Kelle koltuk Şakir

Keşke gövdem az daha iri olsaydı. Korkuturduk belki. Adaletin kılıcı bu kadar keskin kesemezdi.
Keşke gövdem az daha iri olsaydı. Korkuturduk belki. Adaletin kılıcı bu kadar keskin kesemezdi.

Acımayın bana, gidin kendinize göz alın, akıl alın da göresiniz gerçekleri demek istedim ama kelle koltukta dolaşmaktan korktum. Namım, şanım yoktu. Kelle Koltuk Şakir diye de anılmak istemezdim. Teraziniz bozulmuş sizin anca deyip çıktım huzurdan. Bu da bir tür gövde gösterisi sayılırdı.

Ben bir keresinde baya iyi sevdim. Etimi yedi parçaya böldüler. Garibin gurabanın hakkı vardır dediler. Pay pay yapıp dağıttılar. Her parçan bölündü, dağıldı, toparlamaya kalksak ömür yetmez dediler. Çok dediler ve eylediler. Bana kalan ne varsa verip gittim, dayanamaz dediler. Dayanamadım ama geri de dönmedim. Benim adım Şakir. Ay yüzlü güzeli seven kişiyim. Ne kahramanlık alameti gösteren lakaplarım ne de ismini aldığım ulu bir önderin varisliği var üstümde. Işığın yaktığı bir suratım bir de deliye dönmüş aklımla yaşarım. Sabah tezgâha geçer akşam da eve dönerim eğer yolumu bulabilirsem. Beni görebileceğiniz bir çarşı, pazarda tezgâhın başında elimdeki top top kumaşı satarken gördüm onu. Önümde parlayan ışığına koşmak istedim o an. Döndü işte dedim. Ustam vurdu enseme iki tokat. Bak lan müşteriye, dedi. Ekmek parasıdır, sustum. Aklımdan da hiç çıkarmadım ama. Bakışmamız ne kadar sürdü farkında bile olmadım. Her bir kıvrımını ezberledim.

Emin olmam gerekiyordu. Gerçekten o muydu yoksa yeni Hicaz tütünü diye içirdikleri meret mi çarpmıştı beni. Nursima’nın gittiği gün aklıma çizdiğim yüzünü unutmam mümkün değildi. Hem o olsa en azından tek kelime konuşurdu. Günü zor ettim, geceyi bekledim. Karanlıkta çıkarım dama, o ışığı görmemek mümkün değil zaten, illa ki bulurum yerini yurdunu diye düşündüm. Eğer mahallede ise kesin çıkacaktı ortalığa. Öyle bir parıltıyı mümkün değil saklayamaz hiçbir duvar. Göremedim ki durumum içler acısıydı. Ay ışığı parlıyordu, o kadar. Aydan güzel görünmedi o gece bana. Ne zaman dolunay güzelliği ile görünse aklıma hemen o gelir. Ertesi gün ve ondan sonraki gün yine gördüm o ışığı tezgâhın önünde, yine ustamdan iki tokat yedim enseme. Belli ritim halinde yediğim tokatların haddi hesabı kalmadı. Tek kelime ağzımdan çıkacak oluyor, tam o sırada dilim bağlanıyor, nefesim boğazımda kuruyor. O, yanında yüzü gözü kapalı yaverleri ile gelip duruyor.

Sanki yediğim tokatlardan zevk alırmış gibi bir hali var. Ustam da hiç şaşırmaz tam o karşıma geçtiği vakit yapıştırır tokatları. Gittiği gün de o atmıştı tokadı. Suratıma gelmese de yüreğimde derin bir iz bıraktı. Tezgâhın önüne geldiği günün birinde ona bakakalıp dururken yediğim tokat beni dünyaya geri getirdi. "Ne bakıyon lan avel avel boşluğa. Kayış mı sıyırdın?" Ustamın gözü artık pek görmüyordu ama o ışığı da görmeyecek kadar kör değildi. Ya da komple kördü ama bana söylemiyordu. Nursima’yı o da biliyordu. Görse şaşırmak zorundaydı. Ama o tepkisiz kalıyordu her seferinde. Usta görmüyon mu ay gibi parlayan kızı? Gözün hepten mi köreldi? Enseye iki tokat daha indi ritimle. Ne yapsam da engelleyemiyordum bu tokatları. Körleşmeye başlamıştı ama ensemin yerini eliyle koymuş gibi buluyordu her seferinde.

