Kurmaca mı? Gerçek mi?

HERKES HER ŞEYİN FARKINDA - ANIL MERT ÖZSOY - EVEREST YAYINLARI
HERKES HER ŞEYİN FARKINDA - ANIL MERT ÖZSOY - EVEREST YAYINLARI

Anıl Mert Özsoy, özetle gerçeklik temasını kurmaca üzerinden okuyucuya sunuyor. Gerçekle kurulan bu çıplak ilişki, eserin niteliğinden çalıyor. Biçim ve üslup arasında uyumsuz olan noktalar var. Yazarın herkes her şeyin farkında temasını arkasına almayı tercih etmesi nedeniyle okuyucu olaylara yabancı kalıyor kimi zaman.

Bir öyküyü edebi eser yapan nedir? Seçtiği konular mı? Vermek istediği mesaj mı? İçindeki karakterler mi? Yoksa kullandığı üslup mu? Ya da şöyle bir soru daha sorayım: Bu saydıklarımızdan biri veya birkaçı eksik olursa yine de iyi bir eser ortaya çıkar mı? Niye bu kadar soruyla başladığımı merak edenlere, "Aydınlatıcı olan yanıtlar değil, sorunun kendisidir" sözünü hatırlatabilirim. Anıl Mert Özsoy'un ikinci öykü kitabı Herkes Her Şeyin Farkında'yı1 okurken aklıma buna benzer birçok soru geldi ve yazıya kaynaklık ettiler.

Öykü kitaplarının isim seçimini çok önemserim, hatta ad bulamadığı için kitabını yayınlamakta çekimser davranan yazarlar bile tanırım. Özsoy, bir öyküsünün ismini kitabın kapağına taşımak yerine, öykülerin genelindeki havayı başlıkta kullanıyor. Bütün öykülerde aslında toplumsal gerçeklerle bağlantılı bir alt metin var, fakat yazar bunu açık açık söylemiyor. Hatta öyle ki "Pekmez"de ana karakterin ismi bile belirtilmemiş. Bu gibi öyküleri mekândan, zamandan bağımsız değerlendirebileceğimiz gibi, toplum gündemindeki temel sorunlarla da ilişkilendirebiliriz. Yani aslında yazar diyor ki öyküleri okuyan herkes her şeyin farkında.

Eser bütünü itibariyle; otorite ile sıradan, kıyıda köşede kalmış, hayata dezavantajlı başlayan bireylerin sessiz mücadelesini anlatıyor. Karakterler ya silik, sesi çıkmayan ya da baskıyla susturulmuş kişiler. Yazar kimseyi direkt hedefe koymasa da hemen her öyküde geçen postal kelimesi, otoriterliği simgeliyor. Yazar bence bilinçli bir şekilde kitabına Ahmet Kaya'nın bir şarkısından epigrafla başlıyor: "Her yanımda susmuş insanlar susmuş, içimde ölen biri var." Kitapta bolca ölüm ve susmak zorunda kalmak teması var. Yazar, insan fiziken yok olduğunda değil; susturulduğunda, susmak zorunda bırakıldığında ölür önermesini öykülerinin içine başarı ile yediriyor. Aslında karakterlerin hepsi susmuyor, konuşmak zorunda kalanların ya sesleri bastırılıyor ya da duyulmuyor. "Rahmet'in takati kalmamıştı. Elini kaldırdı inler gibi bağırdı: Komutan!"2 "Havaya Pus Düştükçe" isimli öyküdeki ana karakter Rahmet, sesini duyuramadığı için vurulup ölüyor. Zaten öykü Rahmet'in sesini kendinden büyüklere yani otoriteye duyurma çabasını anlatıyor.

Yazar mekânları hep kırsal, erişilmesi zor, coğrafi ve fiziksel koşulların ulaşıma elverişli olmadığı yerlerden seçmiş. Şehir arka planını tercih ettiği durumlarda ise yine kenar mahalleler ön planda ve atmosferde fakirlik havası hâkim. "Eski sokaktı, beton binaların arasından sıvalar sarkıyordu, Betonlar oyuk oyuktu. İçerideki rutubetli hava yüzlerine çarptı."3 Yazar, kenar mahallelerde itilip kakılmış kimselerin hikâyelerinden toplumun çok daha büyük sorunlarına kapı aralıyor. Bireylerin nasıl otorite ile yollarının kesiştiğini, kahramanların geçmişte yaşadıkları problemli zamanlara, gizli acılarına referanslar vererek anlatıyor. Fakat karakterlerin başından geçen travmatik olaylar üstü örtük bir şekilde ele alınıyor. Kahramanların duygu hallerinden içinde bulundukları zor durumları anlasak da, içine düştükleri hislerin kaynaklarını tam olarak bilemiyoruz.

