Her metin biraz ölüdür, okunmadıkça!

Azerbaycanlı yazar Orhan Fikretoğlu’nun Türkiye Türkçesi’ne aktarılan ilk eseri Ölü Metin, İz Yayıncılık’la yeni okuyucularıyla buluştu.
Azerbaycanlı yazar Orhan Fikretoğlu’nun Türkiye Türkçesi’ne aktarılan ilk eseri Ölü Metin, İz Yayıncılık’la yeni okuyucularıyla buluştu.

Eseri okudukça heyecan hayrete, hayret hayranlığa dönüşüverdi. Fikretoğlu ustalıkla kurguladığı eserinde birden çok türe yer vermiş. Uzun öyküleri “Ölü Metin” ve “Tek”, piyesi “Yitik”, senaryosu “Müjde” ve diğer hikâyeleri “Gül”, “Son Yiğidin Masalı”, “Rüzgâr Adam” ile okurlarına adeta edebi bir çeşni hazırlamış.

Azerbaycanlı yazar Orhan Fikretoğlu’nun Türkiye Türkçesi’ne aktarılan ilk eseri Ölü Metin, İz Yayıncılık’la yeni okuyucularıyla buluştu. Güzel bir vesileyle kitabı okumaya başladığımda ne yazar ne de kalemi hakkında herhangi bir fikir sahibiydim. Fakat Çağdaş Azerbaycan edebiyatının ve Azerbaycanlı yazarların ulaştıkları son merhaleyi, özellikle postmodern yaklaşımları ne derece benimsediklerini merak ediyor, Orhan Fikretoğlu ile bu bağlamda bir başlangıç yapacağım için heyecanlanıyordum. Heyecanım yersiz değilmiş. Eseri okudukça heyecan hayrete, hayret hayranlığa dönüşüverdi. Fikretoğlu ustalıkla kurguladığı eserinde birden çok türe yer vermiş. Uzun öyküleri “Ölü Metin” ve “Tek”, piyesi “Yitik”, senaryosu “Müjde” ve diğer hikâyeleri “Gül”, “Son Yiğidin Masalı”, “Rüzgâr Adam” ile okurlarına adeta edebi bir çeşni hazırlamış.

“Ölü Metin”de yazar, postmodern anlatım tekniklerinden faydalanarak yaşanan bu kültürel ve toplumsal kırılmanın izlerini yoklar.
“Ölü Metin”de yazar, postmodern anlatım tekniklerinden faydalanarak yaşanan bu kültürel ve toplumsal kırılmanın izlerini yoklar.

Azerbaycan’ın tarih sahnesindeki konumunu şöyle bir düşündüğümüzde aynı serencamın edebiyata da sirayet ettiğini görüyoruz. Yirminci yüzyıl boyunca savaş ve yıkımla boğuşan, defalarca alfabe değişikliğine -bir anlamda hafıza kaybına- uğrayan bir toplumun travmatik geçmişi, dokusu tahrip edilen kültürü, reddedilen mirası ve öleyazan dili, yazının ruhsal evreninde de yankı bulacaktı elbette. Kitaba ismini de veren uzun öyküsü diyebileceğimiz “Ölü Metin”de yazar, postmodern anlatım tekniklerinden faydalanarak yaşanan bu kültürel ve toplumsal kırılmanın izlerini yoklar. Bunu sanatın toplumsal işlev şablonundan hareketle ya da propaganda amacıyla değil, yaşananları ve bugünü anlama çabasıyla yaptığı açıkça hissedilir. Eserde tarihsel bir gerçeklikten ziyade metnin kendi gerçekliği ön plandadır.

Öyleyse nedir Ölü Metin’deki gerçeklik? Kitabın içinden bir pasajla cevap verelim:

“Aslında bütün metinler yazılsa bile, henüz sonuna kadar okunmamış. Metin de şarap gibi seneler geçtikçe söyler. Öyle metin var ki kalır harap olur, ekşir kokar. Öyle metin var ki süt gibi taşar. Bazı metinler yazıldığı esnada anlaşılmaz. Böyle metinlerin anahtarı olur. Fikrin metin haline düşmesi mucizedir. Metnin algılanması görünür. Algının görüntüsü olur elbet. Algıya dokunabilsen onu hissedersin. Algıyı görmek istersen, görürsün. Bunun için algıyı diriltmelisin. Ben eski alfabeyi bilmiyorum. Ölü metni okumak, onu öğrensem bile, içindeki gizli manaları, ölü hakikatleri böyle çabucak anlayamayacağım. Ben o metni çok evvelden yaşamalıyım.”

Dağılan, yalnızlaşan, yaşadığı çağın buhranıyla kimliksizleşen insanlar, geçmişi, bugünü ve kendilerini okumaktan acizdirler. Kendi ölü metinlerini anlamak için hayatlarına, mazilerine, kendi zenginliklerine temas etmeleri gerekir. Yazar, asıl metnin yani yazgının içinde manasız bir yaşam süren, dahası yaşayamadığı için sık sık ölen insanların hüzünlü portrelerini çizer. Geçmişsiz, masalsız, adsız kalan insanların ve ölü metin’lerin ülkesinde okuru gizemli bir yolculuğa çıkarır. Modern zamanlarla inceden hesaplaşırken, geleneğin kadim kapısını aralar.

Rus klasiklerini Rusçasından okuyup kuvvetle batıyı takip eden, öte yandan şark kültür ve edebiyatına fazlasıyla hâkim olan Azerbaycanlı yazarların güçlü bir üslup geliştirdiklerine oldum olası inanırım. Orhan Fikretoğlu’nun roman dilini ustaca kullandığını, şark’ın hikâye etme tarzına da bir o kadar vakıf olduğunu görünce inancım kat kat arttı. Öyküleri çok yalın, hatta apaçık bir gerçeklikle dinlerken bir anda kendinizi masalsı bir anlatımın içinde bulabilirsiniz.

İçindeki olaylar, mekânlar ve kişilerle hem sıradışı hem de tanıdık hikâyeler… Okurken kendi ölü metninizi de diriltmeniz dileğiyle…