Dinozorların Son Günü

Ne yedinci gündü ne de yorgun elli bir adam vardı.
Ne yedinci gündü ne de yorgun elli bir adam vardı.

Kadın bedenini binlere bölerek yürüdü ormana. Alaf oldu. Gök oldu. Mır mır okudu ninnisini. Onu duyanlar sur sandı. Beklediler ki gökten ölüm yağsın üzerlerine. Fakat sesler ağıyordu, kelimeler sonra...

Söylenecek bütün sözler söylenmiş, yeniden söylenmeğe değer söz kalmamıştır. Ben de sana bunlardan birisini söyleyeyim.

Şehname, Firdevsi

Zeki Bey

1

Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Tanrı, “Işık olsun” diye buyurdu ve ışık oldu. Ve bir sabah elli üç yıl, dört ay, üç gün, bir saat, on sekiz dakika, yirmi iki saniye evvel annesi Perihan’ın rahminde ağlayan emekli polis memuru Zeki Bey uyandı. Ağlayarak. Yine. Ölümün rahmindeydi. Korkuydu. Özlemdi. İçinde büyüyen. Bir de hatırlayamamak. Hangi ses kime ait. Hangi yüz eski, hangi yüz yaralı. Elleri neden hep buz. Uzaktan. Issızlıktan. Bu mağaramsı eve. Büyük vadiden. Hatırası yıllar yılı silinen Şeref ’in ormanından. Duyduğu insan sesleri. Birkaç saniye sürüyor. Burgaçlanarak. Zihninde. Kesik kesik soluyan bir bebek doğuyor. Çorak bir avuca. Ağaçsız. Çiçeksiz. Çimensiz. Elleri nasırlı emekli polis memuru Zeki Bey. Bir intihar olarak anılıyor. Artık. Elli üç yıl, dört ay, üç gün, bir saat, on sekiz dakika, yirmi iki saniye sonra. Her daim. Başkalarının onu anlattığı kısa hikayelerde.

Tanık

2

Zeki’nin başına gelenleri ben gördüm görmesine de intihar diyormuş polisler.

Karadul

3

Ve adam dedi: yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi. Ve yedim. Ve Rab Allah kadına dedi: bu yaptığın nedir?

4

Devlisigün. Durmadım Emine’ye de anlattım gördüklerimi. Yüzü allak bullak oldu. Sustu. Uzun sürmedi. Toparlandı. Umarsızca “akşam bana gel” deyiverdi. Büyü, düş, tılsım, masal, zehir, kan her neyse bu adını koyamadığım o vardı gözlerinde. Dondum kaldım. Devasa bir göktaşı o anda bizim mahalleye, bizim mahallede ise tam benim tepeme düşmüş gibiydi. Bakışlarındaki her şey kanıma karışmıştı bile. Arzu ölüm korkusundan üstün geldi. Gittim ve kör oldum tıpkı bir yıl evvelki Zeki gibi.

Yazar

5

Tanrıyı gördüğüm göz, onun beni gördüğü gözle aynıdır.

6

Ne yedinci gündü ne de yorgun elli bir adam vardı. Ben bir kadının hasretiyle şuursuzca adımlıyordum. Güzdü. Yazı kendini sarının koynuna bırakmıştı. Göğsümde tılsımını yitirmiş ağıtlar birikiyordu. Boğazımda hıçkıran ölümler düğüm düğüm. “Ben öldürdüm Zeki’yi ve onu.” Buna rağmen kimse solgun değildi. O kadın gecenin zembereğine doğru haykırıyordu. Bir kükreme diyemezdim buna. Daha çok bir çakalın pavkırmasıydı. Onun emrindeydim ve yok olmak arzusuyla dolu bir neferdim. Pabucunu ters giydiriyordum şeytana bile. Bildiğimse Zeki ve ötekinin izindeydim. İçimde. Yak şu siyah göğü ve kurtul bu halden diyen fısıltılar vardı. Olmadı. Güçsüzdüm. Kör ve şuursuzdum. Bulamadım yazarın dilinden dökülen yalanları.

7

Ama yapıtın içinde, bir şekilde, arzularım yazarı: yazar figürüne gereksinim duyarım, ve o da benim figürüme gereksinim duyar. Aranır durur yazar kitabi günlerini. Oysa insanlar artık ümmi. Yitirildi onun kelimeler savaşı. Bir kurum olarak yazar ölmüştür artık: sivil kimliği, tutkuları, yaşamöyküsü silinmiştir...

Kıyâm bi-nefsihî

8

Kadın bedenini binlere bölerek yürüdü ormana. Alaf oldu. Gök oldu. Mır mır okudu ninnisini. Onu duyanlar sur sandı. Beklediler ki gökten ölüm yağsın üzerlerine. Fakat sesler ağıyordu, kelimeler sonra... Bir bir çarpışıp yok ettiler kendilerini. Geriye kalan külleri geçmişin. Çaldım külleri yüzüme. Yüzüm çürüdü. Çürüdüğüm gün rahminde ağlayan oğlunu doğurdu rahmetli Perihan.Mustafa’dan olmaydı. Zeki olsun dediler bunun adı.

Kıyamet

9

Oldu ve öldü Zeki. Yağmursuz günlerdeydi insanlık.