Makberin Rahminden A’mâk-ı Hayâl’e

A’mâk-ı Hayâl, temelde  Raci’nin hem reel yaşamında hem de ruh dünyasında yeni bir dönemin başlamasının öyküsü olarak görülebilir.
A’mâk-ı Hayâl, temelde Raci’nin hem reel yaşamında hem de ruh dünyasında yeni bir dönemin başlamasının öyküsü olarak görülebilir.

A’mâk-ı Hayâl bir çerçeve öyküden ve Raci’nin birbirinden bağımsız öykülenmiş dokuz hayalinden oluşmaktadır. Bu yapıda, çerçeve öykü ve her bir hayal Campbell’in erginlenme süreci için tanımladığı temel basamakları içerir. Buna göre A’mâk-ı Hayâl’in çerçeve öyküsü bir erginlenme döngüsü oluştururken, metin içindeki her bir hayal de ayrı ayrı birer erginlenme döngüsü şeklinde okunabilir.

Pek çok kuramcı, başlangıcından itibaren roman türüyle yolculuk metaforu arasındaki sıkı bağdan söz eder. Aslında yalnızca edebiyat kuramcıları değil, kurgu ustaları da eserlerinde buna sık sık atıfta bulunurlar. Burada kastettiğim yolculuk, sadece okuduğumuz romanlardaki “kahraman”ların başlarından geçen maceralara atıfta bulunmuyor, aynı zamanda roman okuyucusunun da okuma eylemi boyunca iç dünyasında gerçekleşen değişimleri imliyor.

Roman okuru, bu metaforun büyüsüne kendisini bir kez kaptırdı mı, artık okuduğu bütün romanlar onun için bir yolculuk hikayesine dönüşür. Bunun için okuduğu romanın kahramanının literal düzlemde bir yolculuğa çıkması gerekmez. Örneğin, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi, onun için Stephen Dedalus’un yazarlık yolundaki serüvenidir. Ya da Tutunamayanlar, Turgut Özben’in kimlik arayışını temsil eden bir yolculuğa dönüşür. Bu romanları okurken, bizler de farkında olarak ya da olmayarak kahramanlarımızla birlikte aynı yollardan geçer, aynı olgunlaşma sürecini içselleştiririz.

Yolculuk metaforunu, sadece roman türüyle birlikte düşünmemek gerekir. Belki en kestirme yoldan “Hikaye varsa yolculuk da vardır,” denebilir. Bunun anlamı şudur: Okuduğumuz ya da dinlediğimiz bütün fiktif metinlerde öyle ya da böyle bir yolculuktan söz etmek mümkündür. Peri masalları, destanlar, efsaneler, mitler ve nihayet romanlar temelde aynı motifler üzerine kurgulanırlar ve tek bir monomitin varyasyonlarıdır. Çünkü bu mit ve motifler, “Yaşamalarını sağlayan ve üzerinde çalıştıkları metaforlar, üzerinde durulmuş, araştırılmış ve yüzyıllar, hatta binyıllarca tartışılmış şeylerdir; bütün toplumlara, hem de düşünce ve yaşamın ana direkleri olarak hizmet etmişlerdir. Kültür örüntüleri onlara göre şekillenmiştir. Onların, etkili erginleştirici biçimlerinin çalışılması, deneyimlenmesi ve kavranması aracılığıyla gençler eğitilmiş ve yaşlılar bilge sayılmıştır.” (Campbell, 284) Elbette geçen zaman içinde bu mit ve motifler oldukça şekil değiştirmiştir. Bu nedenle, modern bir romanda gördüğümüz bir unsurun hangi motifin karşılığı olduğunu çözümlemek hayli güç olabilir.

Joseph Campbell,Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda insan ömrünün psikanalitik bir özetini “[R]ahim mezarından mezarın rahmine tam bir daire çizeriz,” (23) ifadesiyle yapıyor. Bu ifadeden ilham alarak yaşamı boyunca insanın başından geçen bütün maceraların, öyle ya da böyle “başladığı noktaya dönmek”le sonuçlandığını ileri sürebiliriz. Joseph Campbell, yolculuk metaforunun insanın bu dünyadaki bütün maceraları için anahtar olabileceğini gösterirken bize modern roman çözümlemelerinde de kullanabileceğimiz ve kahramanın yolculuğunu döngüsel biçimde gösteren bir şema sunar. Ben de bu yazıda, Campbell’in sunduğu şemayı kullanarak modern sayılabilecek bir metin olan A’mâk-ı Hayâl üzerine yapısal bir çözümlemeyi denemek istiyorum. Cambell’in bize sunduğu şema basitçe şu şekilde gösterilebilir:

