Neziiih Hayaatııım

Masayı sildikten sonra bezi bol köpükle yıkadı.
Masayı sildikten sonra bezi bol köpükle yıkadı.

Kalorifer peteklerinin arkasına kadar siliyor. Düşünebiliyor musun? Bugün nasıl gelmedi anlamadım. Burdaki elemanlar para aldığı halde. İnsan işini sevmeli. Çok sevmeli. Herkes Nezih gibi olsa. Var yaaa... Lokantacılık da zor iş. Yeni açtık.

Neziiih. Canııım.

Neziiih. Hayaatııım.

***

Şu lokantada çorba içsem mi, evet içeyim, dediğim güne kadar Nezih’i tanımıyordum. Aramızda kilometrelerce yol-cadde-sokak, yıllara vursan hani yürüme mesafesinde, belki tam üç küsur yıl.

Bir gün kader ağlarını ördü -örmüş olacak, ördüğünü sonradan çok iyi anladık- Nezih’le aramızdaki mesafe bir masa bir sandalye kadar bir şey oldu.

Önümdeki boş ekrana dalmış, bir şey bekliyordum. Uğultuya şaşkın gözlerle baktım.

Dedi ki:

Kitabınızı çekebilir misiniz?

Bilgisayarı da lütfen. Kalemi de.

Pasparlak masaya, adamın kurulmuş hareketlerine bakınca, tamam dedim, daha ne olsun.

Masayı sildikten sonra bezi bol köpükle yıkadı. Yüzüme bakmadan başka bir masaya seğirtti. Üzerinde kirli peçeteler, henüz terkedilmiş bir masa.

Yeni görev de özenle tamamlandı. Temizlik bezi iyice durulanıp kalorifer peteğinin üzerine asıldı. Harikulade. Donuk. Mimiksiz. Özenli. O giderken, Tanrım dedim. Tanrım, ne adam ama. Peşinden baktım. Lokantanın bulunduğu apartman kapısından içeri süzüldü.

Biraz titizdir Nezih.

Anlamadım?

Biraz titizdir, titiz. Buranın sahibiyim ben. Kasa işlerini kimseye bırakmam.

(Hönk??? Ona kasiyer diyeceğim. Patron benim.)

Temizler ve gider. Para da kabul etmiyor.

Yaa...

Siz, nasıl derler, yazar mısınız yoksa.

(Beklenmedik soru karşısında bocalama.)

Şeeyy been, beeen.

????

Beeen. Nasıl derler danışmanım.

Ciddi mi? Nezih’i iyileştirirsiniz belki.

Elimi ağzıma aldım: Hasta mı?

Durun size bir şey ikram edelim, kahve?

Yoo, kahve içtim, çay alayım lütfen.

Oğlum bize iki çay? Kaşlarını düzeltti ve Nezih’i anlatmaya başladı kasiyer.

Bizim Funda Hanım yok mu? Funda?(Anlamasam da başımı sallıyorum, zaten o da bunu istiyor.) Heh, ben de ondan duydum işte. Gelir buraya. Çorba filan içer. Sizin gibi sade kahve. Oturur oturur, bakınır bakınır gider. Pek dalar. Bir gün söyleniyorum, yine camlar leke leke. Silmeyi öğrenemedin, diyorum bizim elemana. Elemanları bilirsiniz. Üstünkörü işler.

Nezih’i çağırsana sen, dedi Funda.

Kimi kimi Funda Hanım? Dedim.

Şu karşıda otobüs durağını silen adam yok mu canım.

Haa onun adı Nezih mi? Belediyede mi?

Kaşlarını kaldırdı Funda. Tanımıyor muyum, diye çıkıştı. Ukala.

Ne belediyesi canım. Karşı komşum o benim.

Bunu gururla söylediğini fark ettim. Funda’nın ağzında bir bakla ki ne bakla.

Bir Türk kahvesi yap, dedim bizim elemana, Funda Hanım’a, köpüklü, orta. Öğrenemedin gitti, dedi. Sade sade. Pardon sade. Funda anlatmaya başladı. Meğer ne konuşkan bir şeymiş. Neler neler. Ben sessiz bir şey sanırdım. Belki de öyledir. Hep bu anı bekliyor gibi başladı anlatmaya.

