Neredeyiz?

Çıkıp körlemesine gitmiştik adını daha önce gidenlerden duyduğumuz bu yabancı memleketlere.
Çıkıp körlemesine gitmiştik adını daha önce gidenlerden duyduğumuz bu yabancı memleketlere.

Bu zihinlerdeki bir çatlaktı, o çatlaktan sızan bazen Kazakistan bazen Rusya’daki bir şantiyeye akıyordu. Her haneden geriye ne bıraktıklarını iyi bilen erkekler gidiyordu bu yabancı memleketlere.

Karanlıkta gözler ellerinizdir.

Gözümü kapadığımda dışarıdayım, hava istediğim gibi, zaman istediğim zaman, yer istediğim yer. Her şey mümkün gözünüzü kapalı tuttuğunuzda...

Gözümü kapalı tutmalıyım.

Elim bir metal yüzey görüyor. Anlayamıyorum ne olduğunu, daha fazla görmek için diğer elimi de kullanıyorum.

Bu bir kürek, hem de böyle bir anda hem de böyle bir yerde.

Hava, yok. Zaman, yok. Yer, altı.

Yerin metrelerce altında her şey ihmal edilebilir, bir kürek dışında.

Yardım için uzanmış, demirden bir kola ait el gibi, kürek...

Tek elle dua eden biri gibi, kürek...

Karanlıkta Allah’ı elinle aramaya çalışmak gibi, kürek...
Karanlıkta Allah’ı elinle aramaya çalışmak gibi, kürek...

Karanlıkta Allah’ı elinle aramaya çalışmak gibi, kürek...

Küreği sıkı sıkı tutuyorum sanki biri elimden alacakmış gibi, hiçbir şeyi sıkı sıkı tutamayan ben... Birden anlamsız geliyor, neye tutunuyorum? Ellerim gevşiyor, görmeye aşina olduktan sonra gözün dalması gibi, ellerim küreği görüyor ama ona bakmıyor.

Gözüm kapalı, hâlâ.

Küreğin sapı boyunca ellerim görmeye devam ediyor. İrkiliyorum. Sapı sıkıca tutan, kaskatı ölü bir ele dokunuyorum. Ölü parmaklarda canlı elimi gezdiriyorum.

Canlı ile ölü arasındaki farkı karanlıkta daha iyi anlıyorsunuz.

Eli saptan ayırıp kendime çekiyorum, ufak bir taşı kaldırmak gibi, bir bedene bağlı olmayan, herhangi canlı bir şeye ait olmayan, kimsesiz, ölü bir el sadece...

Kör bırakmış bedenini, bu her çiçeğin kara yapraklar açtığı bahçede.

Ölü elin parmaklarını yüzüme değdiriyorum, yabancı bir gözle okumak gibi. Alnımı, gözlerimi, ağzımı dualayan bir avuç gibi gezdiriyorum yüzümde.

Bu kör el kimin olabilir, onun mu yoksa?

Beraber düşmüştük, otuz yıl evvel aynı rahme düştüğümüz gibi.

Gözlerimi açsam ağlayacağım.

Havayı değiştirdim, zamanı geceye indirdim. Her şey mümkün... Hâlâ.

Yeraltının bağırsaklarında bir kurtçuk gibiyim.

- Gidelim buradan.

- Nasıl?

- Nasıl diye sormak vazgeçmek için bahane aramaktır.

- Benim buna gücüm yetmez, böyle bir kararı kendime rağmen veremem, bu yaşıma dek olmadı.

- Niye böyleyiz, kemiklerimizi etimizle örtüyoruz, ruhumuzu kabuğumuzla ve içinden çıkamıyoruz ve üstümüzden atamıyoruz.

- Ben birçok yerden bu köye çiviliyim, sökmeye kalksam o çivileri, yırtılırım.

- Yırtılırız.

- Yırtılırız.

Karanlıkta, yeraltında dilediğiniz kadar çığlık atabiliyorsunuz, kimse yadırgayarak ya da acıyarak bakmıyor.
Karanlıkta, yeraltında dilediğiniz kadar çığlık atabiliyorsunuz, kimse yadırgayarak ya da acıyarak bakmıyor.

Karanlıkta, yeraltında dilediğiniz kadar çığlık atabiliyorsunuz, kimse yadırgayarak ya da acıyarak bakmıyor. Hiçbir ölü ya da diri el sizi susturmak için ağzınıza kapanmıyor.

Ölü el ile ağzımı kapatıp çığlık atıyorum.