A’mâk-ı Hayâl bir çerçeve öyküden ve Raci’nin birbirinden bağımsız öykülenmiş dokuz hayalinden oluşmaktadır. Bu yapıda, çerçeve öykü ve her bir hayal Campbell’in erginlenme süreci için tanımladığı temel basamakları içerir. Buna göre A’mâk-ı Hayâl’in çerçeve öyküsü bir erginlenme döngüsü oluştururken, metin içindeki her bir hayal de ayrı ayrı birer erginlenme döngüsü şeklinde okunabilir. Başka bir deyişle, çerçeve öyküyü kapsayan geniş bir halka içinde Raci’nin gördüğü her bir rüya/hayalin oluşturduğu dokuz ayrı halkadan söz etmek mümkündür. Benim bu yazıda çözümlemesini yapacağım ilk hayal, çerçeve öyküde Raci’nin yolculuğundaki “erginlenme” evresinin birinci halkasını oluşturuyor.

A’mâk-ı Hayâl, temelde Raci’nin hem reel yaşamında hem de ruh dünyasında yeni bir dönemin başlamasının öyküsü olarak görülebilir. Metinde, Raci’nin yaşamını ve yaşama bakışını değiştirecek vak’alar başlamadan önce Raci’nin nasıl bir hayatı ve ruh dünyası olduğu açıklanır.

Raci’nin macerası “Memâlik-i Osmaniye’nin en büyük ve en güzel şehirlerinden birinde” (27) başlar. Raci, oldukça iyi eğitim almış, hemen hemen her konuda bilgi sahibi, kendini iyi yetiştirmiş bir gençtir. Ancak, aldığı bu eğitim kafasındaki soruları cevaplamasına yetmemiştir:

  • “İşte bu ma’lûmât yığınının altında bir gün vicdanımı tahlil ettiğim vakit, kemâl-i hayretle garip bir halita kesildiğimi fark ettim. Ben küfür ile imandan, ikrâr ile inkârdan, tasdik ile reybden mürekkeb bir şey olmuştum. Kalben inkâr ettiğimi aklen tasdik eder, aklen reddettiğimi kalben kabul ederdim. Ve’l-hâsıl reyb denilen ejderha vücudumu sarmış idi.” (28)

Burada Raci’nin kitap boyunca mücadele edeceği düşmanı reyb ejderhası şeklinde tanımlanmış olur. Raci’nin içindeki şüpheyi gidermek için arayış halinde olduğunu, şüphelerinden kurtulmak için İspritizm ve Manyetizm gibi cemiyetlere ilgi duyduğunu, onların doktrinlerini anlamaya çalıştığını, ancak hiçbirinde aradığını bulamadığını öğreniriz.

Daha sonra Raci, arkadaşlarıyla birlikte gittiği bir mesire yerinde karşılaştığı iki meczubun konuşmasına şahit olur. Bu meczuplardan birinin diğerine söylediği

  • “Bu âlemde her ne var ise benim sıfatımdır. Ben olmasam, bir şey olmazdı. Ben hepim yahut hiçim, ben hiçim yahut hepim. Zâten hiç ile hep ayn-ı vâhid, şey-i vâhiddir! Lâkin cehl, farklı bir şeyi iki adla yâd ediyor,” (33)

sözlerinden etkilenir ve kafasında varlık ve ruha ilişkin sorular şekillenir.

Buraya kadarki bölüm, Raci’nin “yola çıkış” için hazırbulunuşluk halinin tasviri olarak değerlendirilebilir. Bu bölümde Raci hakkında verilen bütün ayrıntılar önemlidir. Çünkü, aynı zamanda 19. yüzyılın başında iyi eğitim almış bir Osmanlı gencinin içine düşmesi muhtemel ikilemleri de yansıtır. Aldığı seküler eğitim, annesinin dindarlığı, pozitivist eğilimlerinin yanı sıra metafizik merakları, bu bağlamda İspritizma ve Manyetizm cemiyetlerini araştırması ve tatmin olmaması gibi detaylar, Osmanlı ülkesinde batılılaşma adına yapılan bir dizi düzenleme ve yeniliğin, açılan batılı okulların halk düzeyinde ne tür etkileri olduğunu da gösterir. Raci’nin mesirede karşılaştığı meczupların konuşmalarına şahit olması, metnin kurgusu bağlamında bir tepe noktasıdır ve okura değişim/dönüşüm için gerekli zemini sunar.