Dedikoducunun tekii. Bi çirkiin. Konuşmaya başlayınca, o kadar şıkıdım hanımefendi gitti yani. Kedi ulaşamadığı ciğere, demeyin. Hiç alakası yok. Pek matah bir şey değil.

(Bizim kasiyer, böyle mahalle ağzıyla anlatırken iyice kuruldum sandalyeme. Rahatlamaya başladım. Tutukluğum gitti. Aradığım mevzuyu buldum sonunda. Biliyordum. Ellerim kıpır kıpır.)

Kasiyer sakallarını sıvayıp felsefe yapmaya başladı.

Hani bazı insan uzaktan bazısı yakından güzeldir. Konumuzla alakalı değil ama...

Bilirim o tipleri, dedim kuvvetle.

Ben de kime diyorum. Siz danışmansınız, bilirsiniz tabii.

İşte bizim Funda, gözler hafif kısılı, burnu havada, Nezih’i anlatmaya başladı:

Nezih aslında, komşum diye demiyorum, bakan olacak adam. Göreceksin. Baya da heveslendirdiler vaktiyle. Kimin aklına geldiyse artık. Ama Nezih yapamaz. Yani komşum diye demiyorum politika filan. Zor işler. Temiz çocuktur o. Ama bakan olacak adam. O ışık var onda. Bir gün baktım, bizim kapı paspasını bir adam yıkıyor. Kapının dışını siliyor. Dedim iyi misin? Güldü bana. Adı Nezih’miş. O gün bugündür arkadaşız... Sonra bir gün...

Burda mısınız danışman hanım? Bir çay daha söyliyim mi, çok mu uzattım. Daha neler var neler.

(Keşke Funda burda olsaydı. İç geçirdim... Kalkınma vakti o zaman.)

“Şey. Lafı bölmek gibi olmasın. Ama ben...”

Yarın tam onda burda olur, hiç şaşmaz. Mutlaka gelin.

Pılımı pırtımı topladım böylece.

Yarın kaldığımız yerden...?

Asker selamı çaktım kasiyere. Ve jetime atlayıp kaçtım.

Gerisini kameralardan izledim. Yüzünde kocaman şapşal bir gülümsemeyle, “Nezih anasıyla yaşıyor,” demiş kasiyer. -Demek anasıyla yaşıyor- Bunu not aldım:

Nezih anasıyla yaşıyor.

Sonra şunu da:

Funda arkadaşı. Komşusu. Bej rengi saçları var.

Jetimi uzuun uzun sürdüm. Dünyanın etrafında üç tur attım.

Nezih, nezih, nezih, dedim turlarken. Senin derdin ne Nezih.

***

Özet: Nezih, hijyen kokuyor. Temizlik hastası bir garip. Adı gibi dedikleri türden. Ama yanlış anlamış meseleyi. Jetimi uzağa park ettim. Yürüdüm. İkinci gündeyiz. Nezih ortalarda yok. Ama içeride kürklü bir kadın. Sigarasını cama üfleyip duran kürklü bir kadın. Kasiyer hemen kalkınıp yanıma geldi. Funda Hanım işte bu. Sizin için ikna ettim. Nezihi iyi edecek dedim. Minnettar gözlerle kasiyere baktım. Dostumdu artık. Eleman kahveyi sade yapmış. Fundaya başımla selam verip yan masaya geçtim.

Funda cama bakarak anlatmaya başladı.

Vidyocuyla kavga etmiş bir keresinde Nezih. Neymiş, temizlik suyunu çimlere atıyormuş vidyocu. Beş yıl hapis demiş savcı.

Daha neler?

Haklıydı Nezih ama. Çimlere atılır mı, tuvalete atsın.

Not: Funda Nezih’i savunuyor. Ona hak veriyor.

Diyor ki: Bütün gün apartmanın kapısını bacasını siliyor. Nasıl yorulmuyor, yorulmaz mı, otobüs durağının camlarına kadar hem de. Neyse ki hapse girmedi komşum.

İşi Funda çözmüş. Vidyocuyla konuşmuş. İkna etmiş. Vidyocu yatışmış. Sizi mi kırıcaz Funda Hanım, demiş. Tamam, demiş, eklemiş. Ama bana bulaşmasın bir da...

