

Bir tarafta selfie çılgınlığı, diğer tarafta Yavaş Sanat Günü’nün kurucusu Phil Terry’nin söylediklerini düşü nürsek, insanlar adım atmanın bile zor olduğu kalabalık müzelerde bir sanat eserine beş dakika bakacak zamanı nasıl bulacak?

Sorular soruları açarken ilk baştaki sorudan da kopmayalım: Sanata cep telefonunun ekranından bakarak ne elde edebiliriz? Ertuğrul Özkök’ün deyimiyle bu kalabalık, son yıllarda müzelerde fotoğraf çekilmesine izin verilmesiyle başlayan yeni sosyolojinin ifadesi.

Çünkü bir insan, dijital dünyada her an her yerde bir tıkla çok daha kalitelisini bulabileceği bir Mona Lisa fotoğrafını niye kendisi de çekmek ister? Özkök’e göre cevabı “Being there” yani “Ben oradaydım” deme duygusundan ötürü.

Türkiye’nin “cittaslow” / yavaş ve sakin şehirleri

Dünya o kadar hızlandı ki insanlar yeniden yavaşlamayı keşfediyor. Yeni şehirler kuruyor, yeni yaşam alanları inşa ediyor. Avrupa’da, başta İtalya olmak üzere Avusturya, Danimarka, Almanya, Hollanda, Norveç, Polonya, İspanya, İsveç ve İngiltere ile Güney Kore ve Avustralya gibi 25 ülkeden 150 küçük nüfuslu kentin üyesi olduğu “Sakin Şehirler” örgütlenmesine, Türkiye’den ilk katılan, İzmir’in Seferihisar ilçesi olmuştu.

Türkiye’den ilk katılan, İzmir’in Seferihisar ilçesi olmuştu.
Türkiye’den ilk katılan, İzmir’in Seferihisar ilçesi olmuştu.

2009’da Seferihisar’ın üye olmasının ardından günümüze kadar Muğla’nın Akyaka, Aydın’ın Yenipazar, Çanakkale’nin Gökçeada ve Sakarya’nın Taraklı ilçeleri, Isparta’nın Eğirdir ve Yalvaç, Sinop’un Gerze, Bolu’nun Göynük ve Mudurnu, Şanlıurfa’nın Halfeti, Artvin’in Şavşat, Kırklareli’nin Vize, Erzurum’un Uzundere ve Ordu’nun Perşembe ilçelerinin başvuruları kabul edildi.

Geçtiğimiz 17 Mart 2019 tarihinde Muğla Köyceğiz ve Bitlis Ahlat’ın da başvurularının kabul edilmesiyle Türkiye’de şu anda 17 sakin şehir bulunmakta.

Yaşam kalitesini arttırmayı hedefleyen “Yavaş Şehir” oluşumunda, yaşamın sakinliği ve yavaşlığı her alanda uygulanmaya çalışılıyor. AVM ve büyük marketler yerine marketler, pazarlar, bakkal ve esnaflarla yerel bir kalkınma modeli öngörülüyor.

Son moda araçların yerine bisikletler tercih ediliyor ve araçlar şehir merkezinden uzak tutulmaya çalışılıyor. Yaya yollarının arttırılmasından genişlemesine, insanların yaşamının kolaylaştırılması adına birçok alanda düzenlemeler yapılıyor.

İspanyol Merdivenleri
İspanyol Merdivenleri

Nereden çıktı “yavaş şehir”?

1986’da Roma’da ünlü İspanyol Basamakları Meydanı’nda bir fastfood dükkânı açılır. Başta gazeteci Carlo Petrini olmak üzere birçok kanaat önderi ve esnaf, İtalya gibi mutfağıyla gurur duyan bir ülkenin kalbinde dünyanın her yerinde bulabileceğiniz böyle bir dükkânın açılmasına karşı çıkar. Tepkiler sonuç verir, dükkân kapanır.

Bu zafer, “Slow Food”u, bugün 150 ülkede 100 binden fazla üyesi olan bir sivil toplum örgütü hâline getirir. Yemek kavramının karın doyurmakla sınırlı olmadığını, yemek yemenin tohum aşamasından sunumuna kadar iyi, temiz ve adil olması gerektiğini savunuyor Slow Food Hareketi.

Hareketin doğumundan 13 yıl sonra, felsefesinin kentlere uygulanmasıyla Cittaslow Birliği kuruldu. 1999’da İtalya’da Greve in Chianti Belediye Başkanı Paolo Saturnini önderliğinde üç belediye başkanı tarafından kurulan Cittaslow Birliği “yavaş” felsefesine ve kendi özelliklerine sahip çıkan kentlerin bir araya geldiği bir birlik hâline geliyor.