Lan sen sıyırdın mı! Ne ışığı ne kızı. Geldiler mi sana? Yoksa beni evlendirin demenin başka yolunu mu buldun? Eğer hiçbiri değilse sıyırdın kesin. Koş da kurtar kendini.

Hocaya da benden selam söyle. Dalga geçilecek malzeme oldum durduk yere. Her seferinde sordum ustama ama her seferinde de görmedi o ay yüzlüyü. Şakaya vuruyor, beni işten çıkarmaya çalışıyor diye düşündüm ilk başlarda. Yeğeni puşt İsmet’i alacaktı tezgâha, biliyordum. Fırsat kolluyordu ki kadı efendiden ceza yemeden beni kapı dışarı etsin. Onun da namı, şanı yoktu ama sırf akrabası diye alacaktı işte. Hem benim gibi çalışan birini işten çıkarmaya niyetleniyor hem de gerçekten görmedim o hatunu deyip duruyor. Değil bizim tezgâh iplikçilerin oraya kadar yansıyordu kızın ışığı. Dokumacılar ile iplikçiler arası da nerden baksan yirmi otuz top kumaş mesafesi. Nursima ile tanıştığımda bıyığı yeni terleyen genç bir delikanlıydım. Şehre yeni mi taşınmışlardı yoksa hep buradaydı da bizden mi saklıyorlardı en ufak malumatım yok. Tek bildiğim onu gördüğüm zaman hâlâ ilk günkü gibi duyduğum heyecandır. Tarlada bahçede çalışır akşama kadar, akşam olunca da şehre inerdim koşa koşa. Aldığım üç kuruş yevmiyeyi de ona güzel görünmek için harcardım. Misk kokusu alır bütün parayla, onunla da çarşı pazar arşınlardım.

Bir kez olsun karşılaşmamız yeterliydi. Dışarda olduğu saatleri ezberimdeydi dua gibi. Her gün ayrı ayrı yerlerde ayrı saatlerde neler yaptığını mıh gibi çakmıştım aklıma. Salıları ikindiden sonra hamama giderdi, çarşambaları öğle ikindi arası pazarda dokumacı tezgahlarını gezerdi. Cumaları akşam ezanından önce inmezdi meydana. Hangi sokakları kullandığını adım gibi bilirdim ama evine bir türlü yaklaşamazdım. Ayıptır, adına tek leke dahi getiremem onun. Şehrin delikanlılarını toplamış peşine de eve kadar getirmiş derler. Buralıların ağzı torba olsa da dikip sustursak. Aşkı bile doğru düzgün yaşatmıyorlar. Olsun, varsın canı sağ olsun da ben onu görmemeye de razı olurum. Bu takiplerimin ardı sıra kesilmedi uzun zaman. Olur da benden başkası daha çabuk davranır da kızın gönlünü alır diye içim içimi yiyordu. Gerçi o başkasını seviyor da olabilir. Belki bir bey oğlu ya da saray görevlisi. Belki kendisi de bir bey kızı, kim bilir. Etrafında hep nedimeleri ile gezdiğine göre bir namı var belli.

Kimseye sormak da istemedim, olur da benden duyan biri onun peşine takılır diye. Çift su verilmiş bıçağımı böğründen yerdi her kim olursa benden onu alan. Delikanlıyız işte. Elimi çabuk tutmam gerektiğini fark ettiğimde onunla ilk defa göz göze gelmiştik. Sanki insanlara indirilmiş bir uyarıcı melek gibi parlıyordu yüzü. Ay yanında sönük kalıyordu. Nursima dedim ona. Ay eğer bir insan olsaydı da bizimle konuşsaydı onun güzelliği önünde mahcubiyetini dile getirirdi. Nasıl oldu da bu zamana kadar bu parıltı kimseye nasip olmamıştı? Nutkum tutuldu ve nefesim boğazımda kurudu. Konuşamadım hiç karşısında. Ne zaman niyetlensem hep geri adım attı ayaklarım. Pazarda bir gün belki konuşabiliriz diye yalvar yakar bir dokumacı da tezgâh başına geçtim. Bir kez dahi olsun gelse ona ait olan ne varsa içimde hepsini söylerdim. Çok bekledim. Her gün çığırtkan gibi tezgâh başında bağırdım da durdum. Ama hiç dikkatini çekemedim.

