Nur Topu Gibi Sendrom

Bir yemek kokusu gelse mutfaktan, midemiz aynı anda bulanmaya başlardı.
Bir yemek kokusu gelse mutfaktan, midemiz aynı anda bulanmaya başlardı.

Nasıl bir sendromsa bu Kuvat, biraz kuvvetlisi bulmuş beni. Her sabah mide yanması ve kramplarla uyanıyorduk. Birlikte öğürüyorduk karımla. Centilmenlik yapıyordum her defasında, lavaboyu ona bırakıp, klozeti alıyordum.

"Kuvat Sendromu," dedi psikiyatrist, "her on baba adayından ikisinde var bu, rahat ol." Olamadım. "Erkek adamın erkek oğlu olacak tabii!" diye gerinmem gerekiyordu benim. "Senin kızı benim oğlana alırız artık." şakasını yapmalıydım yakın arkadaşlara. Kız da olabilirdi, fark etmez. Alfabetik sıraya göre isim bakardı annesi geceleri, "Algın nasıl?" derdi mesela. Anlamına takardım kafayı, "Asla olmaz, birine gönül vermiş diyor burda, vurgun diyor, tutkun diyor!" diye çıkışırdım. Olaya el atardım sonra, "Buldum bak Arnisa koyalım: Çok namuslu kadın."

Nasıl bir sendromsa bu Kuvat, biraz kuvvetlisi bulmuş beni. Her sabah mide yanması ve kramplarla uyanıyorduk. Birlikte öğürüyorduk karımla. Centilmenlik yapıyordum her defasında, lavaboyu ona bırakıp, klozeti alıyordum. Bir yemek kokusu gelse mutfaktan, midemiz aynı anda bulanmaya başlardı. Dışardan söyledik uzun bir süre. Hazımsızlık problemlerimizi, bozulan uyku düzenimiz takip etti. Sekizinci sınıf Hint dizilerini izlerken bile ağlıyordum artık. Anlamsız bir dürtüyle eşlik ediyordum yavrumun anasına.

En büyük kâbusum aşermeler olmuştu. Karımın canı gecenin bir yarısı Zile pekmezi çekmişti. Ne Tokatlıydım ne yolum Tokat'a düşmüştü. Ama o an, daha önce ağzıma sürmediğim pekmezi öyle bir arzuladım ki, açık market bulamasam, o saatte kalkıp Zile'ye gidecektim. Önce babamı arayıp kütüğümün hesabını sordum, ağır konuştum. Sonra hem açık hem de sahibinin Tokatlı olmasını umduğum o marketi aradım. Girdiğim ilk dükkânın sahibi, "Yeğenim hayrola ne yapacaksın gece gece Zile pekmezini?" diye sordu. Pavlov'un köpeği gibiydim, pekmeze koşullanmıştım. Salyaları koluma silip "Karım hamile," dedim. Arka rafların birinden bir pekmez kavanozu alıp geldi. "Bu saatte bulamazsın aradığını, al bunu, Zile pekmezi diye kandırırsın, anlamaz." "Ah be dayı, keşke beni de kandırsaydın, ben de anlamazdım," diyemedim adama. "Ben karıma yalan söylemem," dedim. Yalan söyledim, çıktım. Dördüncü markette buldum aradığımı, üzerinde meşhur beyaz Zile pekmezi yazan silindirik bir tahtanın içinde.

İçinde diyorum, çünkü daha parasını vermeden açıp yemeye başladım. Bir gören olsa, son isteği pekmez olan bir idam mahkûmu sanabilirdi beni. Market sahibi, "Abi sen buna böyle yumuldun ama bu Anzer balından bile pahalı!" dese, seve seve ödeyecektim. Daha yolda midem bulanmaya başladı. Son yetmiş iki saattir sadece pekmezle beslensem bu kadar olurdu. Kokusu sardı bütün arabayı. Görmek bile istemiyordum. Karısına âşık bir adam olmasam kaldırıp atacaktım camdan. Az önce uğruna Ferhat olmayı göze aldığım pekmezin, zalım babası gibi hissediyordum kendimi. Dış güçler Zile'yi işgal etse eyvah demeyecektim. Yol su elektrik vermesinler istiyordum oraya. Orada bir köy olsun uzakta o. Gitmeyelim, görmeyelim, bizim olmasın. Gerekirse bir referandum yapalım, Zileliler çoğunlukta çıkarsa Zilelilerin olsun. Zilelilerle dalga geçen ilkokul seviyesinde kafiyeli şakalar yapasım vardı. Kendim yapıp kendim gülecektim. Babamı aradım, özür diledim.

"Yok mu bunun bir çaresi?" dedim doktora, "Hayatım zindan oldu."

Güldü doktor, "Anlattıkların biraz abartılı ama hepsi sendroma dahil."

"Göbeğimdeki bu şişlikte mi?" dedim.