Bana boşuna okuduğumu söylerdin, sayfalarda yazmayan her şey hayatın en içindedir derdin kursağını göstererek, bu yüzden ikimizden babama en çok benzeyenimiz sen olurdun o anlarda. Onun kavgası da ailesinin kursağıylaydı. Bu yüzden birçok mevsim yoktu yanımızda. Gelişi, uzun süre tutulmuş bir soluk gibi olurdu, bir anda boşanırdı aramıza. Biz onu en son görmemizden bu yana geçen mevsimleri boyumuzu ölçerek hesaplamaya çalışırdık, sen hep beş santim benden uzun olurdun ve yine en çok babama benzeyenimiz.

Ben her şeyde zayıf kalırdım, evin bütün erkek işleri sana kalırdı, sen çocukluğunu yaşayamadın, aile ağacımızda sürekli asıldıkları, eğdikleri o yaş dal sendin.

- Geçen sene köyden şantiyelerde çalışmaya gidenlerden ikisi canlı gidip ölü döndü.

- Biz de gitsek bir daha dönemeyeceğiz.

- Onlarda dönmedi, giden dönmez zaten.

- Babamın cenazesini köye getirdiklerinde çok korktum, mezarın içine giremedim, toprak atamadım. Toprağın bir karış altından korkarım. Babam korkmadan girdi içine, çekti üstüne örtüsünü. Sen şimdi diyorsun ki babamız dönmedi, öyle mi?

- Öyle, hâlâ Rusya’daki o şantiyede.

- Gitmeye...

- İnsan doğar, büyür ve mecbur kalır.

- Köyüm benim bahçem, nefesim, orada yer üstündeyim.

Kucağıma alıyorum ölü eli, kundaklı bir bebek gibi sıkıca sarılıyorum.

Babamın cenazesini köye getirdiklerinde çok korktum, mezarın içine giremedim, toprak atamadım.
Babamın cenazesini köye getirdiklerinde çok korktum, mezarın içine giremedim, toprak atamadım.

Gözlerimi açsam ağlayacağım... Hâlâ.

Bu köyde doğanların çıkış bileti şantiyedir, dediğimde bana öyle bakmıştın, babamı son defa gördüğümüzde o nasıl baktıysa öyle.

Bu zihinlerdeki bir çatlaktı, o çatlaktan sızan bazen Kazakistan bazen Rusya’daki bir şantiyeye akıyordu. Her haneden geriye ne bıraktıklarını iyi bilen erkekler gidiyordu bu yabancı memleketlere.

Bendeki, kendini bu köyde bulamamanın verdiği delice isteğe seni de içime katarak kaçmak çare olmuştu, buradan giden her erkeğin izlediği yoldan. Sensiz gidemezdim, doğduğumuz andan beri sensiz hiçbir şey yapamadığım gibi.

Oysa bunların hiçbirini sana demem gerekmemişti. Babamın varlığının bıraktığı boşluğa ikimiz birden anca sığıyorduk. Benim okuma imkânım yoktu, senin ise imkân gerektirecek bir hedefin. Kursağımızda takılı kalıyordu dul anamız, yetim kardeşlerimiz, her kahır ile göbek bağı olan köyümüz.

Çıkıp körlemesine gitmiştik adını daha önce gidenlerden duyduğumuz bu yabancı memleketlere.

Ne kadar çok uzağa gidersek köyümüzün haritada nerede olduğunun önemi kalmıyordu. Tek gidiş, hiç dönüşlük bir kaderdi bizimkisi.

Tırnaklarının arasının kirli olmasına dayanamazdın, inşaattan döner dönmez keser törpüler köyümüz dışındaki en ufak bir toprak parçasının arasına girmesine müsaade etmezdin. Toprağı kazıyacak tırnağın bile yoktu. Tünel şantiyesine girdiğimizde bunu hissetmiş tırnaklarını uzatmaya başlamıştın, bizi bulacak kadere işaret eder gibi.

Şimdi göçük altında tırnakları uzamış eline sarılıp kalmıştım, tutunmuştum.

Diğer elimdeki küreği bıraktım.

Gözlerimi açtım.

Göçük altından çıkmış, Maraş’a gidip köyümüzün mezarlığına o eli gömmüştüm, o günden sonra köyden dışarı adımımı atmamıştım.

Gözlerimi açtım.

Göçük altından çıkmış, Maraş’a gidip köyümüzün mezarlığına elin elimde gömülmüştüm, bir daha da köyden dışarı adımımı atmamıştım.

Gözlerimi açtım.

Göçük altından hiç çıkmamış, Maraş’a gidememiştim, elin elimde öylece kalmıştım.

Gözlerimi açmadım.

Açsam yırtılacaktım.