(Bu kadar çabuk kıvıran biri zor dava açar. Fundacım boşuna üzülmüşsün dedim sonraları. Havlayan köpek...)

Funda Nezih’i de korkutmuş sonra. Hapse girersin, anan yalnız kalır. N’apar sensiz, demiş.

Akıllı kadın Funda.

Nezih de tamam demiş. Bulaşmam.

Not: Nezih Funda’ya?

Eve temizliğe gel, desen gelir. Camlarını filan siler, öyle diyor Funda.

Sen de çağır istersen, demesin mi kasiyer.

Kaşımı kaldırdım kasiyere. Yok artık. Bundan sonra laf atma hakkı elinden alındı böylece.

Hani dosttuk, oldu son lafı.

Dostluk da bir yere kadar.

Görüyorsun, dedi Funda. Lokantayı bile pırıl pırıl... Camlarına baksana.

Çok merak ettim. Funda’nın camlarını Nezih mi siliyor acaba.

Sormasam olmaz.

Fundacım senin camlarını da Nezih mi siliyor?

Yok, çekiniyormuş. Çekinmese söylermiş. (Kasiyer başıyla tasdik etti uzaktan.)

Funda bacaklarını üst üste, elini kolunu kıvırarak sigarasını ezerek anlatmaya devam etti.

Misal burada sigara içtiğimi görse, siler beni Nezih.

Eh, haksız sayılmaz, dedim, ama duyulmadı bu.

Kasiyer bir kağıt uzattı: Kalorifer peteklerinin arkasına kadar siliyor. Düşünebiliyor musun? Bugün nasıl gelmedi anlamadım. Burdaki elemanlar para aldığı halde. İnsan işini sevmeli. Çok sevmeli. Herkes Nezih gibi olsa. Var yaaa... Lokantacılık da zor iş. Yeni açtık.

Not: Kasiyer Nezih’e hayran. Funda’yı kıskanıyor.

Su sayaçlarının altı üstü. İsterseniz bi bakın, dedi Funda. -Hakkaten de baktım bir gün, doğruydu- Mutfak tezgahınız o kadar temiz değildir sizin.

Mutfak tezgahım mıı? Küstah şey.

***

Hanımefendiii...

Duymuyor.

Hanımefendiii...

Dürtelim mi?

Şişt pişşşt.

Rahat bırakalım bence.

***

Aldığım notlar çoğalmaya başladı. Şu bakanlık işini biraz detaylandırmalı.

Şu politika işi neyin nesi Fundacım? Var mı böyle bir şey?

Hüüp, füüp, hüüp. Kahve de güzel olmuş di mi? Bakanlık işi mi? O mu? Şehir efsanesi belki de. Nezih’in çok acayip bir hayali ya da.

Olsun anlat sen. Bana hiç fark etmez.

Nezih’in ünü yayılmıştı iyice. Bu dükkan bu masalar yoktu. Çok çook çok önceleri. Bir ara baya nam salmış. Önce apartmandaki dükkanlar sonra karşı dükkan esnafı. Sonra duraktakiler filan. Sonra karşı dükkanın müşterileri. Taa ki bi dalaverecinin birinin kulağına gidene kadar bu böyle devam etti.

Nezih’in başına çorap örelim de bi eğlenelim demişler. Madem milleti rahat bırakmıyor, biz de ona yapacağımızı biliriz gibilerden. Yazık. Halbuki hiç zararı yoktur Nezih’in. Tertemizdir. Yarası olanın yarasına basıyor, o ayrı. Ben mesela. Onun gibi nezih olmak ister miydim bilemedim. Çok acayip olurdu. Gelsin bizim parti binasını silsin dursun, demişler. Nasılsa giren çıkan pek çok. Nezih bu teklifi duyunca sevinçten çılgına dönmüş tabii. Kim dönmez. Ben geç duydum. Yoksa Nezih duymadan haddini bildirirdim herkese.

Ee, kabul etmiş mi?

Kendine gel, demiş annesi deli misin?

O kadar muhabbetiniz var yani.

Komşum sonuçta. Her gün kapımı siliyor.

Ama teklif acayip bir teklifti. Büyük fırsat. Ömürde kaç kere... Nezih böylece hiç bitmicek bir temizliğe başlayabilirdi. Düşünsenize. Boy boy fotoğrafları asılacaktı her yere. Her neyse, anası izin vermedi işte.

