Kalp Kırığı

Bütün gemi uyuyor. Bir kaptan bir ben. Çıktım kamaraya. Sen de uyu kaptan dedim. Dümen bende.
Bütün gemi uyuyor. Bir kaptan bir ben. Çıktım kamaraya. Sen de uyu kaptan dedim. Dümen bende.

Gemi gidiyor, gidiyor. Kaptanın şapkasıyla kadın. Amma da mutlu. Dokunsak duymaz. Deniz heyecandan dalga dalga. Macera var. Pusula şaşmış. Bir buzdağına toslaması işten bile değil. Kaptan -neyse ki- duruma erken uyanıp gemiyi boşaltınca, Kadının kocası dahil herkes filikalara binip ayrıldı öyküden.

Bu sene o banka gidince yine ağladım. Hangi bank? Şu uzanıp yattığımız banklar, mavi renk. Banklarda mı yatıyorsunuz? Oo görsen herkes bir yerde... Bildiğimiz bank? Şu koltuklar yok mu oturduğumuz. Herkese özel koltuk ha? Daha neler, kim kaparsa E diğerleri? Hep beraber. İki gün yollarda kim n’apsın İki günlük mesafeden gelen kadın nereden geliyor olabilir, nereden... Evden çıkıyorsun. Direksiyona geçiyorsun. Gidiyorsun gidiyorsun.

Nereye gittiklerini bilmek işleri kolaylaştırabilir. Soralım.

Bilsem.

Uzak bir kentten yola çıksalar. Kadının gözler mahmur. Yola-çıkmadan-yapılacak- işler listesi uzun tabii. Kapıyı bacayı kapatıp yola çıktıklarında uyumaya hazır artık. Zaten başka türlü çekilmez yol, çekilir mi? Akşama kadar gemiyi bekleseler. Arabadan inseler. Erzaklarını alsalar. Cüzdanlarını pabuçlarına gömseler. Bakınsalar. Şuradaki çiftin yanı boş. Tam da iki koltuk. “L” şeklinde. Adamın ayakucuna şimdigelenadam uzansa. Onun ucuna da karısı. Bundan iyisi… Uyku tulumlarını açsalar. Hayır önce yemek yeseler. Yanına soğuk çay. Tulumları geçirseler. İçerisi kokuyor. Hava sıcak. Herkes ter, çamur, leş. Yarım saat geçince kanıksadılar kokuyu. Kendilerinden tiksinmeyi bıraktılar. Kadın başını arkadan bağlamış. Enselerine değen saç, birkaç tel o kadar. Adamın tıraşı temiz; beyaz yüz, beyaz saç. Uykuya daldılar. Cesetler horul horul. Birbirini görmek istemeyen uyku tulumları aşağı yukarı standart. Oksijen son nefeslerini veriyor. Ve gemi, olağan seyrinde devam ediyor. Bu gibi şeyler mi bakalım.

Bu sene o bankı görünce yine ağladığını söyleyen kadın, geçen seneydi, diyor. Kalbi çok kırılmış. Ha şu hayattaki en büyük pişmanlığı…

Dur, söyleme, duyan olur… Yıllarını verdi bu adama. İsterse duysunlar. Sormaya devam. Özür filan dilemedi mi, hani çiçek miçek bir şey. Nerdeee? Hayatında bir kez bile… Ciddi olamaz, hayatında bir kez bile özür dilemeyen, adam, ha? O bankı görünce ağlayan kadına abla diyelim, ihtiyacı var. Abla sen dinlensen şimdi, sabah konuşsak? (Zaten duşunu aldı, üzerinde temiz kıyafetler, ne dinlenmesi. Hiç uykusu yok inan. Bırak da anlatsın. ) Ama abla gözlerin kızarmış, ufalmış ufalmış ufacık olmuş. Sen gözlerime bakma. Hiç dilim sürçüyor mu söylesene. Hiç teklyior mu laflarım? Yok abla. Harikasın. Devam et. Ne kabahat işledi söyle o zaman. Lafını tartmıyor. Yılan gibi. Demek öyle. Öyle tabii. Bu çatırtı sesi ne kuzum? Biri pet şişeye filan basıyor galiba. Babam pet şişelerden oyun yapardı bana. Pat pat patlatırdık. Çok eğleniyordunuz demek. Hem nasıl. Ayrıca benim babam kaptandı bir zamanlar. Hem de on numara kaptan. Kibar, anlayışlı, komik. Dört dörtlük yani? Dört dörtlük tabii. Az gezmedik beraber. Dümene beraber tutunurduk. Babanı mı özledin abla? Yok, öyle aklıma geldi. Özledim elbet. Özlenmez mi?

Kadının kalbini ne kırmış olabilir? Arabayı gemiye park ettiler.

Avrupa işi, siyah. Kaportaya bakıyoruz, kedi yok. Mevsimleri mi şaşırdık, kışa var. Zeytinyağlı dolma yiyorlar. Son günün akşamı, aceleyle sarılmış, kocaman. Motor sesi güm güm. Sırtlarından aşağı ter damlaları peşi sıra. Kadın içme suyunun bir kısmını başından aşağı döküyor. Oh. Yorgun gözlerinden, gerilmiş ağız kenarlarından akan su serin. Ayaklarını filan da ıslatabilir. Ayakkabıları çıkarır. Adam dokunsal diyelim. Arabayı paspaslarla döşemiş. Bu su onları ıslatırsa kötü kokar. Avrupaişi’ni yola çıkmadan yıkamaya vermişti. Ama hava sıcak demiştik ya. Saniyede kurur. Bunu geçelim. Adam parladı diyelim, suyu niye ziyan ettin be kadın!