Cumartesi annelerinden, terör nedeniyle köylerinden uzaklaşan insanlara veya afiş astığı için işkence gören karakterlere kadar çok geniş olay yelpazesi var kitabın. Bu konu yoğunluğuna rağmen kitapta bir yavanlık göze çarpıyor. Çünkü okur karakterle olan bağını metin üzerinden değil, yaşanan trajik olay üzerinden kuruyor. Yazarın kahramanlarının iç dünyasına değinme noktasında eksik olduğunu söyleyebiliriz. Bu yüzden kimi zaman gazetede trajik bir olayın haberini okuyor hissine kapılmak mümkün. Oysaki toplumsal gerçekçi bir kitapta okur, karakterler hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyor. Karakterlerin hepsi aynı şekilde anlatılıyor. Kahramanlar 20 yaşında da olsa 50 yaşında da olsa sanki hep aynı kişi başrölde hissine kapılıyor okuyucu. Örneğin "Havaya Pus Düştükçe" adlı öyküde karakter yaşı ilerlemiş olmasına rağmen, yaşı özellikle belirtilmese pekâlâ 25 yaşında zannedilebilir. Oysa güçlü bir metinde sadece kelimeler ile değil, üslup üzerinden bile karakter hakkında daha fazla bilgi vermek mümkün olmalı.

Özsoy, gazeteci olmasının verdiği etkiyle karakterlerden çok olaylara odaklanıyor. Anlatım dilinde ise yine gazetecilik üslubunun etkilerini görmek mümkün. Tüm öykülerinde üçüncü tekil şahıs kullanıyor Bu bilinçli bir tercih gibi. Kısa cümlelerle akıcı bir anlatım yakalamaya çalışılıyor. "Beklemek uzun bir hastalık olmuş yayılıyor etrafa. Rojin yola düşmenin heyecanında."4 cümlesindeki gibi anlatımlar şiirselliğe de yaklaşıyor. Gerçekleri anlatmaya çalışan, olayların bir hayli trajik olduğu eserde, dil kurgunun gerisinde kalıyor. Kısa ve sonuca ulaşmak isteyen cümleler, her öyküde aynı ölçüde işlevsel olmuyor. Gerçekleri, gazetede yazandan farklı bir şekilde okumak, edebi anlamda da lezzet almak istiyor okur. Fakat öykülerde verilmek istenen mesajlar kurmacının önüne geçiyor, dil ve konular aynı paralellikte ilerlemiyor.

Öykülerde geçen olaylar oldukça trajik. Edebi eserden bağımsız, bir haber olarak okunabilen öykülerde insanı sarsan olaylar işleniyor. Eserde yer alan sekiz öyküden üçü direkt ölüm ile bitiyor, üç öykü ise bir ölüm ile başlıyor. Postal imgesi ile birlikte öykülere eşlik eden ikinci ana tema ölüm. Yapı ve anlatı itibariyle "Bitmeyen Kışın Soğuğu" adlı öykü diğerlerinden ayrılıyor. Burada antagonist otorite değil, aksine toplumun kendisi otorite olarak başı çekiyor. Toplumsal ahlakın yozlaşmışlığı ön planda tutuluyor. Yazar bu öyküde yalnızlık ve çaresizlik temalarını dile uyumlu bir şekilde işliyor. Hep yerdiği iktidar temasının aslında yekûndan değil bireylerden oluştuğunu ve bunların tamamen kötü olmadıklarını anlatıyor.

Anıl Mert Özsoy, özetle gerçeklik temasını kurmaca üzerinden okuyucuya sunuyor. Gerçekle kurulan bu çıplak ilişki, eserin niteliğinden çalıyor. Biçim ve üslup arasında uyumsuz olan noktalar var. Yazarın herkes her şeyin farkında temasını arkasına almayı tercih etmesi nedeniyle okuyucu olaylara yabancı kalıyor kimi zaman. Eserin en iddialı yanı olan gerçeklik, kurmaca ile ele ele veremediği yerlerde kitabın en zayıf yanı oluveriyor. İsmet Özel'e referansla söylersek Herkes Her Şeyin Farkında iddiasından5 vurulan bir eser.

  • 1 Everest Yay., , 2021.
  • 2 Herkes Her Şeyin Farkında, s. 31.
  • 3 a.g.e., s. 48.
  • 4 a.g.e., s. 15.
  • 5 "Allah insanı iddiasından vurur."