Bari hayal kurayım, demiş anasına. Anası da olur demiş, taa bii kiii kur evlaaadııımm.

(Notlarımı hızlıca almaya başladım. Kasiyer şahit. Funda şaşkın. Kürkünü gözlüğünü çıkarsa iyi kız. Aynı ben.

Bu kadar nota gerek var mı? İş disiplininize hayranım, dedi bana. Keşke ben de çalışsam.

Bön bön baktım Funda’ya. Nezih’e yardım ederken düşledim onu. Elinde temizlik bezi, başında tülbendi. Mutlu mesut. İşte Nezih’in hayalleri...)

Ne hayaller. Sonunda kendine uygun bir iş bulduğu için Nezih’in yüzü güler. Maharetini paraya çevirecek. Bir çevresi olacaktır. Müstakbel karısı ona yardım edecektir. İkna edecektir onu. Nezih’im diyecektir karısı, belki çevre bakanı bile yaparlar seni. Nezih. Kral. Sadece mahallenin değil tüm şehrin, yoksa bütün ülkenin mi?

Halktan biri kalacaktır ama.

Külahıma anlat sen onu, dedi Funda. Parayı bulup şaşırmayan mı var? Böyle hayal olmaz. -Funda’ya yazar olduğumu itiraf ettim. Ama ondan zarar gelmez.-

Ve Nezih, önce bayanlar olmak üzere tüm halka temizlik nasıl yapılır öğretecek.

Tanrım ne güzel hayaller. Böylece bütün sokaklar, bütün bahçeler, bütün otobüs durakları Nezih’ten sorulacak. Aslan kocam diyecek karısı, aslan kral.

(Karısı cırlıyor: Cipimiz olacak mı peki, cipimiz?)

Bu kadın milleti var yaa, al Funda da böyle. Cip de cip, diyecek oldu kasiyer. Ama ağzında bant var. Sert bakışımı görünce kasaya baktı zaten. Herkes işini yapsın.

Nezih eline süpürgesini alıp sokakları süpürecek . Rol model.

Sokakları görenler, amaaan, bal dök yala diyecek. Mükemmel. Olağanüstü. Harikulade.

(Nezih: Boyası dökülmüş binalardan başlayacağım işlere. Görüntü her şeydir.)

Ben: Yok artık.

Nezih: Tamam, kabul, o benim işim değil. Sil o satırı. Her tarafı muntazam boyasınlar ama. Bir çizik görmiyim. Onu da bana yaptırmasınlar.

Bir gıdım para girmicek Nezih’in cebine.

Karısı: Pışıık. Bizim boğazımıza ne girecek peki. Niye evlendik? Cip istiyorum ben. Cip. Varsa yoksa kendin.

Ben kendimi unuttum kuzum, dedi Nezih. Buna ben bile güldüm.

Herkesi inandırabilirsin ama ben bunu yemem kocacım.

Bana inansa inansa yazar inanır.

O da inanmaz. Baksana gülüyor. Bedelsiz iş mi olur.

Şişşşt. Karın haklı. Bi durun.

Nezih artık Kral’dır.

Nasıl olmuş mu efendim, olmuş mu? İyi temizleyebilmiş miyiz? Diyecek çalışanlar.

Çalışanlarını en temizlerden seçecek. Kusursuz Nezihler bık bık çoğalacak. Nezihler çoğaldıkça, şapka çıkaracak herkes. Bbbravo. Bbbravo. Bu iş böyle yapılır.

Nezih diyecekti ki finalde. En zoru insan yetiştirmek dostlarım. En zoru bu. Biz bunu başardık.

Kalorifer petekleri, su sayaçları ölçü olacak. Trafik memurları, otobüsleri kimlik için değil temizlik için durduracak.

Otobüsler, garlar... Parlayacak.

Spreyler doğal parfümden olacak. Her otobüse bir paspas, bir saksı sardunya. Vaadlerimiz bunlar efendim.

***

— Hanımefendiiii...

— Hı?

— Şeeey...

— Hesap mı?

