99 Silahşor Kütüphanesi

Babam beni kütüphaneye ilk götürdüğünde önemli olan kitapların sayısı değil kütüphanenin kendisidir demişti.​
Babam beni kütüphaneye ilk götürdüğünde önemli olan kitapların sayısı değil kütüphanenin kendisidir demişti.​

Tek kaldığım bir gün usulca alt kata indim. Babam zihnimde bana tarif ediyordu. Fantastik roman raflarına geldim. 99 silahşor rafta bana bakıyordu. Kenarında gizli bir bölme buldum. Üzerine gül işlenmişti.

  • Öykünün başlangıcında bir silah varsa mutlaka patlar.” demiş Ertu. Çehov’dan en az 113, en fazla 157 yıl sonra. Yine de iyi bir hikâyenin sonunda; tabanca mutlaka Glock 19c çıkar, kollarını bağladıkları sandalye abanoz ağacındandır, yenilen Rus çeteleri Adidas giyer, Kolombiyalılar uyuşturucu satar ve Ertu öyküye geri döner. (G.T.Ç.)

113 tane Ahmet Hamdi Tanpınar tam karşımda. Sayılarını biliyorum çünkü daha önce defalarca onları teker teker sıraladım. Adlandırdım. Arkamı dönmem mümkün değil ama yine biliyorum orada da 77 tane Chesterton meraklı gözlerle beni izliyor. Her ikisinin de mevzunun ciddiyetini anladığını sanmıyorum. Oturduğum sandalye abanoz ağacından yapılmış ve neredeyse antika sayılır. Ama bu cümledeki vurgu sandalyeye değil, ellerimin bağlı olduğu sandalye kolçaklarına. Benim yükselmiş tansiyonuma yavaş soluklarla eşlik eden kahverengi takım elbiseli Rus da tam karşıma dikilmiş. Kırık Türkçesiyle sorduklarına cevap vermemi bekliyor. Bunu yapabilmem için önce sağ elindeki Glock’u ağzımdan çıkarması gerekecek. Öykünün başlangıcında bir silah varsa mutlaka patlar. Umarım bazı şeylerin sıralamasını karıştırmaz.

Babam beni kütüphaneye ilk götürdüğünde önemli olan kitapların sayısı değil kütüphanenin kendisidir demişti ve eklemişti bunu asla unutma. Onunla ilgili en kuvvetli anım bu. Sessiz sakin bir adam. Evden işe, işten eve bir hayatı olmuş. Ortaokulla birlikte yatılı okumaya başladığımdan, sonraları çok sık görüşemedik. Üniversiteyi bitirdiğimde ise babamı annemle birlikte kaybettik. Kelimenin tam anlamıyla ortadan kaybolmuşlardı. Sırra kadem basmışlar ve kimse nereye diye sormamıştı. Haber alamadım. Polisten bir şey çıkmadı. Şehir dışında akrabalarım vardı tanımazdım. Ne yapacağımı bilemezken babamın müdürü beni işe almak istediğini söyledi. Kabul ettim. Şehrin en önemlilerinden olmayan bir kütüphanede memur olarak çalışmaya başladım. Hayatım rutine oturmuştu. Evden işe, işten eve günleri tüketiyordum. Sıkılmıyordum.

Bir gün. Yeni personel dediler. O ise kendine Burçak dedi. Masallardaki prenses kederinden uzak diyarlara gitti dedim. Cevap vermedi. Tarihim sıfırdan geriye doğru ilerlemeye başladı. Bir anda onun dışındaki her şey gri olmuştu. Kötü bir hayatım, berbat bir işim ve lanetli bir geleceğim vardı. Burçak yanımdayken ise hayat cennet, işim velinimet ve zaman ise keramet doluyordu. Aşık olmuştum. Benimle konuşuyor, ilgileniyordu yani kısa sürede samimiyet kurmuştuk. Aşk körlük, samimiyet ahmaklık doğurmuştu.

