5 Öykü

Ne kadar da güzel bir hocamız, imamımız var. Biz konudan kopmayalım diye nefsine hakim oldu.
Ne kadar da güzel bir hocamız, imamımız var. Biz konudan kopmayalım diye nefsine hakim oldu.

Sakarya’nın gözden ırak olmayan Şeyhvarmaz köyü bir zamanlar Perverköy adıyla anılmaktayken köyün camiinde hem imamlık hem müezzinlik hem de hademelik yapan, cuma vaazını ifa esnasında kısacık ama kuvvetli bir hapşuruğa tutulan Mir-i Perver Efendinin kavuğu başını beğenmez olup minberden yere yuvarlanmaya başladı ve o sırada bıyıklarının terlemesini bekleyen birtakım oğlan çocuğu ayıp bir şey görmüş olmanın utancı içinde kikirdemeye başladı.

Tut ki Hapşuruğumu Eğitiyorum

Perverköy’e yolu düşen her kim ki şeyh geçinir ve şeyh olur ya da Perverköy’e yolu düşen her kim ki şeyh geçinir ve şeyh olmaz Şeyhvarmaz köyünün tuhaf ama çok da acayip olmayan anlatısını dilinden düşürmez. Sabah ezanından önce bir sela patlattı. O kadar dalgındı ki sabah namazının sünnetinin 2. rekatında “Anında büyücüler secdeye kapandılar. (Şuara/46)” ayetini telafi için sehiv secdesi yapmayı bile unuttu.

Sakarya’nın gözden ırak olmayan Şeyhvarmaz köyü bir zamanlar Perverköy adıyla anılmaktayken köyün camiinde hem imamlık hem müezzinlik hem de hademelik yapan Mir-i Perver Efendi bir gün yatağından kalktı. Alışkanlığı olduğu üzere elini yüzünü yıkamadan kalan saçlarını seyretmek için etrafı kuvartz kakmalı gümüş kaplama aynasına uzandı. Kafasında kalan son iki teli yatsıdan sonra yastığına bıraktığını hayretler içinde gördü ve bu şaşkınlığın neticesinde ayna elinden düştü. Hal bu dalgınlık üzere iken cuma vaazını ifa esnasında kısacık ama kuvvetli bir hapşuruğa tutulan Mir-i Perver Efendinin kavuğu başını beğenmez olup minberden yere yuvarlanmaya başladı ve o sırada bıyıklarının terlemesini bekleyen birtakım oğlan çocuğu ayıp bir şey görmüş olmanın utancı içinde kikirdemeye başladı.

Dalgınlığından ayıkan Mir-i Perver Efendi bu duruma çok kızsa da hutbesini bitirmeye, yerde dönüp duran kavuğa rağmen karar verdi. Bu durumu yaşamamış gibi görünen Mir-i Perver Efendi’nin karşısındaki cemaat “Ne kadar da güzel bir hocamız, imamımız var. Biz konudan kopmayalım diye nefsine hakim oldu,” diye düşüneceği yerde bıyıksız oğlanlarla bir olup kikirdemeye hatta kahkaha atmaya başladı. Yerde dönüp duran kavuğa rağmen en arka safta hapşıran biri vardı.Mir-i Perver Efendi bir yanda nefsi bir yanda vaazın selameti, iki arada kalmışken Allah’ın izni ve emri ile istemeden bir keramet göstermiş, ruhunu orada teslim etmiş, kendi kendini kavuğuyla beraber kubbenin altına gömmüş.

Perverköy’e yolu düşen her kim ki şeyh geçinir ve şeyh olur ya da Perverköy’e yolu düşen her kim ki şeyh geçinir ve şeyh olmaz, Şeyhvarmaz köyünün tuhaf ama çok da acayip olmayan anlatısını dilinden düşürmez ve dönüp duran kavuğa rağmen, bu durumu şaşkınlıkla izleyen en arka saftaki kirli sakallı ejderhanın vaazın bitmesini beklemeden camiiyi terk ettiğini anlatır.

Dokunduğu Her Şeyi Yutup Helmeli Bulamacına Katan Bitki Paraziti

Yeşil bir ejderha burada kahraman değil. Kahraman, yeşil bir ejderhaya büyü yapan büyücü. Yeşil bir büyücü neden turuncu bir ejderhaya büyü yapar? Hem de hapşırmaması için. Yeşil ejderha komşu köylerden pazara gelenlere bakmak bahanesiyle amaçsızca dolanıyordu. Bu ejderhanın İstanbul’un fethiyle bir alakası yoktu. Amaçsızca dolanan yeşil bir ejderhadan başka bir şey değildi. Fetih asırlar önce olmuştu. Asırlarca yaşayan ve asırlardır yaşayacak olan bu yeşil ejderha fethe katılmamıştı. Farklı düşünce ve uğraşlar içindeydi. Ve şu an bu pazarda amaçsızca dolanıyordu.