***

Bir gün. Artık Funda’yla başbaşa kalmam lazım dedim. Dükkansız. Kasiyersiz. Lokanta harici bir yer. Sıkıldığı belliydi dünyadan. Buluştuk. Onu jetimle gezdirdim. Acayip etkilendi. Nezih boşuna temizlik yapıyor. Dünya berbat, dedi. Gözünde kocaman yusyuvarlak bir yaş, tuttu. Büyük başarı. Sonra, keşke cipim olsa, vardı aslında sattım, diye ekledi. Bu saçma. Ama tam da kadına has. Jetimden anlayışlı keyifli bir çıkarım: Boşveer. Keyfine bak.

Konuşuyor buuu. Harikasın, dedi Funda. Göz kırptım ve ona bir tur daha ısmarladım. Buna değer.

Funda’ya baktım. Yakından çok şeker. Lüzumu kadar konuşuyor, meselesi var.

İlaveler: Funda jete bayıldı. Bir gün mutlaka bir tur daha. Felsefe mezunu olabilir. Bize kendi kendini temizleyecek sistem gerek, dedi. Yazılımcı da olabilir. Nezih’i sevdiği belli. Elimde olsa ona en güzel rolü verirdim. Jetten inmezden evvel anlattı.

Bir gün Nezih’e rastlamış yine.

Neziiih, yine mi siliyorsun hayatım. Kapı tertemiz.

Ama şurda bir leke var. Çıkmak bilmiyor. Bakın. Gördünüz mü?

Funda eğilmiş eğilmiş: Hani nerdee?

İşte şurda, işte bakın.

Ne sıkıntın var senin bu kadar Nezih? Anlatsana bana kuzum.

Sıkıntım yok ki. Ben sevdiğim işi yapıyorum

Ama sen muhasebecisin.

O başka o başka. Bunu zevk için yapıyorum.

Nezih muhasebeci mi Funda? Net mi?

Bilmiyor muydun? Söylemedi mi kasiyer?

Yooo...

Önemli not: Şifreler çözülüyor. Nezih muhasebeci.

Ne şifresi kuzum.

Hiç hiç. Sen devam et.

Funda devam etti. Onu yürüyüşe gönderdim sonra. Kendimi de apartmana. Su sayacına da o zaman baktım.

NEZİHLE BAŞBAŞA

Üzülüyordum. Tanrım yoksa bütün kirli hesaplar Nezih’in elinden mi geçiyor. İnanmak istemiyorum, hafiyelik değil işim, ama bu da bir ihtimal.

Bunu Nezih’e sormalı. Sonunda karşımda. Cevap yerine sırıttı önce.

Üsteledim. Çattım kaşlarımı. Kendini aklamak için belki de o kadar temizlik. Ha? Söylesene.

Çok ironiksin Yazar, dedi bana. Düşündün düşündün bunu mu buldun.

(Biri ispitlemiş beni ama kim. Her neyse. Yazar olduğumu Nezih de biliyor artık. Hem danışman hem yazarım. Süper.)

Ekrana boş boş baktım.

Gözlüğünün camı kirlenmiş, sileyim mi ha, dedi.

Nezih senin derdin ne?

Cevap olarak yukarıdaki çevre hayallerinden bahsetti.

Bu kadar hijyen bizi öldürür Nezih. Hikâye bile yazmıştım Nezih. Bakayım ellerine, Nezih’in elleri mis gibi. Pamuk gibi. Nasıl oldu bu?

Eldiven kullanıyorum... İçi pamuk dışı naylon.

Ciddi misin Nezih. Nezih bu çok etkileyici. Mükemmelsin.

Sandalyesinin havalandığını gördüm. Başı neredeyse tavana değecekti.

İnsene aşağı. Noldu?

Başımı kaşıdım. İki ilaçla düzelicek bir şey değil bu, kanaat ettim. Zaten psikiyatr değilim.

Danışmanım sadece. Pardon yazarım.

Yüzüme yaklaştı. Versene gözlüklerini . Parmak izleri var.

Derdini anlat bana. Çocukluğuna inelim. İlk ne zaman temizlik yaptın?

Bu sefer kaşlarını o çattı. Napıcaksın hikâyesini mi yazıcaksın?

(Ona hem yazar hem danışman olduğumu bu aşamada kendim de söyledim. Başka türlü bu kadar soru kabul etmezdi. Birinin ispitlediği iyi oldu yani. Ancak böyle inanabilirdi bana. Şüpheci Nezih. Herkese güvenmez. Haklı.)