Aynı zamanda Campbell’in “maceraya çağrı” şeklinde adlandırdığı aşamaya karşılık gelir:

  • “Mitolojik yolculuğun –‘maceraya çağrı’ olarak belirlediğimiz- bu ilk aşaması kahramanı çağıran ve onun ruhsal ağırlık merkezini toplumunun sınırlarından bilinmeyen bir bölgeye çekmiş olan kaderi belirtir.” (72)

Campbell, bu bölgenin uzak bir ülke, bir orman ya da göğün üstünde bir krallık olabileceğini söyler. (72)A’mâk-ı Hayâl’de Raci ve arkadaşlarının eğlence için geldikleri mesire şehre uzak bir kasabadadır. Bu kasaba meyve ağaçları, ırmakları, çimenleri ve gül bahçeleriyle ayrıntılı olarak tasvir edilir. Raci’nin böyle bir ortamda karşılaştığı iki meczup ise, Campbell’in tanımladığı “eşik muhafızı” şeklinde düşünülebilir.

Campbell “eşik muhafızı” figürü için şunları söyler: “Bunlar içerideki daha da yüksek sessizlikleri göğüsleyemeyecek olanları uzakta tutacak olan eşik muhafızlarıdır.” (109) Bu iki meczubun Raci’yi öncelikle görmezden gelmeleri, varlığa dair sorduğu soruya karşılık onu küçümsemeleri ve sonunda da “Haydi gidelim, bu hayvan bizi zevkimizden alıkoydu,” (33)diyerek orayı terk etmeleri, Raci’nin sorularının cevabını bulabileceği farklı bir gerçeklik evrenine açılan eşikten geçmesine izin vermedikleri şeklinde yorumlanabilir. Çünkü, Raci henüz onların evrenlerindeki “sessizlikleri göğüsleyebilecek” olgunlukta değildir. Meczuplar tamamen farklı bir söylem düzeyinde konuşurlarken Raci’nin, kendi içinde bulunduğu gerçeklik evrenine dair mantık kurallarıyla varlığını ispat etmeye çalışması, onun eşikten geçmek için hazır olmadığını gösterir. Dolayısıyla “eşik muhafızı” rolündeki meczuplar da onu kendi alemine terk ederek oradan uzaklaşırlar.

Buraya kadar anlatılanlar, yukarıda da ifade edildiği gibi Raci’nin “yola çıkış” hazırlıkları olarak değerlendirilmelidir. Nitekim Raci, mesireden dönüşünün ikinci günü, daha önce de sürekli önünden geçip merak ettiği, kapısı daima kapalı olan mezarlıktan içeri girer. Bu Raci’nin yolculuğunda “ilk eşik”in aşılmasıdır. Raci’nin ruhsal dönüşüm macerası bu kapıdan içeri girdikten sonra başlayacaktır. Bu bağlamda mezarlığın metindeki konumuna özellikle değinmek yerinde olacak. Hikayenin, mezarlığın ayrıntılı tasviriyle başlaması, bu mezarlığın metnin kurgusunda çok önemli bir yeri olduğunu daha ilk anda ele verir. Mezarlık, başlangıçta Raci için her anlamda bir esrar kaynağıdır. Önünden her geçişinde etrafını saran yüksek duvarlara açılmış parmaklıklı pencerelerden içeriyi gözetler.