Tezgâhın başına geçtiğim günden bu zamana hiç görünmedi.
Tezgâhın başına geçtiğim günden bu zamana hiç görünmedi.

İşi kaptım ama Nursima’yı kaybettim. Tezgâhın başına geçtiğim günden bu zamana hiç görünmedi. Sordum soruşturdum. Herkese açtım konuyu. Ne gören vardı ne de ismini duyan. Bütün dokumacılara vardım, hamama koştum. Tek kelime dahi çıkmadı ağızlardan. Öyle bir tokat yedim ki toparlanmam değil yıl ömür sürse geçmeyecekti. Dünyadan bihaber oldum, yaşım büyüdü, tezgâh büyüdü. Benim söndüğümü, işin de benimle beraber söndüğünü gören ustam da kendi cebini düşünüp beni işten çıkarmaya yeltenmeye başladı. Şimdilerde işte bu tezgâha gelip de konuşmayan kızın da bunların bir işi olduğunu düşünmem içten bile değil. Deli muamelesi görmem toplumdan ırak olmama yetecekti. Bana deli diyeceklerdi. Desinler, sanki memlekette akıllı insan çok iş yapmış gibi. İşin içinde bir bit yeniği vardır dedim. Bunlar bana kesin oyun yapıyorlardı, aht ettim bırakmayacam işimi, kendime söz verdim. Dünyaya yeniden döndüm.

Ay yüzlü güzelin altıncı sefer geldiği günün ertesi bekleyip bu sefer ben onlara oyun kurdum. Önce İsmet’i bekledim, sonra ustamı gittim evden aldım. Üçümüz indik pazara. İsmet’i götürdüm elimle teslim ettim çaycı Sadi abiye. Tembihledim çıkarken, aman çıkmasın dedim. Sadi abi beni sever, uzatmadı meseleyi kabul etti. Ustamı da aldım tezgâh arkası masasına oturttum. Bugün bütün iş bana, rahat rahat otur dedim. Bende bir şeyler olduğunun farkına vardı ama belli etmedim. Nasıl olsa görmüyor diye düşündüm. Aldım elime kumaşları beklemeye başladım sonraları. Gelir dedim, bekledim. Bekledim. O gün akşama kadar bekledim. Bir santim kumaş dahi satamadım. Ustam sinirlendi paranın kokusunu almayınca. Tezgâhın önünde belirdi cüssesiyle. Yanında bizim kaypak İsmet işte. Belliydi onun işi olduğu. Oyun yapıyorlardı. Bu sefer de hiç çalışmıyor işte görüyorsunuz diyecek yine kendini haklı gösterecekti. Olan yine bana oldu.

İkisini de bağlayınca bir yere, oyunları boşa çıktı kaldı sandım meğer oyuna gelen yine ben oldum.

Utanmıyor musunuz be abi benim gibi adamla oynamaya? Hadi her şeyi anladım bana aşk oyunu yaptınız ama o ışık parlaması nasıl oldu? Elinde nerden baksan on on beş kandil olup gezmen gerekirdi. O yaverleri nerden buldunuz? Bu kadar parayı bu oyuna dökmek hangi akla mantığa sığar be koca adam? Doğmamış torununun hakkını ne diye böyle boktan püsürükten işe alet edersin?

Sen vallahi sıyırdın. Ne oyunu ne kandili lan. Beş kuruş dahi koymadın kasaya. Aşktır şudur budur tutturdun kaç gündür yine. Eskiye mi dönecez tekrar. Tam kurtuldun derken yine mi gömüleceksin kendi alemine. İş yaptığın yok. Beni de kör ettin lafınla, bir de anlatmışsın ustam görmüyor diye. Doğmamış torunum da gelsin seni bulsun o zaman da sorsun aşkı meşki.

Gece bir daha dama çıkıp bu işe son vermeyi düşündüm.
Gece bir daha dama çıkıp bu işe son vermeyi düşündüm.

Adamların şakası yoktu belli ki. İyi de nasıl oldu da ben onu günlerce gördüm, yine hiç kimseye görünmeden gelip gidiyordu. Gece bir daha dama çıkıp bu işe son vermeyi düşündüm. O zaman da çıkmazsa karşıma işte o vakit vazgeçerim dedim ama demez olaydım. Bizim ev şehrin ne içinde ne de dışındadır. Dama çıktın mı görürsün çarşı pazarı. Şehrin çıkışını da girişini de izlerim ara sıra. İşte gece dama çıktığım zaman şehrin çıkış tarafında pas parlak bir şey vurdu beni. Uyudum da mı uyandım yoksa gün eskiye mi deveran etmişti bilmedim.