  • Cittaslow yönetimi birliğin yavaş kimliğinin bozulmaması için yeni üyelerin gerçekleştirmesi gereken 59 kriter belirliyor (Şu anda kriter sayısı 81).


Cittaslow kavramı, küreselleşmenin getirdiği sıradanlaştırmaya karşı gelen kentlerin kendi değerlerine sahip çıkarak kalkınmasını öngörüyor. Kentlerin yerel yemeklerine, esnafına, kendi gelenek, görenek ve tarihine sahip çıkmasını ve onları koruyarak dünya üzerinde diğer milyonlarca kentten farklı bir noktada bulunmasını ön plana çıkarıyor.

Nüfusu 50 binin altındaki kentler için “yavaş felsefesi”

Nüfusu 50 binin altındaki kentlerin üye olabildiği cittaslow kentlerin kendi gelenek göreneklerinin yanı sıra yemek kültürü ve tarihsel kimliklerini korumalarını öngörüyor. Cittaslow’u küreselleşmenin şehirlerin dokusunu, sakinlerini, yaşam tarzını standartlaştırmasını ve yerel özelliklerini ortadan kaldırmasını engellemek için Yavaş Yemek (Slow Food) hareketinden ortaya çıkmış yerel bir kalkınma modeli olarak tanımlayabiliriz.

  • Birliğe üye olan kentlerin ve üye adaylarının “Yavaş Felsefesine” bağlı kalmaları ve bu çerçevede hareket etmeleri için belirlenen 59 adet üyelik kıstası arasında; çevre, altyapı, teknoloji, misafirperverlik, farkındalık ve yavaş yemek (Slow Food) gibi başlıklar bulunuyor. Dolayısıyla yavaş şehirlerde, süpermarket ya da McDonald’s aramanın bir anlamı yok.

“Yavaş Şehir” kriterleri, gürültü kirliliğini ve trafiği kesmek, yeşil alanları ve yaya bölgelerini artırmak, yerel üretim yapan çiftçilerle bu ürünleri satan dükkân ve lokantaları desteklemek ve yerel estetik öğeleri korumak gibi, 50’den fazla taahhüt içeriyor. Yavaş Şehir olarak adlandırılmak ve salyangoz logosunu kullanabilmek için de, üye şehrin önce kontrol edilmesi, daha sonra da dedektifler tarafından düzenli olarak denetlenmesi gerekiyor.

Sürdürülebilir yaşam alanı: Sakin şehirler

Sürdürülebilir şehir anlayışını merkezde tutan Cittaslow felsefesi, doğayı yeniden sahiplenmeyi ön şart kabul ediyor. Doğayı yok eden anlayış, yeniden üretime geçerek doğayı kazanmak zorundadır. Doğaya kimseye zarar vermeyecek bir anlayışla yaklaşmak, tutumluluk, sosyal ilişkiler, paylaşmak, ortak iyilik gibi unutulan kavramları da yeniden hatırlamaktır.

Teknolojinin ve “hep daha fazlasını kazan” dayatmasındaki ekonomik sistemin içinde daha fazla çırpınmamak için sürdürülebilir yaşam alanları inşa etmek zorundayız. Gelecek nesillerin hakkını ve hukukunu koruyarak, onlara daha iyi bir dünya bırakarak, yaşam alanlarımızı yeniden, düşünerek inşa etmeliyiz. Cittaslow’a göre sürdürülebilirliğin üç temel ayağı vardır. Bir düşüncenin ya da hedeflenen projenin sürdürülebilir olması için, ekonomik, çevresel ve sosyal olması zorunludur. Sürdürülebilirliğin sağlanması için bu üç bağlamla da ilişki geliştirebilmeli, gelecek planı şekillenmeli ve toplumla birlikte geleceğe aktarılmalıdır.

Çevre sorunları karşısında huzurlu bir yaşam alanı inşa edebilmek, çevrenin ve toplumun birbiriyle uyumundan ortaya çıkabilecektir. Bir şehrin Cittaslow olması demek, o şehrin dokusunun, renginin, müziğinin ve hikâyesinin uyum içinde, şehir sakinlerinin ve ziyaret edenlerin tat alabilecekleri bir hızda yaşanması demektir.

Yerel zanaatları, tatları ve sanatları sadece eskilerin hatırlayabildiği kavramlar olmaktan çıkarıp hayatın içine tekrar koyabilmek, eylemlere ve faaliyetlere dökebilmeye çalışmak demektir. Hayatın tek amacının bir yerlere yetişmek olmadığını, içinde bulunulan andan zevk alınması gerektiğini insanlara hatırlatmaktır.

