Fantastik olan gerçek gerçek ise fantastik aslında

Karamsar değilim ama rahatsız edici bir şey olarak gördüğüm doğrudur edebiyatı/kurmacayı.
Karamsar değilim ama rahatsız edici bir şey olarak gördüğüm doğrudur edebiyatı/kurmacayı.

Doğukanİşler: “Hadi ejderhalar uydurma diyelim, Ebabil kuşlarına da mı iman etmiyoruz? Fantastik olan gerçek, gerçek sandığımız modern hayatımızın çoğu anı ise fantastik aslında.”

Merhabalar Doğukan, öncelikle “Dünya Kiracısı” hayırlı olsun. Bu kitapla birlikte 3. öykü kitabını yayımlamış oldun. Bunların dışında çocuklar ve gençler için hazırladığın kitapların da var. Üretken bir yazarla karşı karşıya olduğumuz ortada. Senin için bir yazar disiplininden bahsedebilir miyiz?

Dişlerini sıksan da, anlamsız saçmalıklar da olsa yaz.
Dişlerini sıksan da, anlamsız saçmalıklar da olsa yaz.

Teşekkürler. Evet, dışarıdan bakınca çok yazan biri olarak görünüyorum. Ama aslında, daha çok yazan bir yazarım. Bunlar yayımlamayı tercih ettiklerim. Ya da şöyle söyleyeyim, silip attıklarım daha fazla. Disiplinli sayılmam belki ama her gün yazıyorum, notlar alıyorum, kafamda bir şeyler dolanıp duruyor... Yazabilmek için yazmaktan başka çare yok. Benim için de yazmaktan başka çare, galiba. Tam da burada, Dino Buzzati’nin şu cümlelerini aktarmam, hâl-i pür melâlimi anlatır sanırım,

“26 Ekim 1957. Yalvarıyorum yaz. İki satırcık olsun yaz, ruhun altüst, sinirlerin laçka olduysa da yaz. Ama her gün. Dişlerini sıksan da, anlamsız saçmalıklar da olsa yaz. Yazmak en gülünç ve en patetik hayallerimizden biridir. Ak kağıt üzerine kara kıvırcık çizgiler çizerek önemli şeyler yaptığımızı sanırız. Gene de senin işin bu, sadece seçtiğin değil, kaderinin sana lütfettiği işin, şayet bir kaçış yolu bulman olasıysa bulabileceğin tek kapı bu. Yaz, yaz. Nihayetinde tonlarca kağıt atılsa bile, tek bir satır canını kurtarabilir. (Belki.)

Alıntı demişken, kitap boyunca yaptığın alıntı ve ithaflar oldukça dikkat çekici. Bunlara değinmeden önce kendi adıma henüz kitabın başında Borges’den yaptığın alıntı, kitabı “tüm unutulan öykücülere” ithaf etmen ve hemen ardından gelen metin bana oldukça vurucu ama biraz da karamsar geldi. Sanki edebiyatı/kurmacayı bir tür imtihan, mücadele edilmesi gereken bir mesele gibi görüyorsun. Yanılıyor muyum?

Karamsar değilim ama rahatsız edici bir şey olarak gördüğüm doğrudur edebiyatı/kurmacayı. Hastalık gibi bir şey çünkü yazmak, illet, iptilâ. Ve bunu kendiniz başta olmak üzere hiç kimseye açıklayamıyor, tahlil edemiyor, “yazmasam ne olur ki?” deyip kenara çekilemiyorsunuz. Tabii okurunuz, en azından potansiyel okurlarınız var. Kim okuyor sizi, hangi yaşamlara dokunuyorsunuz, edebiyat tarihinde bunca unutulan yazar ve metin varken siz neden inatla yazıyorsunuz... Kafka bir mektubunda, “Babil Kuyusu kazıyoruz...” der. Sanırım dünyadan çıkış yollarından en tuhaf olanını seçtiğim, kaderimde bu olduğunu bilip kalemle kuyu kazmaya çalıştığım için tüm bunlar.

Sanırım zaman zaman hepimizin yüzleştiği bir mesele bu. Öykülerde kullandığın alıntı ve ithaflara gelecek olursak; kendi adıma bunların öykülerle ilişkisinin pek alışık olduğum türden olmadığını söyleyebilirim. Sanki öyküleri doğrudan etkiliyorlar. Tabi bu işin doğası biraz da bu ama kimi öyküler sırf bunlar için yazılmış gibi. Başka eserler ya da yazarlar neyi, nasıl anlatacağını etkiliyor mu?