Pazara gittiğimde tezgâh çoktan kurulmuştu. Eğer dün ya da ondan öncesi ise bugün ay yüzlü beni bekliyor olabilirdi. Fakat hayat işte, ustam beni bekliyordu. İsmet de it gibi sırıtıyordu yanında. Şakir git başka yere, daha sana ekmek vermem bu dükkânda dedi. Elimdeki azığımı İsmet’in kafasına vurup kaçasım geldi o an. Kesin bu şerefsiz ayartmıştı ustamı. Boyu o kadar uzun olmasaydı belki deneyebilirdim kavgayı. Sonra baktım, hesapladım, düşündüm, taşındım. Boşluğa doğru taşındım. O boşlukta İsmet’e iki tokat attım sonra geri geldim dünyaya yeniden. İsmet’in sırıtmasıyla doğdum tekrar. Kovulmanın peşinde giderken gece beni vuran ışığı da hiç düşünmedim. Lanetlediler mi neyse her şey üst üste gelmeye başladı. Hep İsmet’in bedduaları bunlar. Soluğu kadı efendide almak en iyisi diye düşündüm, taşındım. Kadıya doğru taşındım.

Vermedi kadı hazretleri bu adam bana iş. Aldı yeğenini dükkâna. Tek sebep göstermedi. Hakta hukukta var mıdır kapı dışarı edilmek sebepsiz yere?

Kadı efendi, diye söze başladı masumane sesle. İsmet puştunu getirmemişti ustam. İt gibi sırıtırdı yine. Efendim, dedi devam etti ustam. “Bu çocuk işi aksatmaya başladı, yüzü ay gibi parlayan bir kız gelir durur deyip dolanıyor. Yıl oldu günden güne düştü, kendi alemine girdi. Gelen müşteriye bakmıyor. Ustam kör oldu diye de beni rezil etti ahaliye. Ne ay yüzlü gören vardır ondan başka ne de benim körlüğüm. Kendi görür kendi çalar oldu. Ben de daha doğmamış torunumun hakkını taşırım üstümde, mecbur aldım yeğeni işe. Hele bir de rüya görüp onu gerçek sanmaya başlaması vardır ki onu hiç sormayın. Mecnun gibi dolaşır oldu bu sıralar. Hak da adalet de sizin önünüzdedir, varsa borcum ödeyeyim ama işe tekrar aldırmayın bunu bana.

Eğer bu gece bana gözükmezsen tamamdır, hayaldir geçer gider dedim.
Eğer bu gece bana gözükmezsen tamamdır, hayaldir geçer gider dedim.

Kadı efendi, deyip girdim lafa.

Rüya falan görmedim ben. Gece çıktım dama. Eğer bu gece bana gözükmezsen tamamdır, hayaldir geçer gider dedim. Ama o gece şehrin çıkışı tarafında gördüm o ışığı. Vurdu beni. Uyandığımda yatağımdaydım. Nasıl oldu bilmem ama gerçekti. Sabah da geldim gördüm olanları. Hemencecik satmış beni. İşimi geri isterim.

Kadı önce Pir-i Ahi ile göz göze geldi ve sonra hemen kaçamak bir el işareti yaptı ona. Ahi efendi de dinledi olanları.

Başka bir iş dönüyordu, belliydi. Kararı verdi kadı hemen iki kelamda. Ustamı haklı buldu. Dua ettirdi bana, istese ustamın zararını da bana ödettirirmiş ama acımış.

Acımayın bana, gidin kendinize göz alın, akıl alın da göresiniz gerçekleri demek istedim ama kelle koltukta dolaşmaktan korktum. Namım, şanım yoktu. Kelle Koltuk Şakir diye de anılmak istemezdim. Teraziniz bozulmuş sizin anca deyip çıktım huzurdan. Bu da bir tür gövde gösterisi sayılırdı. Keşke gövdem az daha iri olsaydı. Korkuturduk belki. Adaletin kılıcı bu kadar keskin kesemezdi. Olmadı işte. Olan oldu, işten çıkarıldık, ay yüzlünün adresinden olduk ne evimi bilirdi ne de yolumu. İşten alınmamı unutup onu bir daha görememenin acısını çekmeye başladım.

