Fil Hafızası

Neslihan Önderoğlu
Neslihan Önderoğlu

Usta öykücü, “ben” demekten imtina eder. Sadece kendini anlatmaz, başkalarının hikayelerine sırtını dönmez. Neslihan Önderoğlu, bu kriterleri göz önüne aldığımızda usta bir öykücü. Dili, atmosfer yaratma becerisi, kurgu matematiği muazzam. “Öykü nasıl yazılır?” diyenlere tavsiye edebileceğimiz türde bir örnek kitap.

Bir öykünün usta bir kalemden çıkıp çıkmadığını her iyi okur fark eder. Öyküyü sevip sevmemek elbette mümkün, ancak ustalığı gördüğünüzde hakkını teslim edersiniz.

Usta öykücü dile hakimdir. Acemilerin aksine, bebekliğinden beri konuşup dinlediği dilin ona yeteceğine inanmaz. Çünkü konuşma dili başka şeydir, çok okuyarak kazanılmış dil başka şey…

Usta öykücü sözcüklerin nereye gideceğini bilir. Kelimeleri savurmaz, koşturmaz, fazla parlatmaz, kaosa geçit vermez -kaosu anlatsa dahi-. Sözcükler tek bir oluğa doğru gider. Bütünlüklü bir kurgu dahilindedir, alanı çok geniş olsa da muhakkak sınırları olur.

Usta öykücü, “ben” demekten imtina eder. Sadece kendini anlatmaz, başkalarının hikayelerine sırtını dönmez.

Filler ve Balıklar, Neslihan Önderoğlu, Notos KitapNeslihan Önderoğlu, bu kriterleri göz önüne aldığımızda usta bir öykücü. Üçüncü öykü kitabı Filler ve Balıklar’ı okuduğumda aklıma gelen ilk şey bunlar oldu. Dili, atmosfer yaratma becerisi, kurgu matematiği muazzam. “Öykü nasıl yazılır?” diyenlere tavsiye edebileceğimiz türde bir örnek kitap.

Karakter yelpazesi oldukça geniş. Erkek, kadın, işsiz, öğrenci, hayat kadını, asker, evli, bekar… Bu farklı hikayelerin çoğunda hissedilen ortak bir çatışma var öte yandan. Yaşayan, nefes alan insanlar ve onları izleyen, onların hayatına dahil olduğu sürece var olabilen insanlar.

“Tombala” öyküsünden şu pasaj, anlatmak istediğimi özetliyor: “… şöyle şişkin, gülümseyen bir sayı, 66 gibi bir şey olurdu Kamber. Tombalada Kamber’in yüzünü çeken çocuklar akşam evlerine güleç bir surat, kocaman bir ağız, çarpık bir dille geri dönerlerdi. Kendim için de bir sayı düşündüm. Şöyle kimliksiz, karaktersiz bir şey. Aklıma 11’den başka bir şey gelmedi. Düz, ifadesiz, anlamsız.”

Bu çatışma, “Akvaryum”, “Kara Su”, “Bir, İki, Üç, Tıp…”, “Üç Çeyrekte Füg Gölü” gibi öykülerde var. Hikayelerin ana karakterleri, genelde tanıdığımız biri. Yaşayanların arasında bir tanık, kahramanlar arasında bir korkak, savaşın ortasında durmuş fotoğraf çeken bir savaş muhabiri gibi.

Bir de anlatması cesaret isteyen büyük acıların hikaye edildiği “sarsıcı” öyküler var kitapta. “Sonrası”, “Karga”, “Saydam” bu türden öykülerden. Ensest, tecavüz, ölüm gibi temaları işlerken melodramın ustalıkla kıyısından dönmüş Neslihan Önderoğlu.

Genel olarak öykülere baktığımızda, yazarın okura güveni fark ediliyor. Ne çok açık, ne çok kapalı, tam kararında bir anlatım tercih edilmiş. Yazar, değer yargılarını dayatmadan, iyiyi kötüyü, suçluyu suçsuzu belirlemede okura adeta bir dedektiflik görevi veriyor. İpuçlarını takip etmek çok eğlenceli. Eagleton, “Bütün iyi anlatılarda sonda bekleyen bir sürpriz vardır,” der. Çok sevdiğimiz sürpriz sonlardan da bizi mahrum etmemiş Önderoğlu. “Kara Su”, “Ammo’ya Bir Tabut”, “Saydam”, Hemingway’in intiharını yeniden yorumlayan “Avcı” öyküleri sürpriz sonlu, dedektiflik gerektiren öykülerin iyi örnekleri.

Yazarın okur dostu oluşunun başka bir göstergesi de bazı öykülerdeki patlamayan tüfekler. Bu öykülerde muazzam bir atmosfer yaratıyor yazar. Git gide yaklaşmakta olan kötülüğü seziyoruz, tedirginliğimiz doruk noktasında… Hiç patlamasın istediğimiz o tüfeği tam o anda yere bırakıyor Önderoğlu. “Yaz Evi”, “Akvaryum” öyküleri bende bu etkiyi bıraktı.

Hepsinin ötesinde Filler ve Balıklar, hatırlamakla ilgili. Hikaye de bu değil mi zaten?