On beş kitap 15 öykü

AŞKEFZA - SEMRA AKTUNÇ - YKY
AŞKEFZA - SEMRA AKTUNÇ - YKY

İkinci tekil şahıs anlatımın iyi kullanımlarının da yer aldığı öykülerin, konu edindiği duyguları okurda uyandırmak bakımından başarılı olduğunu/olacağını tahmin ediyorum.

Aşkefza'daki öykülerin birçoğu romana, novellaya, hiç olmazsa daha uzun öykülere dönüşebilecek potansiyele sahip. Fakat yazar belli ki okurda bir duygu uyandırmak istemiş yalnızca. Kısa öykülerde tadımlık atmosferler kurmuş. Zaman zaman anlatılan hikâyeler, öykü formuna adeta sıkıştırılmış gibi görünüyor ve bana kalırsa diyaloglar bu durumdan olumsuz etkilenmiş. Öykülerin kısalığına nispetle karakter kadrosunun hiç de dar olmadığını hesaba katarsak karakterlerin atmosfere başarılı bir şekilde dâhil edilmesini Aşkefza'nın olumlu bir yönü olarak öne çıkarabiliriz. İkinci tekil şahıs anlatımın iyi kullanımlarının da yer aldığı öykülerin, konu edindiği duyguları okurda uyandırmak bakımından başarılı olduğunu/olacağını tahmin ediyorum. (Mustafa Aplay)

  • AYRILIK ÜZÜNTÜLERİN ANNESİDİR - SİBEL ERASLAN - MUHİT KİTAP
  • Pat! düştü kalbim... Nasıl baş ederim ruhumu gark eden duygularla? Kalbimi nasıl ikna ederim tekrar yaşamaya? Dimdik durmalı insan, üzülse de taviz vermemeli. Devam etmeli. Topallayacaksa da kalbim, kimse görmemeli, duymamalı. Ayrılık Üzüntülerin Annesidir'i okurken bunları hissediyor insan. Çünkü kitaptaki öyküler hüzünlerin en tesirlisini; ayrılığı vurguluyor. Hayatın birçok penceresinden dünyaya şahitlik eden insan, muhakkak ayrılığı tadacak diyor. Gurbette kalacak ama yaşadığı şehir ona yar olacak: "Gurbetin ancak şarkılarla çekilen bir dert olduğunu düşünürdüm o vakitler. Bir kayıp verilecek, on kişiye sarılınacak." Sibel Eraslan, insanın yaşayabileceği tüm içsel zorlukları anne kucağının merhametine bırakıveriyor öykülerinde. Ayrılığın birçok rengine değinerek, farklı noktalarını resmediyor. Durmalı diyor, bazen durmalı. Uzakta kalmalı, yaşamalı. Kayıplar olsa da dört bir kolla kalanlara sarılmalı. Ayrılık tecrübesinin kişinin haletiruhiyesinden bir şeyler eksilttiğini gösteriyor ama bunun kişiye bir hayat deneyimi kazandırdığı mesajını da vermeyi ihmal etmiyor yazar. (Nilüfer Bülbül)
BİR ADIM ÖTESİ GECE - SEVGİ KORKUSUZ - PRUVA
BİR ADIM ÖTESİ GECE - SEVGİ KORKUSUZ - PRUVA

Hayatın anlam akışında yalpalanan insan kendini araya araya nereye varacak? Hangi sonucu elde edecek, ne ona yetecek de yerini yadırgayışı son bulacak? Bir Adım Ötesi Gece; bunlara benzer sorgulamalarla başlangıçları, gelişmeleri ve son buluşları gündelik hayat üzerinden anlatarak insanın duygu değişimlerini aktarıyor. Yerinden rahatsız olan insan, daima bir şeyler arayacak, bulduğunu zannedecek, yanılacak. Her şey mahvoldu diye düşünürken yeni kapılar aralanacak. Artık başkalaşmak insanı korkutmayacak, diğer şeylere alıştığı gibi buna da alışacak diyor yazar öykülerinde. Doğum ve doğurmak temalarını kişiselleştiren yazar, toplumsal ihlallere ve zorlukları da tahkiye ediyor. Doğumla başlayan hayatın aslında ölümle sona ermediğini, insanın hayattayken de yaşamaktan vazgeçebileceğini, ölü gibi ortalıkta gezebileceğini kanıksıyoruz kitapta. Eğer kitap hakkında bir eleştiri yapmak gerekirse; öyküler günlük hayattan etkili izler taşıması sebebiyle oldukça savruk bir dile ve edebi kaygıdan uzak. (Nilüfer Bülbül)