Sol tarafımda bir çökme oldu. Çat dedi. Hüznümden dolaşmaya durdum. Belki yanan vücudumu söndürür diye her mahalleyi karış karış gezdim geceye kadar. Eve vardım. Çıktım dama. Bu sefer de gelirsen göster ne olduğunu kim olduğunu diye söylene söylene çıktım merdivenleri. Dama çıkar çıkmaz baktım şehrin çıkış tarafına. Hiçbir şey yoktu. Hepinizin Allah belasını versin ulan dedim arkamı döndüm ve şehrin girişinden bir ışık parlaması vurdu beni. Gözlerimi açtığımda elim kolum bağlıydı. Kadı efendi karşımdaydı ve ağzında bir şeyler geveliyordu. Anlamadım tek kelimesini. Uyandığımı görünce etrafında gezinenlere işaret verdi. Bunlar ne askerdi ne de devletten birileri. Gizli gizli teşkilat kurmuşlardı belli. Ah bir çıksam şuradan yaktım seni kadı efendi. Birisi gider yeğenini işe alır bizi siler, birisi gider kendi teşkilatını kurar. Hepten çıkmış bu memleketin çivisi. Söylenip durdum da ne bakan oldu ne de bir bardak su veren. Pir-i Ahi çıkıp geldi o sıra. Oturdu o da kadı efendinin yanına. Sonra herkes çıktı, kaldık üç kişi. Bilmediğim bir tarikatın ayin kurbanı mı seçilmiştim acaba?

Kesiyor musunuz, yakıyor musunuz yoksa diri diri deri mi soyuyorsunuz? Hangi tarikat bu? Cevap verin yoksa yakarım hepinizi!

Herkesi darlamaya başlamıştım ama tarikatın üyesi olduğunu düşündüğüm izbandud heriflerden biri tokmağı kafama geçirip susturdu beni. Kadı efendinin bir yanında Ahi baba, diğer yanında ise nerden geldiğini bilmediğim bir sakallı adam oturdu. Tarikatın ak sakallısı kesin buydu. Ayin törenini bu yapacaktı belli. Az acısız olsun da nasıl olursa olsun dedim, dua okumaya başladım. Bilmediğim dilde konuşup durdular. En son bana döndüler. Kararı verdikleri o kadar belliydi ki ben de onlardan duyacağım her bir kelimeyi can kulağıyla dinleyecekmişim gibi durdum. Öyle bir niyetim olmadığını bilselerdi belki tokat ya da falakayı yerdim. Ustamdan yediğim tokatlar beni dayanıklı kılmıştı ama falakaya karşı içimde anlatamadığım bir şeyler vardı.

Kes düşünmeyi de bizi dinle.

Demek ki aklımı okuyabiliyorlardı. İyi ki sövmedim adamlara. Yaşlı adam konuşmayı üstlenmişti. Sakalından aldığı bir tutamla cebinden çıkardığı küçük kâğıt parçalarını avucunda ovalayıp bana doğru üfürdü. Önüme bir yaprak dalı gibi ferman düştü.

Bak evladım, gördüğün ışıklar ki bir işarettir.
Bak evladım, gördüğün ışıklar ki bir işarettir.

Bak evladım, gördüğün ışıklar ki bir işarettir. Ay yüzlü güzel ki koruyucu melektir. Şimdi aç kulağını da dinle beni. Önce yıllardır çalıştığın tezgâhta bir ay yüzlü güzel gördün ki o bizdendir. İnsanın en çok sevdiği kılığa bürünür ama sadece en çok kim seviyorsa ona görünür. Herkese gelmez, geldiyse de artık ferman yayınlanmıştır. Bu ferman ki ne zaman yayınlanacağı bilinmez bir parçadır. Fermanı gönderilen kimse artık bulunduğu alemde yaşayamaz. Ay yüzlüyü gördüğün an susup kendine saklaman gerekirdi. Ama sen onu herkese anlatmaya çalıştın. Ay yüzlü sana anlatmak zorundaydı. Susmanı tembihleyecekti. O da sana aşık oldu ki dili lâl kesildi. Kurallara itaat edemedi çünkü o da bir insandı. Senin gibi bir faniydi evvel zaman. Rızası ile katıldı bize. Fakat artık o da seninle birlikte cezalandırılacak. Biz ki alem içinde düzeni sağlayanlar değiliz. Doğayı koruyup insanlara mutluluk saçmak gibi işlerimiz hiç yoktur.