Ancak, bu dönemde kapısı ona kapalıdır. Çünkü henüz “ilk eşik”ten geçebilmek için ruhen hazır değildir. Mesireden döndükten sonra kapıyı açık bulması, metni çözümlemede oldukça anlamlıdır. Elimizdeki metin, büyük oranda tasavvufi anlamlarla yüklü olduğuna göre, Ali Yıldız’ın da belirttiği gibi, mesire dönüşündeki ruh haliyle Raci için artık marifet kapısı açılmıştır: “Çünkü mezarlıkta aradığı bilgiye, her türlü şüpheden arınmış kesin bilgiye ulaşmanın yolunu gösterecek olan kişiyle karşılaşacaktır.” (A’mâk-ı Hayâl, 45’te 11 no’lu dipnot) Öyleyse bu hikayede mezarlık, Campbell’in “dünya göbeği” biçiminde adlandırdığı kavramın karşılığıdır. Campbell bu kavramı açıklarken, bu tür mekanların kahramanın erginlenme sürecinde önemli rol oynadıklarını ifade eder. (56) Örneğin, türbe ve tapınak gibi çeşitli inisiyasyon törenlerinin gerçekleştirildiği mekanlar böyledir.

Campbell, kahramanın bu özellikteki bir tapınağa girişini şu şekilde açıklıyor:

  • “Kendini adamış kişinin bir tapınağa giriş anında bir dönüşümden geçeceği gerçeğini sergilerler. Dünyevi karakteri dışarıda kalır; onu yılanın derisini attığı gibi atar. İçeri girdikten sonra zamanda ölmüş olduğu ve Dünya Rahmine, Dünya Göbeğine, Yeryüzündeki Cennete döndüğü söylenebilir.” (109)

A’mâk-ı Hayâl’de Raci’nin erginlenme sürecinin buradaki bir kulübede gerçekleşmesi, dahası seçilen mekanın bir mezarlık olması hem tasavvufi bağlamda hem de Campbell’in “dünyanın göbeği” kavramı bağlamında anlamlıdır. Mezarlık bir ölüm mekanıdır ve Raci burada yeniden doğmak üzere ölmeden önce ölümü tadacaktır, başka bir ifadeyle nefs-i emmaresi ile mücadelesini burada verecektir. Hikaye boyunca Raci,Campbell’in ifadelerini doğrular biçimde, bu mezarlığa her gelişinde dünyevi hayatını bütünüyle dışarıda bırakacaktır. Psikanalitik bağlamda mezarlık, Raci için anne rahmine dönüşü imler.

Raci, mezarlığa girdikten sonra gördüğü bir kulübeye yaklaşınca bu kez de kulübeden elli yaşlarında, başında kırk elli kadar aynayla süslenmiş yeşil takkesi ve yine üzerine ayna ve teneke parçaları dikilmiş/yapıştırılmış cübbesiyle gülünç görünen bir adam çıkar. Bu kıyafetinden dolayı ona Aynalı Baba dendiğini öğreniriz. Aynalı Baba, Campbell’in terminolojisindeki “koruyucu figür”ün karşılığıdır. Raci’ye, ruhsal yolculuğu boyunca muhafızlık eder. Campbell bu figürün işlevini şu şekilde açıklar:

  • “Böyle bir figürün temsil ettiği şey, kaderin iyi kalpli, koruyucu gücüdür. Fantezi bir güvencedir –ilk kez anne karnında tanınan Cennet’in huzurunun kaybolmayacağına; şimdiyi desteklediğine geçmişte olduğu gibi gelecekte de durduğuna (alfa olduğu kadar omega olduğuna); eşik geçişleri ve yaşam uyanışlarıyla tehlikeye düşer gibi olsa bile, koruyucu gücün kalbin tapınağında ve dünyanın tuhaf özelliklerinin içinde ya da hemen ardında daima hazır olduğuna dair bir güvencedir.”(86)

Aynalı Baba’nın da Raci’nin ruhsal yolculuğunda böyle bir işlevi olduğu görülür. Raci’nin bilinçdışına açılan hayaller, Aynalı Baba’nın sağladığı güven duygusunun tezahürleridir. Aynalı Baba, Raci’ye kahve ikram eder, ney üfler ve daha sonra da gazel okumaya başlar. Peşpeşe gelen bu ikramlar Raci’nin ruhunda büyük bir tesir bırakır:

  • “Sâmiam pek zayıflamış idi: Ses âdetâ pek uzaktan gibi geliyordu. Yavaş yavaş havâssımdan tâbir-i sahihle zâhirimden tecerrüde başladım. Bir şey görmüyor, işitmiyordum. Bir müddet uykuya karîb bir hâlde kaldım, bu hâl çok sürmedi, faaliyyet-i dimâgiyye başladı. Zâhiren bir şey hissetmezken kendimi garip bir âlemde görmeye başladım. A’mâk-ı hayâle dalmış idim, gözlerim kapalı olduğu hâlde görüyordum…” (38)