  • BÜTÜN AĞIRLIKLARIM - MÜZEYYEN ÇELİK - HECE YAYINLARI
  • Hayatın yorucu kısımlarını anlatan, görünenin ardındaki saklıyı işaret eden bir eser Bütün Ağırlıklarım. Dermanında gizli dert taşıyan öyküler, yüklerinin kasvetli havasını okuyucuya derinden hissettiriyor. Her bir öyküyle karakterlerin sıkıntılarını, buhranlarını onların penceresinden izliyorsunuz. Bu seyir, kısa metrajlı bir film gibi, hem her detaya inmeden kurgunun kıvrımlarında gezinerek hem de okuyucuyu anlatının özünde tutarak devam ediyor. Kısa ve keskin sahneleriyle sizi anlatılan anın içinde tutup bütün duyguları; çaresizliği, korkuyu, endişeyi derinden hissettiriyor. Kitabın son sayfasını da çevirdikten sonra bir öykü dolusu ağırlığı yüreğinizde taşımaya başlıyorsunuz. (Ayşenur Önler)
HAYAT GİBİ - ERCAN BAŞER - İTHAKİ YAYINLARI
HAYAT GİBİ - ERCAN BAŞER - İTHAKİ YAYINLARI

Ercan Başer Hayat Gibi adlı öykü kitabı ile yaşam ve kurumsallığın çatışmasını ya da uyuşmasını işleyerek, gündelik hayatımızdaki teorik bilgilerin varlığını okuyucuya öykü formunda sunuyor. Çizilmiş sınırlarda yaşamak istemeyen gerçekçi karakterler bize çok şey anlatıyor. Hayatın şaşırtıcı olması, bir formüle uymaması, gelişi güzel yaşanması, devamının bilinmemesi sık sık karşımıza çıkan izleklerden. Doğayı ya da bir olayı anlatırken kitaba da ismini veren "hayat gibi" başlığının hemen hemen her öyküde tekrarladığını, altının çizildiğini görüyoruz. Şaşırtıcı ögeler her öykünün başat özelliği. Hayatın içindeki sesler, kokular, renkler daha da ötesi farkında olmadan içimizden geçirdiğimiz adeta bir refleks halinde zihnimize gelen anlık düşünceleri çok başarılı yansıtmış. Ana karakterlerini konuşturarak ya da iç seslerini duyurarak, kitabın da adı olan "hayat"a atıf yapıyor. Yazar, kitaptaki tüm karakterleri ile özel bir bağ kurarak, sanki meslek olarak yaptığı mühendislik bilgisinin yalınkatlığından sıyrılmak için yazıyor öykülerini. Kitap sona erdiğinde derslerde öğrenilen bilgilerin, basmakalıp düşüncelerin, zihnimizde yarattığı oyunların hayatımızda ne kadar çok yer tuttuğunun farkına varıyoruz ve "hayat" gibi deyip farklı bir pencereden bakmaya başlıyoruz. (Necla Durmuş)