Kimseye güzel ve masum bir dünya borcumuz yoktur.
Kimseye güzel ve masum bir dünya borcumuz yoktur.

Kimseye güzel ve masum bir dünya borcumuz yoktur. Bir tek şey için çalışırız ki o da insanları gerçeğe bağlamaktır. Pir-i Ahi bizdendir ki insanlara parayı gösterir, kazanmayı öğretir, sahip olduğuna şükretmeyenleri alaşağı eder. O ki paranın hayalini de gerçeğini de yaşatır. Kadı efendi buradadır ki insanlara adalet içinde yaşamanın gerçeğin ta kendisi olmadığı gösterir. Terazi şaşmıştır, insan birbirinin hakkını yiyecektir. İnsan aç gözlüdür. İşte bu gerçekleri gösterip adalet timsali bir dünya içinde yaşayamayacağınızı, her daim mücadele içinde olmanızı size öğütler ve gösterir. Ben ki buradayım insanlara sağlığın gerçeğini gösteririm. Hayat gelip geçicidir, değerini bil diye öğütlerim. Hastalığı ben getiririm ki gerçek sağlığı insanlar görsün de şükretsin diye. Ay yüzlü burada yoktur çünkü o herkesin hayaline bürünüp gelebilir ki bu çok tehlikelidir. Zengin, adaletli ve sıhhatli bir insan hayali bizim bütünümüzdür ama senin içindeki gerçeğe ulaşamadığımız için gelemez buraya. Bizim de elbet bir sınırımız vardır tıpkı hayatın gerçekleri gibi.

Dünya bir sır alemidir. Her şey herkese aynı nizamda verilmez.
Dünya bir sır alemidir. Her şey herkese aynı nizamda verilmez.

İnsanoğlu ne istediğini bilmez. Bir canavar olarak da gelebilir ay yüzlü, bir tepsi yemek olarak da. Sen ki işte buradasın çünkü gerçeklere olan bağlılığın kalmamıştır. Susmazsın ve gördüğün her şeyi anlatırsın. Sır tutmasını bilmezsin. Dünya bir sır alemidir. Her şey herkese aynı nizamda verilmez. Çalışan alır payını. Yağmaya izin verilmez. Eğer gerçekten gerçeklere saygın olsaydı Ay ile bir faniyi karşılaştırmazdın. Ay ki dengenin kurucusudur ama sen kalktın onu tek bir insandan daha aşağı eyledin. Nasibine geleni yücelttin de yüceltmekle kalmadın varını yoğunu ona harcadın. Önce sağlığın gitti, sana deli muamelesi yaptılar. Pir-i Ahi çıktı işini aldı. Kadı efendi de cezanı buyuruyor işte. Dünyada her şey kendi gerçeğiyle gönderilir. Gerçeklerin muhafazası bizdedir. Sen öyle bir gerçek kurdun ki her şeyi anlattın, gördüğün her şeyi açığa çıkardın sonunu hiç düşünmedin. İşte şimdi son zamanıdır. Cezan bellidir. Sağlığın, zenginliğin ve eşitliğin bir olduğu şekilde tekrar insanlara karışacaksın. Cismin değişecek.

Senin ne olduğunu bilmeyecekler. Değer verdiğin insanlara karışacaksın ve onların gerçek içlerini göreceksin. Ay yüzlü ise bizim ona verdiğimiz asli görevi yerine getirecek. Senin karıştığın bedenlerin kiminin zenginliğini alacak, kiminin canını, kiminin de eşitliğini. Sen bunların hepsine şahit olacaksın. Şahitliğin sonsuza kadar devam edecek. Gerçekler ki dengedir ama insan onu bozmak için uğraşır. Olanı yüceltir olmayana komşu kılar. Hayat yaşadığından ibarettir. Dedim size bir kere işte. Ben bir keresinde baya iyi sevdim. Etimi yedi parçaya böldüler. Garibin gurabanın hakkı vardır dediler. Pay pay yapıp dağıttılar. Her parçan bölündü, dağıldı, toparlamaya kalksak ömür yetmez dediler. Çok dediler ve eylediler. Bana kalan ne varsa çekip çıktım, dayanamaz dediler. Dayanamadım ama geri de dönemedim.