Bir Üçüncü Sayfa Haberinde Kurgusal Hareketler

Kadın yatağın ortasında ağlamaktadır ve sırada o vardır…
Kadın yatağın ortasında ağlamaktadır ve sırada o vardır…

Kapıda bu durumu karısına nasıl anlatacağını düşünür. En nihayetinde anahtarı ile kapıyı açıp içeri girer. Odaları yoklar ama karısı yoktur, en son yatak odasına girdiğinde karısını ve yanındaki adamı namünasip bir halde görür. Şok olur! Hiç düşünmeden mutfağa gidip çekmecedeki en büyük bıçağı seçer ve giyinmeye çalışan, telaş içindeki adamın karın boşluğuna saplar.

Gazetelerin artık meşhur olmuş üçüncü sayfa haberlerinden bir tanesini kurgulayarak başlayalım. Dışarıdan mutlu bir çift gibi görünen E. F. ile M. F. sıradan günlerinden birini yaşamaktadırlar. M. F. her zamanki saatte evden ayrılıp iş yerinin yolunu tutmuştur. Çalıştığı fabrikaya vardığında tatsız bir sürprizle karşılaşır ve işten çıkarıldığını öğrenir. Bu durumu hemen hazmedemediği için öğlene kadar sokaklarda dolanır sonrasında yapacak başka bir işi olmadığından evine döner. Kapıda bu durumu karısına nasıl anlatacağını düşünür. En nihayetinde anahtarı ile kapıyı açıp içeri girer. Odaları yoklar ama karısı yoktur, en son yatak odasına girdiğinde karısını ve yanındaki adamı namünasip bir halde görür. Şok olur! Hiç düşünmeden mutfağa gidip çekmecedeki en büyük bıçağı seçer ve yatak odasına dönüp kıyafetlerini giyinmeye çalışan, telaş içindeki adamın karın boşluğuna saplar. Kadın yatağın ortasında ağlamaktadır ve sırada o vardır…

Öfkeli koca kanlar içinde yatağın ortasında dururken yavaş yavaş kendine gelir ve ilk iş olarak polisi arar. Polis gelir adamı alır, savcı gelir cesetleri inceler, ambulans gelir cesetleri alır, gazeteciler kapının önünde katil kocanın hikayesini öğrenir. Ertesi sabah bahsi geçen üçüncü sayfada bir haberdir artık bu hikaye. “Karısını Sevgilisiyle Yakalayan Adam Cinnet Getirdi”, “Bir İşsiz İki Ölü”, “İşini Eşini Hayatını Aynı Gün Kaybetti”. Başlıklar çeşitlendirilebilir, bu hususta pek mahir olan basın mensuplarının kıvrak zekâlarına güvenebiliriz(!) Okur yorumları ise çok daha çeşitlendirilebilir: “Ulan be hem de işsiz kaldığı gün, vay arkadaş be yazık ya.” “İkisini de öldürmüş ha, delikanlı adammış bak.” “Zaten bu memlekette böyle devam ederse iki şey artacak işsizlerle katiller, sömürdüler milleti be.”

Bu tür vakalar, tıpkı yukarıdaki kısa hikayede anlatıldığı gibi rastlantısal olayların bir zincir halini aldığı durumların sıkça yaşandığı filmlerde, dizilerde yahut romanlarda karşımıza çıktığında hep aynı hisse kapılırız: “Yok artık, bunlar ancak filmlerde olur zaten.” Öyle olmuyor maalesef, yani bu tür hazin olaylar -bereket tam zıttı müspet vakalar da var tabii- sadece dizilerin malzemesi olarak ekranları değil, hayatın kendisini ve gazete sayfalarını dolduruyorlar. Şimdi yukarıdaki hikayede kurgusal değişiklikler yapalım ve başlıklarla beraber durumun nasıl değiştiğini görelim.

İhtimal 1: Koca eve gelir, her şeyi görür, mutfağa koşar elinde bıçakla döner. O sırada kapının arkasına saklanan kadının sevgilisi, kocanın her zaman başucunda tuttuğu beyzbol sopasıyla kafasına sert bir darbe indirir, koca beyin kanamasından ölür. Bir iki hafta sonra âşıklar yakalanır.

Gazete başlıkları: “Cinayetin Ardından Yasak Aşk Çıktı”, “Beyzbol Sopalı Cinayet”, “Yasak Aşkın Meyvesi”.

Okur yorumları: “Hadi canım, sevgilisiyle bir olmuş herifi öldürmüşler ha, valla bu kadın milletinden korkulur.” “Yazık oldu adama be hep zaten toplumsal tabular bu hale getiriyor, oysa kadın özgürce boşanma hakkını kullanabilse böyle bir şey olmayacaktı belki de.” “Zaten böyle baskıcı bir toplumda bu tür yasak aşkların da, cinayetlerin de yaşanması çok normal.” “Ahlak, namus, ar kalmamış.”