  • KUŞLAR KIRATHANESİ SAMET ÇILDAN - ÖTÜKEN NEŞRİYAT
  • Kuşlar Kıraathanesi, karakterlerine ahval-i umumiyeyi konuşturan, asude ve aheste akan bir ilk kitap. Peki neden böyle? 1989 doğumlu bir yazarın künyesine 1940 yazılsa kimsenin garipsemeyeceği bir ilk kitapla karşımızda olmasını yadırgamalı mıyız? "Yahut biz, yani geleceğe dair tek bir beklentisi kalmayanlar, durup durup geçmişe sığınalım." diyen karakterine benzer şekilde yazar da geçmişe sığınmayı bir yaşam, edebiyat görüşü olarak benimsemiş gibi duruyor. Dil kullanımının tek başına bir ölçüt olmadığını, "eski" diyebileceğimiz bir dille de hikâye anlatmanın mümkün olduğunu biliyoruz. Fakat hikâyelerin çağın dışında, kurmaca tarihinin çok eski zamanlarında kaldığında "aheste aheste" yitip giden bir ses olabildiğini düşünüyorum. (Yelda Sözdemir)
KISA DEVRE - ARZU ÖZDEMİR - HECE YAYINLARI
KISA DEVRE - ARZU ÖZDEMİR - HECE YAYINLARI

İçinde bulunduğumuz hızlı tüketim çağının ihtiyaçlarına uygun şekilde, okur tarafından hemen tüketilebilecek metinler inşa ederek yazdığı küçürek öykü serüvenine Dil Sürçmesi kitabından sonra yeni çalışması Kısa Devre ile devam ediyor Arzu Özdemir. "Ben ya da kahraman anlatıcı", "o ya da hakim anlatıcı" ve "küçük kızı ya da gözlemci" başlıklı üç bölümden oluşan kitapta uzunluğu beş-altı satırı bulan öyküler, tek satırdan oluşan anlatılar yer alıyor. Bölümlerin başlıklarına uygun şekilde olgu ve olay anlatıcıları değişiyor, ağırlıklı olarak ölüm temasının işleniyor. Yazarın özellikle son bölümde küçük bir kız çocuğunun bakışıyla günümüz olaylarını yorumlayışı, çocukların hayal dünyasını gözler önüne sermesi bakımından çok başarılı. Gereksiz sözcüklerden arındırılmış öykülerde; insanın dertleri, hisleri, yalnızlık, çaresizlik, pişmanlık ve özlem gibi duyguları etkili bir şekilde işleniyor. Başını ve sonunu açık bıraktığı öykülerin, okurun zihninde farklı şekillerde suret bulmasına izin veren Özdemir, okuru da metne dâhil etmeyi başarıyor. (Uygar Atasoy)

  • İNCELDİĞİ YERDEN BAŞLAMAK - AZİZ AVCI - NOTOS KİTAP
  • Yazı hayatına şiir ile başlayan yazarın ilk öykü kitabı İnceldiği Yerden Başlamak, son zaman öykülerinde pek karşımıza çıkmayan iletişimsizlik sorununu merkeze alıyor. Her kurgu farklı yapıda olsa da öykülerde genel anlatım kadın-erkek ilişkileri üzerine. Birbirini anlama konusunda zorluklar yaşayan karakterler en çok mutsuzluk ve ayrılık durumlarıyla karşılaşıyor. Toplumun farklı kesimlerinden seçilmiş karakterler toplumla, aileleriyle veya eşleriyle anlaşma konusunda sıkıntı çekiyorlar. Öykülerde dikkat çeken bir diğer nokta ise politik kişilikli erkek karakterler. Aslında bu öykülerde karşımıza sık çıkan bir konu değil. Kimi zaman kişiliklerinden ödün verseler de kadınlarla ilişkilerinde genelde başarısız olan bu karakterleri gayet gerçekçi bir şekilde işlemiş yazar. Varlıkları ve kişilikleri için mücadele eden karakterleri çoğu zaman başarısız olmuş bir şekilde görüyoruz. Sonu mutlu bir şekilde bitmiyor öykülerin çoğu. Bu da günümüz yaşamının gerçekliğini yansıtması bakımından öyküleri değerli kılıyor. Öyküler her ne kadar aynı konu etrafında dönerek tekrara düşüyor gibi görünse de kurgusal anlamdaki farklılıklar, olayları çeşitli pencerelerden bakma fırsatı sunuyor. (Uygar Atasoy)
MÜJDEMİ İSTERİM - MERT BALABAN - İTHAKİ YAYINLARI
MÜJDEMİ İSTERİM - MERT BALABAN - İTHAKİ YAYINLARI

