Ayna ayna söyle bana...

Mukadder Gemici
Mukadder Gemici

Calvino kendi kurmaca dünyasında en çok tekrar eden imgenin kent olduğunu söylüyor; Borges'e sorsalardı (belki de sormuşlardır) labirent cevabını verirdi. Biz Atay için bunun “oyun”, Tanpınar içinse pekala “zaman” olabileceğini düşünüyoruz. Yeterince ısındıysanız artık sorumuzu soralım: Ya sizin? Sizce neden?

Mukadder Gemici:

Ayna Ayna Söyle Bana...

Kendi kurmaca dünyamda en çok tekrar eden imge nedir veya edebî soru halinden çıkarıp arabesk haliyle soracak olursam, benim meselem ne? Bu tarz soruları kolaylıkla cevaplayamıyorum. Sanki bunu yazarın kendisi değil de dışarıdan bir göz yapmalı gibi geliyor. Döne dolaşa neyi anlatıyorum ben? Geçmişte, şu anda ve gelecekte, renk renk, büyüklü küçüklü yan yana duran hokkalar içinde öyle ya da böyle kalemimin ucunu muhakkak batırdığım mürekkep hangisi? Karakterin bir cümlesinde, içten geçen bir sözde, nesne, hal veya tabiat tasvirinde, illa ve illa yazdığımı bildiğim, hissettiğim ama haydi adını koy dendiğinde bir hayal olup kaçan, buhar olup havaya karışan ve yazı ormanının içinde bir cin gibi ağaçlar arasında kaybolan ve şimdi beni peşinden sürükleyen o meseleyi nasıl tarif etmeli? Elhak ben de biliyorum çünkü; her yazarın etrafında döne döne yazdığı tek bir mevzusu, dili damağı kurudukça gidip içini serinlettiği tek bir su kaynağı vardır.

İşte okuduğumdan bu yana, kıvrıla kıvrıla dolanıyor içimde soru; benim meselem ne? Tek tek ilk hikayelerin üstünden geçiyorum, doğdukları o ilk âna gidiyorum, nerede nasıl düştüler aklıma? Orada gizli ve orada açık çünkü. Soba zehirlenmesinden ölen çocuklar, cami avlusuna terk edilen bebek, tarihi olayların ağır dişleri arasında un ufak olmuş aşk ve diğerleri... Bulamıyorum. İkinci kitaba bakıyorum bu kez; Itri'nin makam arayışına, Ege sularında boğulan kadınlara ve çocuklara, penceresinden odasına dolan gün ışığına bakarken ruhunun derinliklerinde bir Gılgamış olup ölümsüzlük otunu arayan kanser hastasına, şehit olacağı ânı bekleyen askere... Yok, yine bulamıyorum. Elimle tutuyorum, bulaşıyor üstüme başıma görünmeyen zerreciklerle, içime doluyor ama hani nerde imgeme, meseleme ad olacak o kelime? Pöh diyorum kendime, bir de dersin ki ben bir meselenin özünü hemen kavrarım. Kendi özünden haberin yok, sen ne yazıyorsun hanımefendi? Hep zor yazdığım, zor yazageldiğim hikayelerim üzerinde yazılış tarihlerine bakmaksızın bu kez ileri geri giderek, adeta kuralsız bir sek sek oynayarak dolanıyorum.

İsimlerini düşünüyorum, hatta işi gücü bırakıp evdeki kütüphaneye gidip kitaplarımı açıyorum, listelerine bakıyorum. Her biri birbirinden ayrı bunların diyorum. Ayrı ve aynı. Bunu hem kuvvetlice hissediyorum hem de laboratuvarda rakamlarla tespit etmişçesine de biliyorum. Evet, ben hâlâ aynı fikirdeyim, bunu dışardan bir göze, hikayelerimi okuyan, hissedişimi bilen isme/isimlere sormalıyım. Zihnim bu sefer de kişiler üzerinde dolanıyor. O mu, şu mu, bu mu, öteki mi? Birine e-posta atıyorum. Birini arıyor ulaşamıyorum, diğerine yanı başımda koltukta televizyon seyrederken soruyorum. Masal kahramanıyım artık ışıl ışıl bir ayna karşısında, gerçekten başkasını söylemeyeceğini bildiğim o aynaya bakıyorum ve diyorum ki; ayna ayna güzel ayna, okur okur güzel okur, söyle bana, ben ne yazıyorum? Masal deyişim boşuna değil, mağaraların karanlık derinliklerinden, geçit vermez dağların uçurumlarından, hiçbir canlının yaşamadığı okyanus diplerinden geliyor sesi okurun.