İsterse kızsın. Ama yol yordam bilecek. Hem su o kadar iyi geldi ki.

“Kadın” lafından nefret eden kadın için bu son damla. Kadın mı o ayrıca? Karısı değil mi? Homurdanmaya devam ederek dolmaları yediler yine de. Aç acına çekilmez yol. Hayır, kadın dolmaları yere çalıp kapıyı patlattı. Yukarıdan başka bir şey alabilir. Adam ıslak ve zeytinyağlı paspaslara baksın dursun. Tam bu sırada başka bir kadın merdivenlerden çıkıyor. Uçan şapka, tutan el, dik burun. Bunlarla beraber kolunda kibar bir adam. Gidiyorlar kamaralarına. Bizimkiler uyku tulumlarını çıkaracak az sonra. Bir yerlerden çat çat sesler duyuluyor. Bakınıyor bizimkiler. Nerden geliyor, nerden nerden geliyor... Dalgalar makinalara vuruyor, öyle ya. Adam höt höt devam edecek az sonra. Biraz insan ol diyecek bizim kadın. Noktalayacak. Biraz nezaket. Belki de adam, şöyle bir elinin tersini göstermiştir. Çatırtı sesi için anons mu yapsak?

Böyle mi oldu abla? Bu gibi bir şey? I-ıhhh. O bankı görünce tekrar hatırladım ama. Şiddetse bak. Hiç çekinme söyle. Ona dedim ki. Sırtlarım ağrıyor, çok yoruldum. Çamaşırdı, ütüydü. Bilirsin. Sonra? Tulumunu fırlatıp dışarı çıktı. Akıllı. Denize karşı bir sigara. Ee? Bir gün bi filmde izlemiştim. Karısına masaj yapıyordu adam. Ya… Bak yine duydum çatırtı sesini. Biri buz yiyor galiba. Kıtır kutur. Boğazlarını üşütecek. Neyse, içeri geldi benimki. Başım, dedim, çok ağrıyor. Dedim şu şakaklar gerim gerim. Söyleseydin ovuştursaydı? Nerde onda o incelik. Bizimki bir ileri-iki geri yapıp ikinci sigaraya kaçtı.

Amma da içiyor ha! Manzarayı bulmuş içmez mi. Öteki adamı… Öteki adamı görseydin bir, karıcım ne istersin, çay mı limonata mı, neler neler… Vay bee. Filmdeki mi? Yok, kamarasına giden var ya. Tam öyle bir tip. Ne diyordum. Sonra benimki geldi. Hiç konuşmadan uyku tulumunun içine yerleşti. Horlaması çekilir değil. Bak şimdi hatırladım. Aynı çatırtı sesini gemide duymuştum en son. Kulaklarım uğulduyor. Nerden geliyor bak lütfen. Bakarım abla. Ama önce sen doğruyu söyle artık. Uyku tulumuna girmeden bir şey mi, dedi. Ağlıyorsun, yazık. Hayattaki en büyük pişmanlığım.

Dur söyleme. Duyan olur… O kadar mı kaba? Ha bu adamı yontsan var ya. Bir masa dört sandalye… Abla laflarına bitiyorum, tutamıycam, gülücem biraz. Gül tabii, başka türlü geçer mi zaman? Ben de gülücem. Deniz nasıldı deniz? Uçsuz bucaksız. Yıldızlar şıkır şıkır. Hani bizimki hor hor ya artık. Çıktım dışarı. Bütün gemiyi arkama aldım. Tam Titanik. Kırk yıl öncesi olaydı, dedim. Ah o aptal sersem kız. Nasıl şımarık nasıl tatlı. Boyuna gülüyor. Konuşsaydın keşke. Konuşur muyum haspayla. Suratına bir tokat aşk edip gönderdim. Titanik dedin ya. O hesap. Sigaramı üfürdüm. Gece bildiğin sere serpe. Tülbendimi çözdüm. Zaten kıyafetimle uyumsuz. Ciyak mor. Saldım saçımı. Yirmi yaşımı yeni almışım. Baş ağrım geçmiş. Ayağımda sandaletler. Gören olmadı mı seni? Ne görecekler. Bütün gemi uyuyor. Bir kaptan bir ben. Çıktım kamaraya. Sen de uyu kaptan dedim. Dümen bende. Açtım müziği. I found my love in Portofino…

Gemi gidiyor, gidiyor. Kaptanın şapkasıyla kadın. Amma da mutlu. Dokunsak duymaz. Deniz heyecandan dalga dalga. Macera var. Pusula şaşmış. Bir buzdağına toslaması işten bile değil. Kaptan -neyse ki- duruma erken uyanıp gemiyi boşaltınca, Kadının kocası dahil herkes filikalara binip ayrıldı öyküden.

Hep böyle oluyor. Müziğe kaptırınca kendimi, her şeyi unutuyorum. Abla dikkatli ol. Dümeni çevir, ne olur.

Çok geç. Bilmediğimiz bir kalp kırığını buz dağına toslatarak kutlayacak şimdi kadın. Bakınız buz dağı çatır çutur parçalara ayrıldı bile. Tam bir şölen. Dümene bakıyoruz. Yok. Yelkenleri görüyoruz. Paramparça. Üzülerek söylüyoruz. Kaptan kamarası dümdüz. Ama durun. İşte tek bir filika sürükleniyor, müzikle beraber, dım tıs dım tıs...

Keşke içi boş mu dolu mu seçebilseydik sevgili okur, keşke…