Epigraf kullanmayı çok seviyorum, çünkü epigraf kullanan yazarları hep daha çok sevmişimdir. Sizden önce bir şeyler yazmış, bazı kapıları açmış yazarların/şairlerin/büyüklerin cümleleri sizin de anahtarınız oluyor. Yazmak istediklerinizin, kafanızdakilerin anahtarı. Hatta çoğu zaman, bu anahtarlardan yola çıkarak öyküler yazıyorum. Bir bağ oluşturmak, kardeşlik oluşturmak, geleneğin bir parçası olmaktır belki de bundan muradım. Kim bilir? Tabii ki okur, daha iyisini bilir. (Gülüşmeler)

Geleneğin bir parçası olmak meselesiyle alakalı olarak, kitabın arka kapak metninde de söylendiği gibi “gerçek ile rüyanın, fantezi ile dünyanın iç içe geçtiği” öyküler yazıyorsun. Şu da var ki, öykülerindeki çoğu fantastik unsur esasen daha aşina olduğumuz dervişâne anlatı geleneğinin bir uzantısı gibi. Bu bağlamda fantazyaya bakışın nasıl? Fantastik unsurların öykülerinde bir enstrüman olarak yer aldığını söyleyebilir miyiz?

Dervişâne, daha doğrusu menkıbevî anlatıların yeni bir yüzü belki de bazı öykülerim... Menkıbeler için “olağanüstü” anlatılar derler kabaca. Olağan nedir peki? Ben göremiyorum, hissedemiyorum vs. diye neden bazı olaylar ya da şeyler olağanüstü oluyor? Sıfatları biz veriyoruz, sanki “olağanüstü” diye tabir ettiğimiz şeyler uydurma, abartı diye düşünüyoruz. Hadi ejderhalar uydurma diyelim, Ebabil kuşlarına da mı iman etmiyoruz? Fantastik olan gerçek, gerçek sandığımız modern hayatımızın çoğu anı ise fantastik aslında. Kurmaca, tam da bu sınırda duruyor bence: Biraz rüya biraz an, bol hakikat bol yalan.

Eyvallah Doğukan güzel cevap. Peki bu gerçekliğin sınırında durmak meselesinden hareketle; öykülerinde tahkiyeden ziyade alegorik anlatının, imgelerin baskın olduğunu hissettim. Hata mı ediyorum? Bu durumun dünyaya bakışın, olup bitenlere yaklaşımınla alakası olabilir mi?

Hata etmiyorsun tabii. Hikâye, tahkiye benim için yazma malzemelerinden biri. Ana gayem değil; yoksa günde binlerce hikâye anlatabilirim/aktarabilirim/yazabilirim. Gerçekliğin, hakikatin, öykünün, kurmacanın, dünyanın ve Doğukan’ın sınırlarının birleştiği o noktayı hedef alıyorum. Bakışım tam o noktada. Vurabiliyor muyum o hedefi o ayrı mesele. Belki de tüm yazdıklarımın toplamı dolduracak o noktayı. Nokta önemli.

Dünya Kiracısı’nda da elbette bir düzen var ama diğer iki kitaba göre daha sade.
Dünya Kiracısı’nda da elbette bir düzen var ama diğer iki kitaba göre daha sade.

Peki tekrar kitaba dönersek, Dünya Kiracısı ismine nasıl karar verildi? Öykülerin tümünü kuşatan bir yanı olduğunu söyleyebileceğimizden emin değilim.

İlk iki öykü kitabım belli bir düzen, konsept üzerine şekillenmişti. Isimlerini de bu tarzda belirlemiştim. Dünya Kiracısı’nda da elbette bir düzen var ama diğer iki kitaba göre daha sade. Öykülerden biri kitabın adı olsun istedim. Bir öykü adından da ziyade, imge olarak “Dünya Kiracısı” tanımlamasının çok katmanlı bir anlama sahip olduğunu düşündüğüm için bu ismi tercih ettim.

Sonraki sorum için sözü güzel bir yere getirdin. Bu 3. öykü kitabın, yanılmıyorsam 10 yıldan uzun süredir öyküler yazıyorsun. Doğukan İşler öykücülüğü bugün istediğin yerde mi? Bundan sonrası için ne tür planların var, neler yazmak istiyorsun?

Doğukan İşler bir yere geldi mi bilmem ama bir yeri oldu sanırım artık, bir yer edindi. Tabii bunun kararını veren ben değilim, üçüncü kitaptan sonra gelen eleştiri ve görüşler bunu bana fısıldıyor. Yazarken, birçok şeyi, hatta kendi birikimimizi vs. düşünmeyiz ama fısıltılar kulağımızda. Sırada yeni bir gençlik romanı var, editöre teslim edildi. Bir roman taslağı var sonra; bol öykü, bir sürü cümleler ve kelimeler ve harfler ve noktalama işareti de olacak inşallah.

Eyvallah Doğukan, sen yaz biz de okuyalım inşallah. Samimi cevapların için teşekkür ederim. Son olarak senden Post Öykü okurlarına 3 öykü kitabı önermeni istesem?

Ben teşekkür ederim, umarım işe yarar, dişe dokunur sözler etmişimdir. Etmedimse de bu son soru, bizi kurtarır: Dino Buzzati’nin masalsı-büyülü öyküleri, özellikle de Tanrıyı Gören Köpek kitabı; çok büyük bir külliyat, mutlaka Çehov; Türkçe’nin lezzeti için illa ki yılda bir kez Onat Kutlar’ın İshak’ı. Okumakla kitaplar bitmez ama bitenler okurlardır: Okumaktan bitmek dileğiyle.