Tanımadığım bir Rus’un ağzıma Glock dayadığı günün öncesinde ise ailem hakkında konuşurken babamdan kalan hatıraları sordu. Bir defter var dedim. Günlük sanırım. Bir gün döner diye hiç açmadım. Merak etti. Ben de anında merak ettim. Sonraki gün götürdüm. Yani bugünün sabahı. Ağzıma dayanan bir Glock’la abanozdan bir ağaca bağlandığımın sabahı. Defteri açtık. Sadece bir tek cümle yazılıydı: önemli olan kitapların sayısı değil kütüphanenin kendisidir. Çocukken dedim. Bunu buraya ilk gelişimde söylemişti. Burçak üzgünüm dedi. Konuyu değiştirdi hemen. Mesai bitimine doğru geç çıkmamı isteyen bir mesaj attı. Bir şeyler konuşacakmış. Heyecandan elim ayağım birbirine dolaştı. Olacakları bilmiyor ve kesinlikle yanlış ihtimallerin peşinde koşuyordum. Herkes çıktı. Kocaman kütüphanede ikimiz kalınca tekrar babamdan söz etmeye başladı. Küçükken buraya geldiğin zamanı hatırlıyor musun dedi. Anımsamam için beni sürekli yönlendiriyordu. Hatırladım.

Tam dedim buradan girip şuraya yürümüştük. Borges’in rafına. Birlikte yürüyorduk ve ben yanımda babamı görüyordum. Baba neredesin acaba şimdi diye düşündüm. Bak oğlum dedi. Bu raflar çok kıymetlidir önemli olan kitapların sayısı değil kütüphanenin kendisidir. Zamanı geldiğinde dediklerimi anlayacaksın. 85 tane Borges bana muzipçe göz kırpıyordu. Sonra babam konuşmaya devam etti. Ben ise olduğum yerde kalmıştım. Dediklerini tam anlamaya başlıyordum ki sert bir darbe sesiyle kendime geldim. Burçak rafın üstündeki kitapları yere yığıyordu. Ardından rafı yerinden söktü. Arka kısmını yere vurarak kırdı ve içinden bir kitap çıktı. Olup bitenlere inanamıyordum. Şok olmuştum. Burçak çok güzel. Geri kalan hiçbir şeyden emin değilim. Bunu buraya babam mı koymuştu. Burçak’a sorular sormak istedim cevap vermedi. Üst kattaki çıkış kapısına yönelirken bana yerimden kıpırdamamı tembih etti. Ne olup bittiğini anlamıyordum. Yerdeki kitabı aldım. Borges’in Labirent’inin ilk baskısıydı. Fotoğrafını çekip tweet attım. Saçma da olsa bir şeyler yapmazsam delirecektim.

113 tane Ahmet Hamdi Tanpınar tam karşımda. Sayılarını biliyorum çünkü daha önce defalarca onları teker teker sıraladım. Adlandırdım. Arkamı dönmem mümkün değil ama yine biliyorum orada da 77 tane Chesterton meraklı gözlerle beni izliyor. Her ikisinin de mevzunun ciddiyetini anladığını sanmıyorum. Oturduğum sandalye abanoz ağacından yapılmış ve neredeyse antika sayılır. Ama bu cümledeki vurgu sandalyeye değil, ellerimin bağlı olduğu sandalye kolçaklarına. Benim yükselmiş tansiyonuma yavaş soluklarla eşlik eden kahverengi takım elbiseli Rus ise tam karşıma dikilmiş. Kırık Türkçesiyle sorduklarına cevap vermemi bekliyor. Burçak dışardan bu adamla birlikte dönmüştü. Adam beni kütüphanenin karanlık köşesine götürüp bağlamıştı ve sormaya başladı. Babamın haritası ve sakladıkları neredeydi? Ben de en az onlar kadar bilmiyordum. Telefonum beni yakaladıkları yerde kalmıştı. Tweet attıktan sonra her şey hızla olup bitmişti. Burçak raftan çıkan kitabın içinde bir not kağıdı bulmuştu. Babamın bana söylediklerinin ilk kısmı orada da yazıyordu. Burada olduğumuzdan kimsenin haberi yok dedi Burçak. Seni öldürürüz dedi adam. 10 kadar sayıyorum. İtiraf et. Artık eminiz senin bulabilecek yerde olduğun. Bugüne kadar senin izin bulamadım. Ölmen artık önemli değil. Bir hafta geç kalırız.

