Büyük Yabancı’ya yabancı kalmak

“Deliliğin Sessizliği”nde Foucault klasik dönemden moderniteye deliliğin dil ve edebiyatla ilişkisini ortaya koymaya çalışıyor.
“Deliliğin Sessizliği”nde Foucault klasik dönemden moderniteye deliliğin dil ve edebiyatla ilişkisini ortaya koymaya çalışıyor.

Metin dört editörün hazırladığı bir derleme. İlk bölümde Foucault’nun Fransa Devlet Radyosu’nda yayınlanan “Sözün Kullanımı” adlı program için, delilik ve dil üzerine hazırladığı beş bölümden iki tanesi yer alıyor: “Deliliğin Sessizliği” ve “Delirmiş Dil”.

Özellikle 20. Yüzyıl felsefesiyle ilgilenen insanlar için Foucault adı oldukça heyecan verici, değil mi? Evet, Foucault, evet evet yeni çıkmış, Metis’ten, adı? Adı, hmmm, Büyük Yabancı. Tamam, hemen edineyim. Kadıköy’de bitmiş, Üsküdar’da yok, ya İstiklal’de? En iyisi internetten sipariş… Zannediyorum kitabın piyasada bulunmayışında yazar adının önemi büyük, peki ya metin?

Büyük Yabancı, Michel Foucault, Çeviri: Savaş Kılıç, Metis Kitap
Büyük Yabancı, Michel Foucault, Çeviri: Savaş Kılıç, Metis Kitap

Metin dört editörün hazırladığı bir derleme. İlk bölümde Foucault’nun Fransa Devlet Radyosu’nda yayınlanan “Sözün Kullanımı” adlı program için, delilik ve dil üzerine hazırladığı beş bölümden iki tanesi yer alıyor: “Deliliğin Sessizliği” ve “Delirmiş Dil”. Filozofun, programın yapımcısı Jean Doat’yla karşılıklı sohbet şeklinde gerçekleştirdiği bu programdan mezkur bölümlerin seçilme sebebi edebiyatla ilgili olmaları. Her ne kadar Foucault denince akla ilk gelen şeylerden biri delilik olsa da kitabın gözleri daha ziyade “Büyük Yabancı”ya çevrili. Kitap adını da edebiyattan alıyor, Foucault’ya göre “büyük yabancı” olan edebiyattan… Bu ifadenin bağlamı ironik bir şekilde bu kitapla benim aramdaki ilişkiyi de belirliyor: “Bana öyle geliyor ki,” diyor Foucault, “çağdaş edebiyata ancak kaynağına inemediğimiz bir yabancı edebiyat aracılığıyla ulaşmak, edebiyatla aranıza bir tür mesafe koyuyor...”

“Deliliğin Sessizliği”nde Foucault klasik dönemden moderniteye deliliğin dil ve edebiyatla ilişkisini ortaya koymaya çalışıyor. Delilik ancak kendisini konu etmiyorsa konuşabilir. Zira deliliğin kendisinin nereden geldiği de, nereye gittiği de bilinmez. Öte yandan delilik ile deliliğin bilinci hayatla ölüm gibidir. Biri öbürünü öldürür. “Kültürümüzde delilik, dil konusundaki hükümranlık hakkına konuşmanın imkansızlığında, düşünmenin imkansızlığında, aradığı kelimeleri bulmanın imkansızlığında kavuşur.” Mesela Sade’ın saf, jestsiz, eksantrikliği olmayan, ölçü tanımaz, saf deliliğinin saf söyleminde olduğu gibi… “Delirmiş Dil”de de Foucault bir sonraki adıma geçerek yaşadığı döneme dokunan okumalar yapıyor: “Çağımız edebiyatın aslında bir dil olgusundan, deliliğin de- neredeyse eşanlamlı olarak- bir imleme fenomeninden ibaret olduğunu keşfetti. İkisinin de birtakım göstergelerle oynadığını, bize oyun oynayan bu göstergelerle oynadığını…”

Edebiyat her tür dil eserinin genel biçimi olmadığı gibi, eserin yerleştiği evrensel mekan da değildir.

Derlemenin ikinci bölümü, Foucault’nun 1964 yılında Brüksel’de verdiği bir konferansın kaydından oluşuyor. “Edebiyat ve Dil” adını taşıyan bu konferansa Foucault, “Edebiyat nedir?” sorusunun edebiyatın içine açılmış; edebiyatın barınmak ve muhtemelen bütün varlığını içinde saklamak zorunda kalacağı bir oyuk olduğunu ifade ederek başlıyor ve bu soruya cevap vermek için edebiyatı, ilişkili olduğu üç şeyi birbirinden tamamen ayırarak analiz ediyor: dil, eserler, edebiyat. Edebiyat her tür dil eserinin genel biçimi olmadığı gibi, eserin yerleştiği evrensel mekan da değildir. O bir bakıma, dilin eserle ve eserin dille ilişkisinin buluştuğu bir üçgenin tepe noktası olan üçüncü unsurdur. Bu analizden hareketle Foucault iki oturumdan oluşan konferans boyunca bu üç unsur üzerine önemli tespitler yapıyor.

Üçüncü bölüm, Foucault’nun Deliliğin Tarihi’nden itibaren ilgisini çeken bir figür olan Sade üzerine 1970’te sunduğu bir konferansın kaydını içeriyor. Sade neden yazıyordu, arzu ile hakikat arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyordu, Sade’da Tanrı, ruh, suç ve doğanın olmayışı tezleri aslında ne anlama geliyordu, sorularına cevap arıyor Foucault bu bölümde. Ancak bunu edebî ve felsefî bağlamda yapıyor olması bile Sade’a özel bir ilgisi olmayanlar için konuyu ilgi çekici kılmıyor.

Böylece kitap düşük bir tempoyla başlayıp, ikinci bölümdeki edebiyat üzerine tahlillerle biraz tempo artırıyor, son bölümde ise spesifik olana yönelerek ilgi dağıtıyor. Bunda ikinci bölümde daha çok dikkat çekmeye başlayan çeviri probleminin insomnia hastasının uykusunu getirecek kadar zihni yormasının da etkisi olabilir. Foucault’yu tanıyanlar için heyecan verici bir tespit içermeyen, Foucault’yu tanımayanlar içinse asla başlangıç olmaması gereken Büyük Yabancı, kitaplığında bir Foucault bölümü olanlar için ideal. Alın, kitaplığa yerleştirin ve “İşte bu bile var” diyin…