İhtimal 2: Koca eve gelir, her şeyi görür, mutfağa koşar elinde bıçakla döner. Kadının sevgilisini öldürür ama karısını çok sevdiği için ona kıyamaz, karısı da ikna eder gözyaşlarıyla. Cesedi bir gece yarısı körfeze atarlar ve ömürlerinin geri kalanında bu korkunç sır ile yaşamak zorunda kalırlar.

Gazete başlıkları: “Körfezde Orta Yaşlarda Bir Erkek Cesedi Bulundu”, “İki Haftadır Kayıp Olan H. D.’nin Cesedi Kıyıya Vurdu”, “Kimliği Belirsiz Cesedi Sırtındaki İzden Karısı Tespit Etti”, “İki Yavru Yetim Kaldı”.

Okur yorumları: “Yazık be! Zaten böyle bir memlekette…” Uzar gider.

Ana hikaye ve sonrasındaki diğer ihtimallerde bir sürü bilgi verildi ve yorum yapıldı. H.D.’nin evli ve iki çocuk babası olduğunu öğrendik mesela. Sonra M.F.’nin karısını gerçekten çok sevdiğini, M.F.’nin yatağının başında bir beyzbol sopası bulundurduğunu da öğrendik. Tüm bunların içinde olduğu -hatta okur yorumları da katılabilir- kusursuz bir kurgu tekrardan yapılabilir ve ortaya bir polisiye metin bile çıkartılabilir. Çıkacak metinde de bizim şu anda kurguladığımız gibi değişen her durumda örneklerde de görüldüğü gibi başlıkla beraber hemen her şey değişmeye hazır olmalı. Birinde sevgili, kızılan aşağılanan bir noktada yer alırken diğerinde acınan mazlum durumuna düşebilir.

Biraz daha karmaşıklaştırmak istersek: Kocanın kısır olduğunu kabul etmediğini ve kabahati karısında bulduğunu öğrenirsek ve kadının engel olamadığı çocuk sahibi olma arzusunu hesaba da katarsak, her ihtimalde olumsuz eleştirilerin merkezi olan kadının üzerindeki yük ister istemez hafifleyecektir. Benzer hikayelerde verilen her bilgide okurun metne dair yorumları-okumaları değişiyorsa işte bu kurgunun işidir. İşler ne kadar karmaşık bir hal alırsa alsın kurgusal metinlerde en kritik nokta her şeyin yerli yerinde olmasıdır. Bir metin ne kadar uzun olursa olsun ya da ne kadar karmaşık olursa olsun kurgusal açıdan bahsettiğimiz bu “yerli yerinde”liği sağladığı anda büyük oranda akıcılığı da yakalamış olacaktır. Bu “yerli yerinde”liğin metne sağlayacağı ilk katkı şüphesiz metni gevezelikten koruması olacaktır. Kelime tasarrufu hususunda başarılı bir yazarın elindeki hikaye başarılı anlatıma en yakın hikayedir diyebiliriz. Aslına bakılırsa iyi bir kurgu ve akıcılık ile sonucun enfes bir öykü olmaması için pek bir neden yoktur.

Bu yazıda, Notos’un 56. sayısında yer alan Bahri Vardarlılar’ın “Kedilerin Dolaştığı Yer” ile Hakan Uzbek’in “İlk Gün” adlı öykülerini, “öyküde kurgunun ehemmiyeti” üzerine değerlendireceğiz.

“Kedilerin Dolaştığı Yer” uzun bir metin. Yarım sayfa görseliyle beraber yedi sayfa olan metin ilk bakışta dergi sayfasında ürkütücü duruyor. Hemen birinci sayfada ilk cümlelerle beraber yoğun bir anlatının içine giren okurun daha da ürkmesi gerekirken merak unsurunun devreye sokulmasıyla metne bağlanması sağlanıyor. Bundan sonra yapılan bütün hamleler kurgusal atraksiyon diyebileceğim maharetli dokunuşlardan oluşuyor. Eşine ulaşamayan bir adamın kendine dair, eşine dair ve ev halleri üzerine verdiği bilgiler, önemli ayrıntılar olarak zihnimizde yer buluyor. Eşini iyi tanıyan adamın ihtimaller üretmesi, tekrar eden benzer durumlar sayesinde, kendisinin iyi bir kurgucu olduğunu anlıyoruz. En nihayetinde kendince kurguladığı senaryo tam manası ile tutmasa da -başka bir gün tutmayacağı manasına gelmiyor tabii, karakterler o denli inandırıcı duruyor- öykü ikinci evreye girmiş bulunuyor.

İkinci evrede anlatıcı karakterimizin bir yazı hazırladığını öğreniyoruz -detaylı kurgulama yeteneğinin kaynağı böylece ortaya çıkmış oluyor- bu andan itibaren artık metin ana hikayeye doğru yol alıp derinleşme temayülleri göstermeye başlıyor. Mahalleyle, çocuk oyunlarıyla, çocuklukla alakalı bir yazı hazırlamaktadır anlatıcı yazarımız. Ana hikayemiz de işte bu yazı nedeniyle hatırladığı çocukluğu, seksenler, pinokyo bisikletler ve Burun lakaplı Melahat ismindeki, kedilerle, insanlardan daha iyi anlaşan kızla başlarından geçen acı bir hikayedir. Bahri Vardarlılar, yetişkin bir adamı çocukluğuna geri döndürürken sıkıcı nostaljik atmosfer tuzağına düşmüyor. Doğal atmosfer metnin geneline olan inancı da perçinliyor.