Mutluluğa dair bir düşünce

Bugün yavaş yaşam, yemekten sanata, mekân ilişkisinden ev düzenine tüm dünyanın gündeminde olan bir konu… “Yazdıkça inanılmaz bir şey keşfediyordum: O da yavaşlıktı. Yavaşlığın, yavaş hareket olmadığını, kişisel bir hareket ritmi, kişisel bir gelişim ritmi yakalama imkânı olduğunu keşfettim” diyen Güney Amerikalı dünyaca ünlü yazar ve aktivist Luis Sepúlveda ile tüm dünyada ağ biçiminde örgütlenen Slow Food Hareketi’nin kurucusu Carlo Petrini yakın zamanda birlikte yavaş yaşamın kıymetini anlatan bir kitap çıkardılar.

Carlo Petrini
Carlo Petrini

Mutluluğa Dair Bir Düşünce ismiyle yayımlanan kitapta dünya üzerindeki herkesin karnını doyurabilme hakkını tartışan ikili, röportajlarının başında mutluluğun yemekle olan ilişkisine değiniyor ve sayfalar ilerledikçe aslında yavaş yaşamın bir insan hayatına ne gibi katkılar sağlayabileceği de tartışılıyor.

Carlo Petrini, “Yavaşlığın Önemini Keşfeden Bir Salyangozun Öyküsü” kitabında, bir salyangozun kaplumbağanın üzerine çıkıp “Ne kadar da hızlı gidiyorsun?” dediği “Her Şey Görecelidir” bölümünü çok sevmiş ve salyangoz imgesi üzerinden Luis Sepúlveda ile sohbet etmek isteyince Mutluluğa Dair Bir Düşünce kitabı ortaya çıkmış.

Mutluluğa Dair Bir Düşünce, Carlo Petrini, Luis Sepúlveda
Mutluluğa Dair Bir Düşünce, Carlo Petrini, Luis Sepúlveda

Yavaşlığı mutluluk için bir parola gibi gören Luis Sepúlveda, salyangoz üzerinden hayata bakışını da anlatıyor. Salyangoz, yaşam için kendisine yetecek en az şeye, sadece gerekene sahiptir ve içinde yaşadığı ka - buk tam da gereksinim duyduğu ölçüdedir; ne fazladır ne de eksiktir. İki milimetre büyümesi gerektiğinde kabuğu da sadece iki milimetre büyür. Biriktirmez, sadece ihtiyacı olanı alır ve yoluna devam eder, taşkınlık yapmaz, kimseye zarar vermez.

Mutluluğa Dair Bir Düşünce, tam da salyangozun yaşamı gibi her bireyin kendi küçük dünyasında değiştirebileceği, yaşadığı çevrede hayata geçirebileceği küçük değişimleri fısıldayan, kişisel gelişim kitabından öte hayata dair bakışı sorgulayan ve hız çağında mutluluğun aslında ne olabileceğine dair fikir üreten bir kitap. Milan Kundera’nın “Yavaşlık hep aldatır, hızlılık ise unutturur” sözünden hareketle hızlı yaşama dair aldanmamaya, yavaşlayarak hayatın anlamını keşfede - bilmeye odaklanıyor. Çağımızda oldukça yaygınlaşan ve kullanım yaşı ilkokula kadar düşen telefon hızlılıktır çünkü konuşu lanları, söylenenleri unutturur. Ama bir emek verilerek üretilen mektupsa yavaşlıktır, hep vardır ve hep hatırlatır.

Kundera tam da bunun üzerine “Evet, freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişme - sini bekleyelim artık” diyerek yavaşlamanın önemine, insanın iç dünyasıyla bütünleşebilmesine dikkat çeker.

Mutlu bir yaşam kurmak bizim elimizde!

Sepúlveda ve Petrini’nin söyleşisiyle başlayan ve ikilinin başta mutluluk olmak üzere belli başlıklar üzerine ayrı ayrı kaleme aldıkları yazılarla devam eden kitap, Arjantin ve Şili’de gerçekleştirilen devrimleri de konu ediniyor; hâliyle politika, aktivizm, şiir ve edebiyatla harmanlanmış zengin bir metin; argümanı kuvvetli bir sistem eleştirisi de denilebilir.

Örneğin çocuklara şiirin dünyayı değiştirebilecek tek silah olduğunu anlatmamız gerektiğinden bahsediyor. Bu söylemin bizlere bir ütopya olduğunu söyledikleri zaman da aslında ütopyanın bize tek geçerli yasa diye yutturdukları bir yığın ekonominin sahte pragmatizminden çok daha fazla somutluk içerdiğini söylememiz gerektiğini savunuyor.