Mert Balaban'ın Müjdemi İsterim adlı ikinci kitabında, üçüncü sayfa haberlerindeki kişilerin yaşamlarına tanık oluyoruz. Kültürleri aynı olan insanların hissettikleri duygulara öykülerinde yer veren yazar, onların köşeye sıkışmış hayatlarını, yaşam karşısındaki debelenmelerini, hiçbir zaman söylenemeyecek fakat içinde bir yerlerde kendine bile itiraf edemediği hislerini tüm şeffaflığı ile gözler önüne seriyor. Birçok konuya farklı açıdan bakan yazar, aşk, umursamazlık, dikkatsizlik, tek düzelik, şehir hayatı, sıradan hayatların iç dünyası, bireyin çaresizliği, günlük hayatın ritüelleri gibi temaları/konuları işlemiş ve karakter tanımlarına uzunca yer vermiş. Karakterler, olaylardan ziyade kendi gözlerinden ya da başkasının gözünden tasvir edilen; davranışlar, tavırlar, hisler etrafında dolaşıyorlar. Küçük hayatlarda sıkışmış, çaresizlik içinde günahlara sığınan, bir yandan etrafına yalanlar söyleyerek aslında en çok da kendini kandıranların hikâyesi. Birbirine benzeyen, tahmin edilebilir öyküler, bir zaman sonra okurun, öyküdeki ritmi kaçırmasına neden olabiliyor. Bazen bir tiyatro bazen de bir dizi tadındaki öyküler, yaşarken fark edilmeyen, hayatın tam içinden, aynı mekân ya da aynı olayın karakterlerin gözünden aktarılıyor olması, okura farklı bakış açıları kazanmasına yarıyor. Öykülerde, müstehcen ifadelere, olaylara, tasvirlere yer vermesinin, dilinin sadeliğine gölge düşürdüğünü söyleyebiliriz (Necla Durmuş)

  • SALACAK TAKVİMİ - ESRA ÖZDE - ŞULE
  • Salacak Takvimi, Esra Özde'nin ilk öykü kitabı. Sevme, sevilme arzusu, beklemek, vazgeçmek gibi bariz duygular arasında gidip gelen insan öyküleri var kitapta. Özellikle kadın meselelerine değinen metinlerde, ithaflardan da anlaşılacağı üzere bu hassasiyetin amaçlandığı hissediliyor fakat bunun zorlama olmadan, sırıtmadan anlatılması öyküleri yapaylıktan kurtarıyor. Ancak bir öykü kitabını başarılı yapan şey onun toplumsal meselelere duyarlı olması değildir elbette. Kurgu, dil, ritim gibi teknik unsurlara baktığımızda öyküler bir adım geride kalıyor. Kitaba ismini veren "Salacak Takvimi", "Serçenin Ölümü" ve "Gece Segâhı" adlı ilk üç öyküde ritim korunmuş olsa da bu ve başka öykülerin kurguda aynı başarıya ulaştıklarını söyleyemiyoruz. Romantik iç dökümü biçiminde karşımıza çıkıyor ve sıradan metinler olmaktan öteye geçemiyorlar. (Mürüvvet Özpehlivan)
SALAŞ HİKÂYELER - OSMAN KOCA - BEYAN
SALAŞ HİKÂYELER - OSMAN KOCA - BEYAN

