Hayri Bey’in Gözleri

Kız son lokmayı ağzına attı, sırtını döndü. Belini eliyle destekleyerek yoluna devam etti.
Kız son lokmayı ağzına attı, sırtını döndü. Belini eliyle destekleyerek yoluna devam etti.

Kızın gözlerinden insanın etini kesen bir rüzgâr esti, pencereyi inletti, soğuk mutfağın içine doldu. Hayri Bey ısınmak için ellerini peteğe dayadı, kâr etmedi. İçi üşüyor. Boğazına buz kütlesi yapışmış. Yutkunuyor, yutkunuyor, gitmiyor. Belki eritirim, diye çayını tazeledi. İlk yudumu aldı, yüzünü buruşturdu. Acılaşmış. Kızın gözleri hâlâ üstünde, hissediyor.

Bir çift göz Hayri Bey’in hayatını zindana çevirdi, yediğini içtiğini zehir etti. Körpecik bir kızın buz mavisi gözleri.

Kış kıyamet. Hayri Bey üstünde yün kazağı, ayakları peteğin altında, kahvaltısını bitirmiş, şekersiz çayını içerken sokağı izliyor. Kar taneleri yükseliyor, alçalıyor, yakınlaşıyor, uzaklaşıyor, nihayet kaldırımlara, arabalara, ağaçlara konuyor, birikiyor. Onların arasında ağır aksak yürüyen bir genç kız. Kara örtüsüne sımsıkı sarınmış. Yüzü solgun, karnı burnunda. En az sekiz aylık. Durdu, çöpleri karıştırıyor. Aniden yüzünde bir aydınlık, yanakları al al. Bulduğu beş dilim ekmek. Küfleri ayıkladı, kopararak ağzına atıyor. Geviş getirir gibi, çiğnedikçe çiğniyor.

Hayri Bey bu yaşına geldi, hiç kuru ekmek yemedi. Yiyemez. Zeytinsiz, peynirsiz, hele çaysız, üstelik bayat.

“Allah’ım, sana çok şükür ya Rabbim!”

Kız bu sözleri duydu mu ne, kafasını kaldırdı. Bir evde yaşayan, ayaklarını petekte ısıtan, çayından buğu yükselen adamın gözlerinin içine baktı. Orada tereyağı, salça, tarhana, fokurdayan demlik, kaynayan tencere, yorgan, yastık, hayırlı rüyalar gördü. Epeydir tatmadığı, belki bundan sonra hiç tadamayacağı nimetler. Arzulamayı bile göze alamaz. Boş midesi kendi kısmetini, bebeğinin rızkını öğütüyor.

Kızın gözlerinden insanın etini kesen bir rüzgâr esti, pencereyi inletti, soğuk mutfağın içine doldu. Hayri Bey ısınmak için ellerini peteğe dayadı, kâr etmedi. İçi üşüyor. Boğazına buz kütlesi yapışmış. Yutkunuyor, yutkunuyor, gitmiyor. Belki eritirim, diye çayını tazeledi. İlk yudumu aldı, yüzünü buruşturdu. Acılaşmış. Tek şeker attı, karıştırdı. Dışarıya değil, bardaktaki girdaba bakıyor. Kızın gözleri hâlâ üstünde, hissediyor.

Yanına gitse, konuşsa, “Bak kızım,” dese. “Sen benim evladım yaşındasın,” dese, “İnan, ben de seni sokak ortasında aç biilaç bırakmak istemem. Haline yüreğim sızlıyor ama biz de emekli aylığıyla geçiniyoruz be kızım. Vallahi ay sonunu zor getiriyoruz. Peynir, domates ancak yetiyor. İki haftadır boğazımızdan et geçmedi yeminle,” dese.

Gidemedi, diyemedi. Kız son lokmayı ağzına attı, sırtını döndü. Belini eliyle destekleyerek yoluna devam etti. Gözleri havada asılı kaldı, yavaş yavaş pencereye yaklaştı, içeriyi izliyor. Hayri Bey çengel bulmacasıyla, ünlülere sakal bıyık çizmekle meşgul. Kâğıt üzerinde kalemini oynatırken yediği her lokmanın, içtiği her yudumun hesabını veriyor.

Yine rüzgâr esiyor. İçerisi ayaz. Pencerenin camında buğu, dışarısı gözükmüyor. Hayri Bey kurtulduğuna sevinemeden gözler sofraya kondu. Zeytin tabağının içine. Az kalsın çatalını batıracaktı. Onları görünce rengi tamamen çekildi. İnce, uzun parmakları daha da büzüştü.

Azıcık ısınma umuduyla çayını tazeledi. Zehir gibi. İki şeker attı, karıştırdı. Gözler bardağın yanına geldi. Salınarak yükselen buğuyu izliyorlar. Hasretle içeri daldılar ama bu kadar sıcak doğalarına ters. İkisi de eriyor, damla damla çaya karışıyor. Hayri Bey daha fazla içemeyecek. Çok tuzlu. Mutfağı terk etti.

Her yerde gözler var. Ayakkabıların içinde, çarşafların arasında, kuru fasulye tenceresinde, hırkanın düğmelerinde... Eritmek çözüm değil. Yok oluyor, Hayri Bey tam “Rahatladım” derken ummadık yerden tekrar çıkıyorlar. Hanımın ağzından, çikolata kutusundan, incelen sabundan... Kaç zamandır yıkanamadı. Duş başlığından tuzlu su akıyor.

Sürekli parklarda, sokaklarda, kenar mahallelerde dolanıyor. Belki kızı bulur, belki kebap yedirir, çay içirir. Yavrusu çoktan doğmuştur, onu da giydirir. “Sahibiniz nerede?” diye soruyor gözlere. Cevap yok. Sadece “Şükretmeyecektin,” diyorlar. “Biz bayat ekmek yerken sen haline şükretmeyecektin.” Kızarıyor, bozarıyor, af diliyor, yalvarıyor. “Bir anlık gafletti, düşünemedim. Lütfen, lütfen bırakın peşimi.” Rüzgâr esiyor.

Eşi dostu, hanımı şaşkın. Bazen üstü kapalı, bazen açıktan açığa soruyorlar. “Hayri Bey, ne bu haller, serserilere mi özendin, tüm gün sokakları arşınlıyorsun. Bunadın mı? Yetmişinden sonra kudurdun mu? Nedir derdin, anlat hele.” Herkese verdiği cevap aynı.

“Derdim mi? Evet, derdim. Derdim tabii ya. Derdim bir çift göz. Körpecik bir kızın buz mavisi gözleri.”