Eyvah ki eyvah, bir cevap yok çünkü cevaplar var; iyilik, vicdan, tevekkül, umut, gerçeklik... Çaresiz hatta panikle bakıyorum aynaya. Cevap ararken iyice giriftleşti her şey çünkü. Paniğimin sebebi ezbere bildiğim masallar, ne işler gelecek şimdi başıma? Sesim cılız çıkıyor, korku sarıyor içimi artık. Yürünecek tek bir yol arıyorum ben, tek bir kelime, şimdi çatallandı her şey, yollar ve kelimeler. Hangi yoldan, hangi isimden gideceğim, söyle bana. Söyleyeceğini söyleyip aynada görüntüsü kayboluyor okurun. Ama dur kaçma, gitme, birinde karar kıl. Hangisi? Peşine düşüyorum. Kayıveriyor elimden. Kahkaha atıyor giderken. Oynuyor benimle. Ha ha ha!.... Hiç biri, anlamadın mı hiçbiri! Bir sırrın içinde alay ediyor aynalar artık. Birinin önünden diğerine atıyorlar beni. Kah şişman gösteriyor, kah uzun, kah zayıf, eciş bücüş, ışıklı, loş, karanlık, çok güzel ve çok çirkin... Hangisiyim ben? Gerçeğim hangisi benim? Biri, bir tanesi hakikat ama hangisi? Birinden ötekine koşuyorum, hikayelerimi o aynalara tutuyorum.

Yarım yamalak yansıyor. Renkler renk, şekiller şekil değil.... Yoruldum, bulamadım, ne anlatacağım, ne yazacağım ben şimdi? Susuzum, açım, güneş de battı. Nereye gideceğim? Hiç kimsenin yazmayacağı bir masal kahramanıyım artık, aynaların sırrı içine hapsoldum, hani evim, hani kalemim kağıdım? Nihayet yüzümdeki ve ellerimdeki kırışıklarıma bakıp, bir ayna acıyor bana. Parlıyor, fısıldıyor, içinden bir el uzatıp davet ediyor karşısına. Geçtim mi ben senin önünden? Hiç geçmedim. Hayır diyor ayna, defalarca geçtin ama bakmadın. Süslü kelimeler arıyordun çünkü. Bakıyorum tam karşısına geçip, kaşım gözüm boyum posum nasıl? Ben, ben miyim? Yalan mı söylüyor bana, oyalıyor mu ötekiler gibi? Yankılanan bir kahkaha atıp kandıracak mı beni yine? Hayır diyor, baksana bana, kendine...

En başa dönüyorum, nefes alıp soruyu tekrarlıyorum; haydi söyle bana o zaman en çok tekrar ettiğim imge, döne dolaşa yazdığım mesele nedir? Yazdığım bütün cümleler bir iksir kabına doluyor, sırlar dökülüyor içine. Sadece şeklini değil, hikayelerimin damarlarında dolaşan kanı bile görüyorum. Yutkunuyorum. Hepsi aynı rengi alıyor, kırmızı... Hepsi aynı tadı alıyor, ağulu, acımtırak... Sen onu bulup çıkarıyorsun her seferinde hayatın içinden diyor ayna. En gizli olanı, en unutulmuşunu, en bilinmeyeni, en çok saklananı, bazen de en aşikâr olanı, yeni kesilmiş gibi sıcak, üstünde buğusuyla kan sızanı. Anlattığın hep aynı yara; kanayan, kabuklanan, iyileşen, hiç geçmeyen bir yara... Sen hak etmedin ama biz sana lütufkâr davrandık, buldun artık kelimeni diyorlar hep bir ağızdan bu sefer aynalar, git artık. Sırlarını kalemime bulaştırıp olması gerektiği gibi, gerçeğin, hayatın içine bırakıveriyorlar beni, evimin orta yerine, bir aynanın tam karşısına...