Yeşil ejderha tahmin edildiği gibi kocaman ve korkutucu bir yaratılmış değildi. Orta boyluydu ve sevimli olmaktan çok uzaktı. Biraz insana benziyordu diyebiliriz. Aslında gayet insan fıtratındaydı. Asırlar ondan ejderhalığını almıştı, o ne yapsındı? Ona ejderha olduğunu hatırlatan yegane şey, soğuk kış günlerinde nefesini verdiğinde oluşan sisti. Bir de çok ama çok acı bir biber yediğinde ağzında oluşan sıcaklık. Yeşil ejderha hastaydı. Duraklama dönemi bile iki yüz yıl süren yeşil bir ejderha bu hasta haliyle belki dört yüz yıl yaşayabilirdi. Bu hasta yeşil ejderhanın ağzından alev çıkarmaya bile takati kalmamıştı. Yaşam denilen kaotik mikroorganizmanın kollarında daha fazla duramayacağını hissetti.

Yeşil led bir levhanın üstünde turuncu kayıp giden yazıyı seçti. Her istek belirli bir takas karşılığında gerçekleştirilir. İçeri girdi. “Ben ejderha. Kaç yaşında.” Kafasında mavi bir sarık olan çatlak turuncu büyücüyle göz göze geldi. Büyücü hemen önündeki kağıtlara bir şeyler yazıp ejderhaya uzattı. Sol gözü seğiriyordu. “Tamam,” dedi. “Gidebilirsin.” Yeşil bir ejderha burada kahraman değil. Kahraman olan, yeşil ejderhaya büyü yapan mavi sarıklı turuncu bir büyücü. Bu çatlak büyücü turuncu ejderhaya verdiği kağıdın içini ısıtması için olduğunu söylemedi.

Tavsiye Edilen Yazılım Miktarı

Ben ejderha. Yaşımı sormayalı uzun zaman oldu. Renk körüyüm. Uyurgezerim. Beni tanımanız için bunlar yeterli. Bir de arada çocuk oyunları yazıp geçimimi sağlıyorum. Telif ücretleri fena değil. Beyazdan ve siyahtan başka bir renk varsa o da gridir. Ben ejderha. Griyim. Bu beni tanımanıza yetmez. Asıl görevim okuma yazma bilmeyen insanları gitmek istedikleri evin kapısına bırakmak. Çoğu zaman görünmezim. Görünür olduğum zamanlar su tesisatçısı.

Çocuk parkları evrenin en hüzünlü yeridir. Çocuklar buralardan kolayca kaçırılır. Çocuklar buralarda kolayca yaralanır. Çocuklar buralarda kolayca kavga eder ve kin tutar. Ben ejderha. Büyücüyle bir çocuk parkında karşılaştım. Kadim dillerin insana üstten bakan bir tınısı vardır. Ben ejderha. Tüm kadim dilleri bilir ve konuşurum. Büyüler her zaman eski Latincedir. Bu kadar giriş yeterli. Büyücü her zaman inatçıydı. Ona bu kadar inatçı olmamasını söyledim. Ölürken bile bana hak vermedi. İnsanlıktan uzak durmamız gerekiyordu. Arada birkaç çocuk anısıyla beslenmek ona yetecekti. Çocuklar zaten her zaman unutur. Sorun olmazdı.

Nasıl becerebiliyorsa her zaman beni görürdü. Bu onun özel gücü olmalıydı. Ne de olsa bir büyücüydü. Beni görebilmek onun kibrini kamçılamaktan başka bir işe yaramadı. Evrende tektim. Tek olmak zorunda olmadığıma beni ikna etti. Sanırım bunda eski Latincenin katkısı büyüktü. Bu kadar gönderme zeki okuyucuya fazla bile. “Büyücü” dedim. “Bu kadar zaman hizmetinde bulunmam yetmedi mi?” Canıma tak etmişti. Altın dişlerini görüyordum. Sonrası gri. Gri güzel bir renk değildir. Araf bir renk olsaydı kesin gri olurdu. Kendimi bir camide buldum. Bu kadar kötü bir sonuç elbet olabilir. Sonuçta düğüm çözüyoruz.

Ben ejderha. Yaşımı sormayalı uzun zaman oldu. Renk körüyüm. Uyurgezerim. Beni tanımanız için bunlar yeterli sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Nitekim kural bir: Ejderha her zaman yalan söyler. Yoksa siz hala Noel babaya inanıp, Azrail’den korkuyor musunuz?