Böylece Raci, yolculuğunun ikinci eşiğini de geçmiş olur. Bundan sonra erginlenme süreci başlayacaktır. Kahve ve ney sesinin hikayedeki işlevi dikkat çekicidir. Çünkü, kahve aslında uyku değil uyanıklık veren bir içecektir. Oysa burada Raci, Aynalı Baba ney üflerken kahve içtikten sonra şuurunu kaybetmekte ve hayal alemine dalmaktadır. Öyleyse, yazar asıl geçekliğin Raci’nin hayal alemi olduğunu, Raci’nin asıl bu hayalleri görürken uyandığını, gündelik hayatın gerçekliğinde ise sürekli bir uyku halinde olduğunu ima ediyor olabilir mi? Damla Sağdıç,

  • “Tasavvufun Derinliklerinden Modernist Romana Açılan Kapı: A’mâk-ı Hayâl” başlıklı yüksek lisans tezinde bu durumu şu şekilde açıklıyor: “Raci, kahve içtikten sonra kendini gerçekleştirme sürecine girer ve hayatı sorgular. Bu durum yazarın, Raci’nin yaşadığı kişisel deneyimin gerçekliğini vurgulamak amacıyla kahveyi kullandığını işaret etmektedir.” (77)

O halde, Raci’nin ney sesini dinlerken kahve içerek hayâlin derinliklerine dalması da bir eşiktir. Raci, burada bilinçdışı bir yolculuğa çıkarken aynı zamanda iç dünyasını da keşfetmektedir. Böylece Raci’nin ruhsal yolculuğunda “yola çıkış” evresi tamamlanmış olur.

Raci’nin Aynalı Baba’nın kulübesinde gördüğü her bir hayal/rüya, onun erginlenme sürecinin aşamalarını oluşturacaktır. Ben bu yazının kapsamını aşmamak adına yalnız ilk hayal/rüyayı çözümlemeyi deneyeceğim. Daha önce de belirtildiği gibi her bir hayal/rüya müstakil bir yolculuk biçiminde okunabilir. Raci, uykuya daldıktan sonra kendisini bir gerçeklik evreninde bulur. Burada zirve-i hîçîye ulaşabilmek için Hindistan’da bir sahrada yürümektedir. Yol boyunca yabani bitkiler, çeşitli hayvanlar ve yırtıcı canavarlar vardır, ancak Raci bunlardan korkmaz. Çünkü yanında onu koruyan bir refiki vardır. Bu koruyucu figürün görünmemesi, ancak Raci bir soru sorduğunda ona cevap vererek gerekli yardımda bulunması, bu koruyucu figürün Aynalı Baba olabileceğini düşündürür. Buna göre Aynalı Baba, Raci’ye hayal aleminde rehber olmaya devam etmektedir.

Raci’nin hayalinin buraya kadarki kısmı Campbell’in döngüsündeki yola çıkış ve erginlenmenin başlangıç aşamasına karşılık gelir. Raci, refikiyle birlikte Hindistan’da zirve-i hîçî yollarında göründüğü anda yola çıkış süreci başlamıştır. Raci ve refiki saatlerce yürüdükten sonra karşılarına bir dağ çıkar. Dağın eteğinde, gümüş, parlak bir derenin eteğinde bir kulübe vardır. Raci, refikinin telkiniyle kulübeye yaklaşır. Bu kulübe Raci için yeni bir eşik olacaktır. Kulübede genç bir adam vardır ve Raci’ye ne istediğini sorar. Raci ne istediğini o sırada bilmediği için refiki, onun zirve-i hîçîye ziyarete gitmek istediğini söyler. Adam, bunun çok zor olduğunu, oraya ancak büyük bir sabır ve nefsine hakimiyetle çıkılabileceğini söyler. Raci, iyi niyetiyle bunu başarabileceğini ifade eder. Bu aşamada kulübedeki genç adamın Buda Gotama Şakyamuni olduğu anlaşılır. Raci, yolun geri kalan kısmına Buda’nın rehberliğinde devam edecektir.