"Evet evet, hepsi psikolojik."

"Tekme atıyor diyorum size."

"Bu da semptom. Bütün bunların bir arada olması beni de şaşırtıyor doğrusu, durumunuzla ilgili bir makale yazmak istiyorum hatta."

"Beni bu dertten kurtar da kadavran olayım doktor."

"İlacı yok bunun, tedavisi doğum. Ne zaman ki çocuğu kucağına alırsın, o zaman biter."

Şafak sayıyordum. Annelik müessesesine olan saygım sonsuzlaştı. Hele çocuk bir doğsun, bütün kadın derneklerine üye olacaktım. En kral feminist bendim bundan sonra. Bayan kelimesini kullananlara savaş açacaktım caddede sokakta. Ömrümü kart zamparaların ifşasına adayacaktım.

Kasılmalarımız sıklaşmaya başlamıştı. Jinekoloğumuz "Beş dakikada bir tekrar eden sancılarda, hiç beklemeyin acil gelin," demişti. Bana kalsa benim kasılmalar hemen gitmeyi gerektiriyordu. Ama karımı esas alıyorduk. Çektiğim acının açıklaması var, itibarı yoktu çünkü.

Beklenen gün gelmişti. Yoğun kasılmalar eşliğinde vardık hastaneye. Karımın çığlıkları, benim haykırışlarım... Taksi şoförü bir tür ayin halinde olduğumuzu düşünmüştü kesin. Yatış verdiler bizimkine, takibe başladılar. Gelen her artçıda omzuma asılıp bütün yükünü sırtıma veriyordu. Ben de serum askısına tutunup bastırmaya çalışıyordum acımı. Bildiğim bütün duaları okuyordum. Hemşireler ara sıra gelip karımla ilgileniyorlardı. Bazı kontrollerde bulunup motive edici sözlerle rahatlatmaya çalışıyorlardı onu. Biri de dönüp bakmıyordu yüzüme. Amerikan doları karşısında Tanzanya şiliniydim.

Doğum gecikmişti. Doktor kordon dolanması riskiyle sezeryan kararı aldı. Alelacele onayladık. En zor dakikalarımızı yaşıyorduk. Ameliyathaneye alıyorlardı karımı. Sedyenin sağ yanından sarkan elini tutmayı çok istedim giderken. Ama ben de, dokuz doğurmanın tatbikatını yapıyordum o sıra. Kendimi yatağa attım güçlükle. Yastığı dişlerken, bir elimle yatağın demir başlığını sımsıkı kavramış, diğeriyle karın boşluğuma bastırıyordum. Duaları bitirmiş zikirlere başlamıştım, bayılmışım.

Uyandığımda sersem bir haldeydim. Bizimkiler gelmişler başımdalar. Bir bardak su uzattı kayınvalidem. "Hadi gözün aydın, Allah analı babalı büyütsün." Karım kendinden geçmiş uyuyordu, narkozun etkisindeydi sanırım. Annem odanın süslerini takıyordu. Kayınpeder girdi içeriye, tost yaptırmıştı galiba. Hemşire bebeğimize mama vermeye çalışıyordu. "Bu çocuğun anne sütü içmesi gerek," dedi. "Hanfendi kendinde değil," diyerek yanıma doğru geldi, "alın siz emzirin." Aylardır çektiğim acılar sona ermiş, evliliğimizin ilk meyvesi, canımın içi gözümün nuru, canım ciğerim kuzu sarmamı almıştım kucağıma. Gömleğimin üst düğmelerini çözdüm ve...

Dehşetle sıçradım yataktan. Önce bir titreme geldi, sonra soğuk bir terleme. Bizimkiler gelmişler başımdalar. Bir bardak su uzattı kayınvalidem, "Hadi gözün aydın, Allah analı babalı büyütsün." Karım kendinden geçmiş uyuyordu, narkozun etkisindeydi sanırım. Annem odanın süslerini takıyordu. Kayınpeder girdi içeriye, tost yaptırmıştı galiba. Hemşire bebeğimize mama vermeye çalışıyordu. "Bu çocuğun anne sütü içmesi gerek," dedi. Hemen göğüslerimi yokladım. Neyse ki gerçekten rüyaymış. Bitmişti işte, tamamdı, ne kusacaktım artık, ne karnım ağrıyacaktı. Hayat normale dönmüştü. Evladıma sarılacaktım, koklayacaktım onu. Hızla doğruldum yataktan. Sanki bıçak saplamışlar gibi şiddetli bir ağrı hissettim karnımda. Gömleğimi kaldırdım, atletimi sıyırdım. Gördüğüm manzara karşısında Japon çizgi film karakterlerine dönmüştüm. Psikiyatristin yazmayı düşündüğü makale geldi aklıma. Dikiş izlerime bakılırsa tıp dünyasını hararetli günler bekliyordu.