Kırkıncı Oda

Dinlemenin binlerce yıldır ağır bir bedeli var ama herkes şunu iyi bilir; anlatmak en çok anlatıcıyı iyileştirir!
Dinlemenin binlerce yıldır ağır bir bedeli var ama herkes şunu iyi bilir; anlatmak en çok anlatıcıyı iyileştirir!

Soren Kierkegaard’a göre günah, Tanrı karşısında ya da Tanrı düşüncesiyle doluyken, umutsuzluğa kapılıp kendisi olmak ya da olmamak isteyince, işlenir. Kierkegaard bu durumda günahkârlığı, en üst noktaya aktarılmış güçsüzlük veya meydan okuma olarak görerek dolayısıyla günah, umutsuzluğun yoğunlaşmasıdır der.

Zebra ve Newcastle United

Eşi Doreen ile birlikte 10.evlilik yıldönümlerini kutlamak için Tanzanya’ya giden ve burada safariye çıkan John Kearsley isimli Newcastle United taraftarı, zebra desenli formasıyla araçlarına 100 metre mesafedeki ormanda gezerken, bir erkek zebranın saldırısına uğrayarak hayatını kaybetti. Romantik tatili büyük bir felaketle sonuçlanan John Kearsley’nin otopsi raporunda “uyuşturucu maddeye rastlandığı” iddia edilirken, Newcastle taraftarının sürekli olarak sarhoş olduğu belirtildi. Ayrıca John Kearsley’nin giydiği formanın orijinal olmadığına dikkat çekildi. Benzer bir olay 2009 yılında yine Newcastle forması giyen bir Britanyalı turistin daha başına gelmiş ve o taraftar da bir zebra tarafından öldürülmüştü.

Üç Kavun Bir Ölüm

Adamın cesedi toprağın üzerinde boylu boyunca uzanmış yatıyor. Etrafında iri bir devlet protokolü. Sınırları belirlenmemiş o iktidar alanlarının bütün olağan gerilimleriyle baş başayız şimdi. Anadolu’da bir zamanlar. Celladına hiç gülümsememiş gibi bir hali var cesedin. Öleli çok olmuş. Savunması yapılıyor. Artık kendisini savunamaz durumda çünkü. Tanrı’nın kollarında yatıyor adam, öyle görünüyor yani uzaktan. Kadim bir ölümsüzlük miti ya da o Çehov öyküsü. Buraya ikisi de münasip. Hakkındaki ihtimaller ve artık dünyada olmaması üzerine bazı notlar. Ceset sessizce yatıyor. Hiçbir ceset gibi onun da yüzü Clark Gable’ı andırmıyor. Savcı raporunu yazdırıyor. Kâtibin parmaklarının sesi, rüzgârın uğultusuna karışıyor. Arka planda Arap Ali. Bazı kavunların peşinde. Bazı yaşamaklar var fonda. Tarla, ölüm kadar soğuk olamaz.

Ölüm uzun sürer. Hayat daima kısadır.
Ölüm uzun sürer. Hayat daima kısadır.

Hayat belli ki cesetler için hiç de yaşanılır bir yer değil, ama yalnızca cesetler için. İnsan bir cesedin soğukluğuna bile yabancı, bazen. Hayır. Senaryo gereği değil. Kavunların bal gibi olma ihtimali zihinleri kışkırtırken, adam yerde yatıyor. Ölenle ölmek mümkün değil. Cesetlerin yerde boylu boyunca serildiği anların ciddiyeti ağır gelirmiş bazı ruhlara. İnsan parçalanarak çoğalır. Ölüm uzun sürer. Hayat daima kısadır. Ceset unutmamıştır bunu mutlaka. Hayır senaryo gereği değil. Prosedürlerin tamamı, hayatın bir kısmı, ölümün hatrı. Bir cesedin iktidarını kapsayana kadar mesela. Devlet? Kâtibe yazdırılan, rüzgarla karışık. Cesetler makul bir süre sonra soğuk bir gerilimin değil, tuhaf bir yabancılığın öznesi oluyorlar galiba. Bir ceset alabildiğine korkunçsa da ebediyen hükümsüzdür artık. Kavunlar, mevsimi değilken bile bir cesedin yanına yakışabilirler aslında. Bagajın kapısı kapanır. Üç kavun bir ölümden büyüktür, hayır senaryo gereği değil. Arap Ali fondaki Türkiye’dir. Manzara bizim.

Umutsuzluk ve Günah

Soren Kierkegaard’a göre günah, Tanrı karşısında ya da Tanrı düşüncesiyle doluyken, umutsuzluğa kapılıp kendisi olmak ya da olmamak isteyince, işlenir. Kierkegaard bu durumda günahkârlığı, en üst noktaya aktarılmış güçsüzlük veya meydan okuma olarak görerek dolayısıyla günah, umutsuzluğun yoğunlaşmasıdır der.

Giriş biletimi alamıyorum masala.
Giriş biletimi alamıyorum masala.

Bir Masalın İçinden Geçerken

Jemaa el-Fnaa Meydanı’nda yaşlı bir Hallaki, 200 dirhem karşılığında upuzun bir masal anlatabileceğini söylüyor kolumdan tutarak. Ve ekliyor ardından; unutamayacağın bir masal dinlemek istemez misin? Cebimde 50 dirhem var yalnızca, bu masala bir yerinden dahil olabilirim belki. İhtiyar masalcı başını hayır anlamına gelecek şekilde sağa-sola sallıyor. Giriş biletimi alamıyorum masala. Daha kısa bir şeyler anlatabilir misin bana? 50 dirhemlik. Az ilerdeki yılancı’yı işaret ediyor tebessüm ederek; kolayı orda, gidip izleyebilirsin. Dinlemenin binlerce yıldır ağır bir bedeli var ama herkes şunu iyi bilir; anlatmak en çok anlatıcıyı iyileştirir! Bir parmak şıklatması duyuyorum sanki, Marakeş buna şahit. Tamam 50 dirhem olsun o zaman diyor Hallaki, gözlerini kapatıp ellerini kaldırarak en yüksek tondan anlatmaya başlayınca, yılancı’ya doğru yürümeye başlıyorum birden. İhtiyar masalcı gözlerini açıyor, hey nereye gidiyorsun yeni başlıyoruz daha, belki inanmayacaksın ama; kendi masalımı bulmaya.