Diğer yandan Vardarlılar anlatıcı karakterin hayatının geri kalanını bu denli etkileyen bir olayın anlatımında, yakaladığı akıcılık ve kurgudaki titiz tutumu ile uzun metni hem rahatça okutturuyor hem de ders mahiyetinde bir örnek sunuyor. Öykünün sonunda Melahat’ın burnu ile karısının burnu arasındaki bağ, eve neden kedi alamadıkları, neden araba kullanmadığına dair soru işaretleri, ortaya saçılmayan kurgunun içinde yerli yerinde duran bilgilerle cevap buluyor. Okurun zekâsına güvenen bir üslup takınmış olması da bir diğer takdir edilesi durum çünkü öykünün sonu aslında bir son olarak durmuyor, dikkati bir anlığına elden bırakan okur için bu durum kötü bir sürpriz olacaktır, dikkatli olmalı.

Hakan Uzbek’in “İlk Gün” adlı bir sayfalık öyküsü Vardarlılar’ın öyküsünün yanında kısacık kalmış. Bir rüya halinin aktarımı olan öyküde bir hikayeden bahsetmek mümkün değil. En başta bu tarafı ile ayrışıyor. Hikaye eksikliği de doğal olarak kurgusal hamleler yapma şansını en aza indirmiş. “İlk Gün”, rüyasında hıncahınç dolu bir konser salonuna seyirciler arasından giriş yapan bir adamın, çalmayı bilmediği kemanı eline tutuşturmaları sonucu yaşadığı tedirginlik ve korkuyu anlatıyor. Anlatıcı karakterimiz seyirciler arasından yürümeye başlıyor. Coşkulu kalabalık sevinç gösterileri sergiliyor, alkışlar, tebrikler, bağırmalar. Kısacık yolda devamlı bunların tekrar etmesi, devamlı benzer cümlelerle tablonun tekrar tekrar anlatılması duygunun aktarımı için yapılmış bir hamle lakin aktarımdan ziyade akıcılığı engel oluyor.

Hikayesi olan bir öykünün içinde bir nebze başarılı bir yan kurgu olabilecekken tek başına zayıf bir öykü olarak kalmış diyebiliriz. Kısa metinlerin vurucu olma gibi bir zorunluluğu vardır diyebiliriz. Kısacık anda belki de çarpmalı okuru. Bu da genelde sonda müthiş bir hamle ile yapılır ama Uzbek’in tercih ettiği son maalesef bu çarpıcı, yere serici etkiyi yapamıyor. Ertesi gün, ilk gününü yaşayacak olan ve iyi bir izlenim bırakması gereken bir adamın gece gördüğü kâbus sıradan kalıyor. Oysa ilk günün neyin ilk günü olduğuna dair -muhtemelen ilk iş günü ama bilmiyoruz- rüyanın içinde ufak ipuçları verilmiş olsaydı hem kurgusal açıdan birkaç hamle yapılabilir hem de öykünün çehresi değişebilirmiş.

Ne gazete kupürünü yabana atmalı ne de kısacık bir cümlede karaktere dair verilen bilgiyi, yoksa metin çarpar adamı maazallah. İşin latifesini bir kenara koyarsak Borges’e atıfla nihayete erdirelim yazıyı: Borges’in Yolları Çatallanan Bahçe öyküsünün hemen başlarında muhbirlik yapan karakterin ağzından şu cümleler dökülür: “Bir kurşunla paramparça olmadan önce ağzım, o gizli yerin adını ta Almanya’dan duyulacak biçimde haykırabilsem… İnsan bedenindeki ses yetersizdi. Nasıl yapmalı da, o adı Şef’in kulağına ulaştırmalıydım? Ben ve Runeberg hakkında, ikimizin de Staffordshire’de bulunduğundan başka bir şey bilmeyen ve Berlin’deki duvarları çıplak bürosunda sonsuza dek gazeteleri gözden geçirerek boşu boşuna raporumuzu bekleyen o hasta, o nefret edilesi adamın kulağına?”

Şef’in, duvarları çıplak bürosunda, sonsuza dek gazeteleri karıştıracak olacağı bilgisini kaçırmayan okur aynı zamanda öykünün sonunda mutlu olacak okurdur. Çünkü o okur, Albert isminde birini öldüren muhbirin gazetelere düştüğünde -savaşın gürültüsü patırtısı arasında- sesini nasıl yükseltip Albert kentinin ismini Almanya’ya ulaştırdığını anlamış olacaktır. Saygılar bizden Borges’e…