10 söyleyecek bir şeyim yoktu. 9 ben de bilmiyordum çünkü 8 babam ortadan kaybolmuştu 7 annemle birlikte kaçmışlardı 6 birilerinden ya da yakalanmaktan belki 5 izini gizlemişti demek 4 beni korumaya çalışıyor 3 hatırlıyorum dediklerini 2 evet her şeyi küçükken bana anlatmış aslında

1BuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuufBuuuuuuuuuuuuuf

BUFBuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuufBuuuuuuuuuu

uuuuuuuuuuuuufBuuuuuufBuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuf

BuuuuuuuuuuuuufBUFBuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuufBuu

uuuuuuuuuuuuuuuuuuuuufBuuuuuuf

Kitaplar kağıt helva gibi havada uçuşuyor. Ne olduğu anlamadan kendini yerde buldun. Silah sesleri kesilmiyor. Serbest düşüşteki kağıt parçaları arasından silüetler görürsün. Yerdesin. Ellerin abanoz ağacından antika sayılabilecek bir sandalyeye bağlı. Nefes al nefes ver. Biri teslim ol diye bağırıyor. Gözlerinin önüne kan biriktiğini fark ediyorsun. O esnada sol omuzunda bir süredir olan hissin acı olduğunu anladın. Gözlerin kapanırken sesler azalıyor. Burçak’ı görüyorsun. Hayalle gerçek birbirine bu defa her seferinden daha güzel karışıyor.

Kendime geldiğimde Burçak ambulansın içinde yaramı sarıyor. Hastaneye giderken olup biteni anlatıyor. Babam, başı olduğu çeteyle yıllarca kimseye yakalanmadan kıymetli eser kaçakçılığı yapıyormuş. İşler sarpa sarıp çete üyeleri suikastla öldürülünce izini kaybettirmiş. Babamı öldürmek isteyen ve babamdan çalmak isteyen Rus çetesinin içine sızmış Burçak, onların elemanı olarak kütüphaneye, bana casusluk yapmak için gönderilmiş. Hem babamın çaldıklarını bulup hem çeteyi çökertmek istemişler. O tweeti atmasaymışım burada rehin olduğumu istihbarattan kimse bilemeyecek elemanları beni kurtaramayacakmış. Aslında dedim kendi kendimi kurtardım doğru mu? Burçak dedim, o adamın beni gerçekten vurmasına izin verecek miydin? Önemli olan kitapların sayısı değil, kütüphanenin kendisidir dedi. Galiba beni seviyor. Peki sen dedi, babanın sana dediklerinden başka bir şey hatırlıyor musun? Hayır dedim. Sakladıysa eğer sadece kendi bulabilir.

Hastaneden çıkınca normal mesaime başladım. Dikkat çekmemeye çalışıyordum. Tüm personel bu konuyu konuşmaması için uyarılmıştı. Burçak artık burada değildi. Eski halime dönmüştüm. Tek kaldığım bir gün usulca alt kata indim. Babam zihnimde bana tarif ediyordu. Fantastik roman raflarına geldim. 99 silahşor rafta bana bakıyordu. Kenarında gizli bir bölme buldum. Üzerine gül işlenmişti. Kütüphanenin raf ve fiziki haritasıydı. Zeminin bazı bölümleri kare içine alınmıştı ve çok sayıda işaretlenen raf vardı. Bazı şekiller tamamen dolapların altlarını gösteriyordu. Kağıtları katlayıp usulca cebime koydum.

Burçak’ı aradım.

Hatırlamak hiç bu kadar güzel olmamıştı.

  • Son cümlesi çok güzel. Çünkü ben ekledim!
  • Evet E. E. Akgün ve onunla beraber biricik karakteri Burçak sahalara döndü. Hadi bakalım.(A.E.)