Geçmişi boş ver dedi ve planlarını anlatmaya başladı.

Temizliğe önce yazar masalarından başlıcam. Ülkenin bütün yazarlarını tespit edip masalarını bir bir toplicam, temizlicem. Bu beni onore eder.

Göz kırptım. Kikirdedim ilk defa.

Eminim hepsinin masasında çay kahve lekeleri vardır. İnsan biraz meyve yer. Eminim klavyelerinin içi bisküvit doludur. Tuşlarını çıkarıp iyice parlatıcam.

Nezih bunları söylerken, bir yandan gözlüğüme uzanınca tersledim. Nezih, biraz mesafe canım. Kafasını çevirdi.

Fırsat bu fırsat jetime atlayıp üç kez turladım. Jüpiter’e baktım geçerken. Tanrım, dedim sen ne mükemmelsin. Nezih rol çalıyor. Bir yıldız kaydı. Peşi sıra iki yıldız daha.

Döndüğümde Nezih planlarına kaldığı yerden... Şairlere baktı önce. Masalarındaki küllükleri bir bir temizledi.

İyi insanlar yetiştirdi. Camdaki çiçeklerin bile yapraklarını sildi Nezih. Bütün kadınlar utandı. Nezih’cim, o bizim işimiz sana kaptırmayız dediler. Ama fos. Bir bir kaptırdılar.

Girdiği bütün resmi binaları temizletmeden içeri adımını atmadı. Kraldı artık.

Nezih’i gören herkes çekiniyordu. Pis damgasını yemekten ödü kopuyordu milletin.

— Hayalin oldu Nezih, mutlu musun peki?

— Çoook.

— Mutlu musun?

— Çok yorgunum.

— Dinlen o zaman...

Bitki çayı uzattım ona. Limonlu Melisa. İyi gelir bu, iç, seversin. Yorulmuş ve bitmiş olarak karşımdaki koltuğa uzandı.

Yarın, dedi. Bizim meydandaki park var, orayı temizlicem. Nasıl atladım hayret. İnsan burnunun ucundakini göremez ya.

Mır mır. Kaydıraklar. Mır mır. Kaydıraklar çok kirli.

Haklısın dedim. Sen asıl bizim ordaki lahmacuncuyu görsen. Oyun parkı kurmuşlar. Bi de plastik. Çocuklar hep mikrop kapıyor orda. Nezle öksürük bin tane dert. İğrenç.

Gözlerini açtı kocaman. Hemen not defterini çıkarttı: Oyun parklarını ihmal etme.

İnsanlar çok pis, dedi hayıflanarak. İnsanlar pis.

Arızası çok, ama haklı Nezih. Kendimi onun suç ortağı hissediyorum. Tam bu işi çözeceğim, diyorum. Her defasında yeni hedefler yeni hayaller seçerek ayrılıyor yanımdan. Onu iyi edeceğim derken, galiba ben...

Gözlüğümü uzattım.

Nasıl sevindi anlatamam. Bu ona melisa çayından daha iyi geldi. Ayakları çekik, eli yanağının altında koca bir bebek. Gözlüklerim pasparlak.

Mırıldanıyorum ekrana bakarak. Nezih söylesene, gerçekten temizlemek

istediğin şey...

Sırıtıyor.

Göz bebeğimde Nezih’in sırıtması küçükten büyüğe, küçükten büyüğe...

Büyüyor büyüyor büyüyor...

***

Neziiih. Canııım.

Neziiih. Hayaatııım.

Yine nerelere gittin.

Şu diyorum, şu geçen gittiğimiz gezegen kalıntısı var ya...

Evet canım. Şu asteroidi diyorsun

O tozlar neydi öyle, neydi ha, yarın ilk iş...

  • Siren Yayınları'ndan çıkan Colson Whitehead'in yazdığı Yeraltı Demiryolu Amerika'nın kökleriyle ilgili son zamanlarda okuduğum en iyi romanlardan. Zulüm, dehşet ve soysuzluktan doğmuş bir ülkeden bahsediyoruz. Öyle ki bu barbarlık karşısında eski dünyanın "ilkel karanlığı" cennetten çıkma gibi görünüyor. Whitehead kelimenin tam anlamıyla Amerika'nın bağırsaklarını ortaya döküyor. (A.E.)