Önemsiz Zararlar Bunlar

Bundan tam iki bin iki yüz otuz beş ya da iki bin iki yüz yirmi yıl önce Shaanxi’de bir deprem oldu. Çok büyük bir deprem değildi. Lös toprağından yapılmış bir mağara uçuruma yuvarlandı. Ying Zheng dört çocuğuyla yaşayan dul bir adamdı. Geçimini balıkçılıkla sağlardı. Tek hayali dünyanın en büyük duvarını örmekti. Babası duvar ustasıydı. Hayalinin peşinden gidemiyordu. Bunun nedeni balık tuttuğu nehre olan tutkusuydu. Nehre olan tutkusu sonradan karısı olacak olan Lauo’yu boğulmaktan kurtarmasıyla başladı. Lauo dul bir kadındı ve Jianglü adında bir oğlu vardı.

Ying, Lauo ile evlendikten sonra adağını sunmak üzere Lishan Dağı’na doğru yola koyuldu. Adak olarak taşıdığı balığı geçen yıl tütsülemişti. Tütsülediği balıklar arasında en büyüğü bu balıktı ve otuz altı kiloya yakındı. Ying, dağın eteklerine vardığında kocaman bir ejderha gördü. Işık saçar gibi duran bu ejderhaya bakınca gözleri kamaştı. Ejderhanın dağın tanrısı tarafından oraya gönderildiğini biliyordu. Ejderhanın yanına yaklaştı. Selam vermek adına yerlere kapandı. Adağını önüne koydu. Geri geri yürüyüp tekrar yerlere kapandı.

Ejderha durumdan bihaber gibiydi. Kanadında duran bir şeyi seyretmekteydi. Bir müddet sonra istifini bozmadan “Gidebilirsin,” dedi. Ying tekrar yerlere kapanmış dönüş yolu için hazırlanırken; “Bu balığı tuttuğun yerde bunun bir eşi var. Onu bul! Karın için,” dedi ejderha kanadındaki kuvartz kakmalı gümüş kaplama aynayı göstererek. Ve cıvalı balığı alıp dağın içine doğru gözden kayboldu.

Üç çocukları olduktan sonra Ying aradığını buldu. Dağın tanrısının isteğini gerçekleştirmişti. Günün bitmesini beklemeden eve koştu ve tarağı karısına verdi. Çocuklar tarladaydı ve güzel Laou evde saçlarını tarıyordu. Bundan tam iki bin iki yüz otuz beş ya da iki bin iki yüz yirmi yıl önce Shaanxi’de bir deprem oldu. Çok büyük bir deprem değildi. Lös toprağından yapılmış bir mağara uçuruma yuvarlandı. Bundan tam iki bin yüz iki ya da iki bin yüz on yedi yıl sonra bir arkeokrat yeni doğan erkek torunu için bu kalıntıdaki sedef kakmalı gümüş tarağı ödünç aldı.

Anı Yutucu

Bunları zaten biliyorsunuz. Fakat hatırlamıyorsunuz.

En büyüğü Arkhaten Halkaları’nın ortasında yaşıyordu. Kimse onlardan birini hatırlamıyor. Çünkü hepsi unuttular. Onları unuttukları gibi kendilerine yapılan büyüyü ve büyünün çözüm yolunu da unuttular. Halbuki küçük bir hapşırık her şeyi çözebilirdi. Sıfırlanma. Re-generation. Reset. Her şey hapşırık. Kısacık. Dağın tanrısı aslında bir tanrı değildi. İlk ejderha dağın tanrısıyla bir anlaşma yaptığı için hizmetindeydi. Bu çatlak turuncu tanrı türünün en küçüğü olmasına rağmen tüm insanlığı büyüleme kibrinden kaçamadı. Ölmek üzereydi.

O günden sonra kimse hapşırmadı. Ve her gece rüyalarında anılarını ölmek üzere olan çatlak büyücüye armağan etmeye başladı. Rüya ve hapşırık kelimeleri yeryüzünden silineli asırlar olmuştu. Efsanelerde bile bahisleri geçmiyordu. Bir gün Anadolu’nun küçük bir köyünde büyük sayılabilecek bir insan garip bir ses çıkardı. İnsanlar bu garip ses karşısında gülmeye başladı. Arkalarda duran bir ejderha kağıtta yazılı kelimenin anlamını bulmuştu. Bu adamı yok etmesi gerekiyordu. Havalandı.

Havalanmadan önce “Elhamdülillah,” dedi. Demesi gerekiyordu. Adam için çok geçti. Türünün en küçüğü olan anı tutucu için de. En büyüğü Arkhaten Halkaları’nın ortasında yaşıyordu. Kimse onlardan birini hatırlamıyor. Zaten artık yaşamıyorlar.