Dikkat edilirse çerçeve öyküdeki kimi unsurlar burada tekrar edilmektedir. Dağ eteği, çerçeve öyküdeki mezarlığın, buradaki kulübe Aynalı Baba’nın kulübesinin ve kulübedeki Buda da Aynalı Baba’nın yerini tutuyor. Buna göre, bu unsurların Campbell’in terminolojisindeki karşılıklarının da aynı olduğu söylenebilir. Dağın eteğindeki kulübe “dünyanın göbeği”, Buda da “koruyucu” rolünü üstlenir. Her bir hayalin Raci’nin bilinçdışına bir yolculuk olarak değerlendirilebileceği düşünülürse, gerçeklik düzlemindeki unsurların Raci’nin bilinçdışında nasıl dönüştürüldüğü de anlam kazanır. Örneğin mekan olarak Hindistan’ın ve rehber olarak da Buda’nın seçilmesi oldukça anlamlıdır.

Hikayenin devamına geçmeden önce, dağ motifi üzerinde durmakta da fayda var. Dağ, hem mitolojik hem de tasavvufi bağlamlarda farklı anlamlar kazanmaktadır. Raci’nin zirve-i hîçîye ulaşabilmek için bir dağı tırmanmak zorunda olması, elimizdeki metnin tasavvufi karakterinden dolayı öncelikle hem İslam tasavvufundaki Nur ve Tur dağları hem de Hint mistisizmindeki Nirvana ile birlikte düşünülebilir. Bu halde Raci’ye Buda’nın rehberlik etmesi okuru ağırlıklı olarak Hint mistisizmine yöneltir. Öte yandan Raci için nirvana hiçlik dağının zirvesidir, dolayısıyla dikey bir hareket söz konusu olacaktır. Raci’nin bu yoldaki sınavı, nefsinin isteklerinden kurtulup hiçlik mertebesine ulaşabilmektir. Böylece Raci için erginlenmenin önemli bir aşaması olan “sınavlar yolu” başlamış olur.

Buda ve Raci, insanın kalbini titretecek kadar güzel bir yolda yürümeye başlarlar. Çiçekler, hoş kokular ve bülbüllerin terennümleri onlara eşlik eder. Bu yoldaki ilk durakları küçük bir saraydır. Bu saray, Raci’nin ilk sınav yeridir. Sarayda, o esnada oldukça acıkmış olan Raci’yi çeşit çeşit leziz yemekler karşılar. Ancak zirve-i hîçîye ulaşabilmek için çok aç olmasına rağmen hiçbirinden yememesi gerekir. Yemeklerin kaşısında Buda’yla birlikte bir saat otururlar. Tam sarayı terk edeceklerken karşılarına çıkan bir gılman Raci’ye içlerinde su, şerbet ve şarap olan üç billur kase sunar. Susamış olan Raci, doğrudan şarap kasesine uzanarak içmek ister. Buda, bu sırada eline vurarak ona engel olur. Böylece Raci, hiçlik yolundaki ilk sınavını Buda’nın yardımıyla vermiş olur.

Bu sınavda, Buda’nın rehberlik rolü belirginlik kazanmıştır. Öncelikle Raci’nin, onlara sunulan çeşit çeşit lezzetli yemekleri yemesine engel olur. Yemeklerin karşısında bir saat oturmaları, Raci için bir nefis terbiyesidir. Çünkü hiçliğe ulaşabilmek için bütün dünyevî arzularından kurtulması gerekir. Daha sonra, Raci’nin eline aldığı şarabı içmesine engel olması da onun rehberlik rolünü pekiştirir. Buraya kadarki vak’ada okur Raci’nin, kendisine sunulan içeceklerden hiç tereddüt etmeden şarabı seçmesine ve yine hiç düşünmeden içmeye kalkışmasına bakarak onun, Buda’nın rehberliği olmaksızın bu sınavı geçemeyeceğini açıkça görür.

Ertesi gün yola devam ederlerken karşılarına bir saray daha çıkar. Buda, bu sarayın zirve-i hîçîye varmadan evvelki son durak olduğunu, buradaki imtihanı geçerse saadete erişeceğini, geçemezse bedbaht olacağını açıklayarak Raci’yi saraydan içeri gönderir. Buda, ilk sarayda Raci’ye eşlik etmesine rağmen bu saraydaki imtihanda Raci’yi yalnız bırakır. Raci saraya girdiğinde, karşısında 20-30 kadar eşsiz güzellikte cariye görür. Bu cariyeler, ikram ettikleri şerbet ve hoş sözleriyle Raci’yi sarhoş ederler. Bundan sonra Raci, üzerindeki kıyafetler çıkarılarak başka bir odaya götürülür. Bu odada da ikramlar devam eder. Sunulan enfes yemek ve içkiler ile cariyelerin icra ettikleri musiki Raci’nin sarhoşluğunu artırarak şehvetini son haddine çıkarır.

