Aşk Yakışır İnsana

Yazar; hüznü, umudu ve yaşama sevincini ilmek ilmek işliyor.
Yazar; hüznü, umudu ve yaşama sevincini ilmek ilmek işliyor.

Yazar; hüznün, umudun ve yaşama sevincinin ilmek ilmek işlendiği öykülerdeki naif, samimi anlatımı ve yalın dili ile okurun öyküye sımsıkı tutunmasını sağlıyor ve ekliyor: "Tüm kavgalar, tüm aşklar, yoksulluklar bittiğinde, yalnızca sevginin kalıcı olduğunu anlayacağız."

Yazar; hüznün, umudun ve yaşama sevincinin ilmek ilmek işliyor.
Yazar; hüznün, umudun ve yaşama sevincinin ilmek ilmek işliyor.

Aşk Yakışır İnsana kitabında yer alan öykülerinde; insanların geçmişlerini, acılarını, aşklarını, zorluklarla mücadele etmelerini ve hayata dair yaşanmışlıkları yalın ve etkili bir anlatımla kaleme alıyor Halil Genç. Diğer kitaplarında da karşımıza çıkan insanı anlama çabasının ön planda tutulması bu kitabındaki öykülerde de karakterlerin iç dünyalarını daha gerçekçi bir şekilde gözler önüne sermeye yarıyor. Okurken sanki mahallemizde geziyormuşuz hissi veren, hayatlarımızdan kesitlerin gözümüzde canlanmasına sebep olan öykülerin karakterleri içimizden, bizden insanlar: komşumuz, arkadaşımız, esnafımız, mahallemizin delisi... Yazar; hüznün, umudun ve yaşama sevincinin ilmek ilmek işlendiği öykülerdeki naif, samimi anlatımı ve yalın dili ile okurun öyküye sımsıkı tutunmasını sağlıyor ve ekliyor:

Tüm kavgalar, tüm aşklar, yoksulluklar bittiğinde, yalnızca sevginin kalıcı olduğunu anlayacağız. (Uygar Atasoy)


Ressam Can Göknil yol maceraları anlatmıyor, küçük anlara ve duygulara yoğunlaşmayı tercih ediyor.
Ressam Can Göknil yol maceraları anlatmıyor, küçük anlara ve duygulara yoğunlaşmayı tercih ediyor.

Can’lı Yolculuk üç bölümden oluşan bir kitap: önce, şimdi ve sonra. Can Göknil’in genelde kısa tuttuğu anlatıların merkezinde birbirini tutkuyla seven bir çift ve onların kıtalara, şehirlere yayılmış yolculukları var. Yolculuk ifadesi yanıltıcı olabilir. Ressam Can Göknil yol maceraları anlatmıyor, küçük anlara ve duygulara yoğunlaşmayı tercih ediyor. Şimdi adlı anlatıda bunun bilinçli bir tercih olduğu açıkça görülüyor: Bazen tek sözcük bile bir öyküdür, sanat eserine uzanan ışıktır. Yeter ki o sözcüğü sezgilerinle algıla, içtenlikte yansıt. Tam da bu noktada kitabın başında yer alan “öyküler ve resimli anlatılar” ifadesi anlam kazanıyor. Bu iki tanım bu kitap hakkında yazılacak her tanıtım ve eleştiride büyük ihtimalle yer alacaktır. Sanat ve daha dar anlamda edebiyata bakışını bu iki ifadede bulmak mümkün. (Ahmet Kırtekin)


Kaleme aldığı tiyatro oyunları ve ödüllü öyküleriyle tanıdığımız Demet Çizmeli’nin ilk kitabı olan Dünyanın Ortasında, okuyucuyu tarihin koridorları arasında gezdiren öykülerden oluşuyor. Tiyatronun izlerine sıkça rastlanan öykülerde oluşturulan tarihi atmosferlerde, o zamana ait şartları, insanların yaşam tarzlarını başarılı bir şekilde kaleme alan yazar, okuru etkileyici bir yolculuğa çıkarıyor. Doğup büyüdüğü şehrin kültüründen de beslenen Çizmeli, öykülerinde yöresel ağızlara ve geleneklere de yer vermiş. Kimi zaman bir nesnenin kimi zaman ise yurdundan uzakta, vatan hasreti ile yanan bir kahramanın anlatıcı olduğu öykülerde en göze çarpan özellik; yazarın gerek mekân detaylarını gerekse karakterlerin iç dünyalarını başarılı bir şekilde ortaya koyan betimlemeleri. Öykülerinde yer verdiği betimlemeleri aktarmasındaki büyülü dil okurda farklı heyecanlar yaşanmasına ve okurun öyküyü adeta yaşamasına sebep oluyor. Füruzan’ın yazar hakkında söylediği gibi; birikimli, çalışkan, yetenekli bir yazarın edebiyatımıza getirdiği yeni bir soluğun meyveleri olan öyküler, yazarın ülkesine duyduğu aydınlık bakışı gözler önüne seriyor. (Uygar Atasoy)