Petrini, yavaş yaşamı savunurken ve sistem eleştirisi yaparken sadece tespitlerde bulunmuyor, geleceğe dair umudumuzu yeşertecek anekdotlara yer vererek ve geçmişten ders çıkartarak başka bir hayatın mümkün olduğunu söylüyor, Sepúlveda ile beraber alternatifler sunuyor. Soru sorarak ilerliyorlar ve okuru da aslında yanlarına bir iskemle çekip sohbetlerine davet ediyor: Hız hastalığına tutulmuş bir dünyada mutlu olmak mümkün mü?

Yaşam kalitemizi düşüren bu koşuşturma kültüründe, soluk almak bir tarafa, mevcut realiteye bir alternatif geliştirmek ve gezegendeki kimseyi dışarıda bırakmayan mutlu bir yaşam kurmak elimizde mi? Dolayısıyla bugün insanların hâlâ açlıktan öldüğü bir gezegende, kontrolsüz büyüme ve hızın vardığı noktada doğa-insan ilişkisinin bozulduğunu hatırlatıyor iki yazar ve kurtuluşumuz için doğanın ritmine ayak uydurmaktan başka çaremiz kalmadığını savunuyor.

Sorunun sadece ekolojik değil, kuşkusuz politik olduğundan da bahsediyorlar ve dünyanın pek çok yerinde doğanın son sürat talan edilmesinin piyasa hırsından kaynaklandığının altı çizilirken bu durumun hükûmetlerle yakın ilişkisine işaret ediliyor. Sepúlveda da Petrini de mevcut durumu büyük ölçekte değiştirmenin hiç de kolay bir iş olmadığının farkındalar ve tek çıkış yolunun doğada olduğunu söyleyerek, eğer bir değişim olacaksa, değişimin ancak kendimizden başlayarak gerçekleşebileceğini fısıldıyorlar.

Yavaşla, Kemal Sayar
Yavaşla, Kemal Sayar

Kemal Sayar’dan bir çağrı: Yavaşla!

Bugünün baş döndüren hız dünyasında insanoğlu hızlı yaşama ayak uydurdukça yalnızlaştı ve psikoloji tabiriyle yalnızlaşan bireylere döndü. Cemiyetten uzaklaştı. Geleceği düşünme ve geleceği hayal etme üzerine yaşamaya başladı. Mark Twain, hiçbir zaman gerçekleşmemiş bir sürü felaket bildiğini söylerken, tam da bundan bahsediyordu.

Depresyonun ve endişenin temelinde var olan henüz olmamış ve belki hiç olmayacak bir şeyi felaketleştirmek, bugün bizlerin içinde yaşadığımız andaki güzellikleri görmememize, fark etmememize ortam hazırlıyor.

Kemal Sayar, Yavaşla kitabında modern dünyada zamana dair değişen parametreleri çözerken, aynı zamanda yeni bir bakış, yeni bir işitme ve yeni bir hissediş biçimi sunuyor insanlığa. Kur’an’da geçen “Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler” ayetinde (Araf 7/179) geçtiği üzere, metafizik dünyanın kodlarıyla yaşayabilmenin mümkün olup olmadığını ele alıyor.

Yunus Emre’nin “Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için/ Dost’un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim” dizeleriyle başlayan kitap, insanın modern zaman diliminde kaybettiği öze odaklanıyor ve yeniden bir oluş biçiminin nasıl olabileceğine dair tahlillerde bulunuyor. Kemal Sayar’ın kitabında ele aldığı konulardan birisi de ölüm.

Çünkü hızlanan modern insanın en büyük kaybı, ölümü unutarak yaşaması ve hem kendisini hem de çevresini ona göre şekillendirme gayreti… Hızlanan insan, bir ruh taşıdığını unutuyor. “Eşref-i mahlukat” olduğu bilincini dahi kaybediyor ve hem hayattan beklentileri hem de hedefleri değişmeye başlıyor.

İsmet Özel
İsmet Özel

Hızlandıkça benliğinden uzaklaşan insanın, bu koşturmaca içinde neyi kaybettiğini hatırlayabilmesi gittikçe zorlaşıyor. İsmet Özel, “Neyi Kaybettiğini Hatırla” adlı şiirinde insanın koşuşturması esnasında neyi kaybettiğini şöyle ifade etmişti:

Aklına hiç düştü mü ara sıra Burnumuzun eskiden neden Kanardığının sebebi? Robot değildik de ondan akıllım Robot olmayınca birer burun Her birimize meleklerden Sağlanmıştı kanayabilen.