Bundan sonra, bir cariye gelerek Raci’ye kendisini Peri-i Cemâl adlı bir cariyenin beklediğini haber verir ve Raci’yi sarayın ikinci katındaki başka bir odaya çıkarır. Bu odadaki Peri-i Cemâl, daha önceki cariyelerin güzelliklerini gölgede bırakacak ve Raci’nin hayır diyemeyeceği kadar güzeldir. Kız kollarını açarak Raci’ye “Gel… Gel…” dediğinde Raci, tıpkı ilk saraydaki şaraba uzanışı gibi hiç düşünmeden kızın kollarına atılır. Ancak bu vuslat çok kısa sürer. Raci kızı öper öpmez içinde bulundukları saray yerle bir olur ve o muhteşem güzellikteki kız da korkunç bir acuzeye dönüşür. Sarayın yerini bir mezbele alır ve bütün o güzel kızlar da Peri-i Cemâl gibi acuzeye dönüşür.

Raci’nin her iki saraydaki sınavı da nefs-i emmarenin şehvet yönüyle ilgilidir. Bilindiği gibi şehvet, bedeni arzuları temsil eder ve özellikle yeme, içme ve cinsi münasebetle ilgilidir. Bunlar aynı zamanda insanın temel ihtiyaçlarındandır. Tasavvufta salik, kemale erebilmek için nefsini terbiye ederek bu en temel ihtiyaçlara karşı kayıtsız kalabilmeyi öğrenmelidir. Raci’nin ilk hayalde bunlarla sınanması, aynı zamanda onun seyr-i sülûkündeki birinci aşamayı temsil eder. Raci hiçliğe ulaşabilmek için öncelikle şehevi arzularından kurtulmalıdır. İlk sarayda Buda’nın yardımıyla sınavı geçen Raci, ikinci sınavda yalnız kalınca şehevi arzularına yenilir ve içinde her türlü gösterişli nimetiyle bu dünyayı temsil eden saray ve bütün güzellikleri bir anda yok olur, mezbeleye döner. Böylece Raci’nin sınavlar yolu sona erer, erginlenme aşamasından dönüşe geçilmiş olur.

Mezbeleden çıktığında Raci,“zümürridîn çemenler yerinde dikenler, bülbüller yerinde kargalar, baykuşlar, altın rimâl yerinde siyah ve sivri taşlar”(44)görür. O sırada Buda’yı hatırlar, ancak onu etrafında göremez. Saraya gelinceye kadar aldığı yolu geri dönmeye başlar. Bu onun hayal/rüyasındaki “dönüş” aşamasıdır. Bir meydana gelir. Meydanın doğusundaki altın bir taht üzerinde Buda oturmaktadır. Raci’ye şunları söyler:

  • “Ey ahdine vefa etmeyen insan, ey merd-i nâ-merd, ey merd-i zen-meşreb, yazık sana! Sözünde durmadın. Nokta-i matlûba varmadın. Saray-ı vahdete girmedin, visal-i ıtlâka ermedin, zira ki zirve-i hîçîye çıkmadın, ey gâfil adam, in bu yerlerden, git; huzurunda diz çöktüğün, hüviyet ve ruhunu eline teslim ettiğin acûz-ı bed-likâya, dünyaya git. Sen insanların serveri değilsin, sen bu bezmin eri değilsin; in git, git ki ejderhâ-yı emel ciğerlerini yesin; git, git ki akârib-i ihtirâsât Nemrud gibi beynini kemirsin. Git, git ki cîfe-i dünyâdan bir kelb eksilmiş olmasın. (Mahzûnâne) Git, git ki gülşen-i merdân dolmasın. (Gazûbâne) Gel ey nâ-merd! İn… İn… İn…” (44)

Buda’nın bir işaretiyle, Raci’nin bulunduğu yerdeki her şey, kendisiyle birlikte hızla yokuş aşağı akmaya başlar. Nihayet Raci bir uçurumdan aşağı yuvarlanırken feryad ederek uyanır. Karşısında rüyasında gördüğü her şeyin farkında olan Aynalı Baba’yı bulur. Ona: “Evlâdım, zirve-i hîçîye irtika kolay değil. Kolay değil… değil…” (45) der. Gördüklerini kimseye söylemeyeceğine dair yemin eden Raci, Aynalı Baba’nın yanından ayrılarak mezarlıktan çıkar. Böylece bir yolculuk döngüsü tamamlanmış olur.