  • Edebi hayatına şiirle başlamış, rotasını hikayeye çevirmiş bir yazar

    Tuncay Günaydın. İlk öykü kitabı Her Şey Mümkün Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları’ndan çıktı. On üç öyküden oluşan kitap, tahkiyenin gücüne dayanıyor. Tuncay Günaydın, güçlü bir soluk, iyi bir hikaye anlatıcısı. İlk kitap için umut vaat ediyor, ancak tahkiye sınırlarından öykü evrenine geçebilmesi lazım. Yer yer kendisini anlatının akışına kaptırıyor, kendi görüşlerini de yüklüyor. Bu da bana göre öykü yapısını zedeleyen bir unsur. Yazarın anlatı gücü, şiirle olan ilişkisinden geliyor. Dili şiirsel değil ama cümleleri oldukça güçlü. Okurla konuşur gibi anlattığı hikayelerde okuru öykü atmosferine sokmayı başarıyor. Yazar, kurgusunda toplumsal meseleleri başarıyla işlemiştir. “Kara Yol” öyküsünde Bademler adı verilen bir beldede makinaların bir gün ansızın badem ağaçlarını dinamitler patlatarak sökmeleri, halkın parasızlıktan dolayı fabrikalarda çalışmaya başlaması, köylülerin toprağı terk etmesini anlatır. Atmosferi, kurgusu ve yerleştirilen imgelerle yazarın en güçlü öykülerindendir. Özellikle son dönem coğrafyamızdaki doğal tahribata bir karşı duruş öyküsü olarak da okunabilir. Tuncay Günaydın, öykülerinde geleneği, mahalleyi, arkadaşlığı, mahallede yaşanan çocukluk aşklarını, futbolu merkeze alır. Genellikle bir hatırlayış üzerinden hikayesini açar, büyütür ve okura sunar. “Renksiz Bacak”, “Arjantin’in Geleceği”, “Kör Sedefkâr” öyküleri atmosferleriyle öne çıkaran öykülerdendir. Ufak bir tavsiye; “Arjantin’in Geleceği” öyküsündeki Rodrigo karakterine dikkat. (Ali Oktay Özbayrak)

Kısa Karanlıklar ve Kırgınlığın Kuytusunda öykü kitaplarının ardından Parçalar ve Zerreler ile karşımıza çıkıyor Sedef Betil. Birbirinden farklı öyküler gündelik hayatın akışı içinde çok da hatırlamadığımız acılarımıza dikkat çekiyor. Hemen hemen tüm öykülerinde hissedilen yabancılık duygusu hikayenin sonunda ayrılıklara kapı aralıyor. Öykünün çoğu kahramanı, unuttuğunu sandığı kederlerini geçmişine tanıklık eden nesnelere çarparak hatırlıyor. Bu hatırlayış, kitabın başlığındaki kelimeler ile bütünleşerek okuyucuya toparlanması gereken bir masa, kırılan bir bardak, dağılan bir oda bırakıyor... Yazarın dili duru ve akıcı olsa da hep aynı ritimde giden öyküler sonlara yaklaştıkça okuyucuyu zorlayabiliyor. Bununla birlikte bitmediğini düşündüren öykü sonları geçişi hızlandırıp meraklı sonlarla okuyucusunu selamlıyor. (Betül Yavuz)

Defne Morgül’ün ilk novellası olan Sarhoş Martı geçtiğimiz Eylül ayında raflarda yerini aldı. Kitapta geçişli bir anlatım şekli mevcut. Bu sebeple çeşitli karakterler bir anda tek bir karaktermiş hissi uyandırıyor ve adeta tek bir ağızdan dinliyormuşçasına hikayeye kulak veriyoruz. “Bir hikaye kurmak için geldim dünyaya” diyen anlatıcının kurduğu hikayenin kıyısından geçiyoruz okurken. Hüzün oturuyor yüreğimize hikayeye devam ederken. Yazarın kendine özgü, oldukça dağınık ve toparlamakta güçlük çekilebilecek kurgusuyla karşı karşıyayken dahi hikayenin içinde geçen duyguları bir bir hissetmeye başlıyoruz. Anlatıcının hikayesine olan isteksizliğine, umutsuzluğuna, hayal kırıklığına, hayata dair cesaretini yitirişine, aidiyetsizliğine, vazgeçişlerine ve de vazgeçilmişliğine şahit oluyoruz. Ancak Sarhoş Martı, ucundan kıyısından geçtiğimiz ve göz göze gelip bizde yalnızca bir bakış bırakmışların izi nasılsa aynı öyle bir hikaye. Kitabın başında da söz edildiği gibi:

Birileri ve diğerleri yollarda karşılaşacaklarından habersiz, kendi hikayelerine yol alırmış. Kimse kimseye değmeden geçer gidermiş sonra.

Hikayeyi okuyor, değmeden geçip gidiyoruz sonra. (Nursena Yıldız)