Campbell’in erginlenme döngüsünde, kahramanın geri dönebilmesi için karşısına çıkan sınavları geçmiş ve bir dönüşüm geçirmiş olması gerekir. Raci, bu ilk hayalde sınavı geçememesine rağmen, A’mâk-ı Hayâl’in bütünü düşünüldüğünde bu onun için mutlak bir dönüş değildir. Henüz erginleşme evresinin ilk aşamasındadır. Görünüşte bu ilk aşamayı geçememiş olsa da bu onun herhangi bir değişim/dönüşüm geçirmediği anlamına gelmez. Dokuzuncu hayalin sonunda Raci, erginlenmesini tamamlayacaktır.

Raci’nin yolculuk döngüsü şu şekilde özetlenebilir:

Yola Çıkış: Mesirede iki meczuplarla karşılaşma-Maceraya Çağrı Mezarlıktan içeri grime – ilk eşiğin aşılması Aynalı Baba ile tanışma – koruyucu figür Kahve ve neyin etkisiyle hayale dalma - eşik

Erginlenme:Yola çıkış: Görünmez Refik ile Hindistan’daki bir sahrada yürüme Dağ eteğinde bir kulübeye varış – ilk eşiğin aşılması Buda ile tanışma – koruyucu figür Buda ile birlikte zirve-i hiçiye doğru yola çıkış

Erginlenme: Sınavlar yolu: ilk sarayda, yiyecek ve içeceklerle sınanma- birinci sınavın Buda’nın yardımıyla geçilmesi İkinci sarayda kadınlarla sınanma – sınavda başarısızlık

Geri dönüş: Sarayın mezbeleye dönmesi ve Raci’nin hiçlik dağından geri dönmesi

Geri dönüş:Raci’nin feryat ederek uyanması ve mezarlıktan çıkması.

Campbell,Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda yolculuğun her bir evresini büyük oranda psikanalitik yorumlarla açıklamıştır. Bu yazıda benim yapmak istediğim, metni yapısal olarak parçalara ayırmak ve Campbell’in sunduğu şemada yerli yerine oturtmakla sınırlı olduğu için metindeki motiflerin psikanalitik yorumlarına mümkün olduğunca girmedim ve yorumladığım bazı motifler için de tasavvufi terminolojiden kopmamaya çalıştım.¹ Sonuç olarak metnin yapısını okurun zihninde şematize edebilmiş olmayı ve bugüne kadar çokça ihmal edildiğini, eksik ve/veya yanlış değerlendirildiğini düşündüğüm A’mâk-ı Hayâl’in zengin bir içeriğe sahip olduğuna, farklı dikkatlerle okunduğunda okura kendini açacağına dair ufak da olsa bir işaret vermiş olabilmeyi umuyorum.

  • 1 Psikanalizin tasavvufi söylemleri da kapsadığı düşünüldüğünde, benim burada yaptığım ayrım geçersizleşiyor. Örneğin, bu çalışmadaki yolculuğumda kendime rehber olarak seçtiğim Campbell, “metafizik alan=bilinçdışı” (288) formülüyle tasavvufi söylemi psikanalize eklemliyor. Bu konuyu, A’mâk-ı Hayâl’in psikanalitik çözümlemesinin yapılacağı başka çalışmalara bırakıyorum.
  • Kaynakça: Campbell, Joseph. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Çev. Sabri Gürses. Kabalcı Yayınları, İstanbul: 2013. Sağdıç, Damla. Tasavvufun Derinliklerinden Modernist Romana Açılan Kapı – A’mâk-ı Hayâl. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Danışman: Günil Özlem Ayaydın Cebe. Nevşehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Nevşehir: 2013. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi. A’mâk-ı Hayal. Hz. Ali Yıldız. Kaknüs Yayınları, İstanbul: 2014.