Salaş, oldukça üretken ve birçok dalda eserleri bulunan Osman Koca'nın son öykü kitabı. Koca, kendine has tarzı olan, dili yetkin kullanan bir yazar. Merak duygusunu diri tutmayı başaran eser, keyifli bir okumanın yanında edebi bir lezzet de sunuyor. Kısa ve kompakt metin yazmanın zor olduğu aşikâr, oysa yazar kısacık öykülerinde bile anlatıyı ve konuyu öylesine derinleştiriyor ki, az cümleyle destansı bir metin ortaya koyuyor. Türk klasikleri üzerine de uzman olan yazar, bu yetkinliğini kullandığı kelimeler, kurduğu cümleler ve klasik, gotik ve fantastik edebiyatla ilişki kurarak bu yanını ispatlıyor. Salaş, üslup anlamında genellemelerden uzak bir eser. Dilini; sade, ağdalı, akıcı, yoğun gibi kalıplara sokmak mümkün değil. Bu da eseri eşsiz kılıyor. Aynı şeyi öykülerin konuları ve kurguları için de söylemek mümkün. Her kesimden farklı karakterlerin seslerini bize duyuran yazar, anlatının görünen yüzü ironiyi kurguda sırıtmayacak şekilde kullanıyor. (Murat Öztürk)

  • YAPI VE YASA - EMRE KINACI - EPONA KİTAP
  • Duran Emre Kanacı'nın ilk kitabı Yapı ve Yasa'daki öykülerinden birçoğu birbirine kapı aralıyor; bir öykünün sonu ardından gelen öyküde anımsanıyor ve hikâyenin başka bir zeminde devam ettiği dikkat çekiyor. Yazar öykülerini, titiz bir gözlemin dışavurumu ile çoğunlukla gerçeklerle, az da olsa efsanelerle bir araya getiriyor. Hakkında çeşitli söylencelerin anlatıldığı, dünyanın geniş bir coğrafyasını etkisi altına alan, Anadolu'nun doğusunda ana tanrıça işlevini yüklenen Şah-ı maran'ı -o büyük yılanı-, "Yemliha'nın ya da Bizlerin Masalı" ve "Oyuk'un ya da Onların Masalı" öykülerinde yeniden ele alıyor. Bu efsanevi varlığa yeni okumalar kazandırılıyor. Anonimden moderne geçiş evresinde "Bukağı" öyküsü, Camus'nun Yabancı'sına atıfta bulunuyor. "Pendname"deki minik Şermin'in rahatsızlık vermeyen başına buyrukluğu okuyucunun sevgisini kazanıyor; hayat karşısında aldığı tavır ise tebessüm ettiriyor. Ve yine "Kutu" öyküsünde Öğretmen Hanım'ın kafasında beliren baba telkinleri gülümsetiyor. Öykülerdeki anlatımın akışı hızlı değil; kitap bittiğinde palas pandıras bir sevinç yerine beklenen dinginliği yaşıyorsunuz. "Terazi yeniden dengeye geliyor" Yasa yıkılıyor, yapı kuruluyor. (Fazilet R. Özcan)
YARIN GENE OYNARIZ - CAN UÇAR - HOLDEN KİRAP
YARIN GENE OYNARIZ - CAN UÇAR - HOLDEN KİRAP

Yarın Gene Oynarız, Can Uçar'ın ilk kitabı. Öyküleri edebiyat dergilerinde yayımlanmış olan ve "Dünyanın haline bakınca binlerce neden bulabiliriz yazmak için" diyen yazarın toplumsal meselelere ve günümüz dünyasında yaşanan olaylara eğildiği öykülerinin odağında insan var. Belki de bu sebeple okuru metne dâhil eden sonlarla biten öyküleri dikkat çekiyor. İçinde yaşadığı toplumu iyi gözlemlemiş olması sebebiyle karakterleri ve mekânları ile hiç de yabancısı olmadığımız atmosferler inşa etmeyi başarmış. Birçok farklı tema işleyerek şekillendirdiği öykülerinde, üzerinde yaşadığımız coğrafyaya dair sorunları sıkça ele almış. Sorunlardan en belirgini ise çoğu insanın mücadele ettiği geçim derdi. Bu sebeple ağırlıklı olarak ciddi ve gerçekçi bir anlatım tavrı takınsa da yer yer mizahi anlatıma da başvuruyor yazar. Farklı anlatımların geçişlerini ölçülü bir şekilde yapmış. Okuru rahatsız edecek düzeyde değil. Barındırdığı keder ile toplumumuzdan izler taşıyan, derdi olan öyküleri ile "yarasını kendi saranlara..." ithaf edilmiş bir kitap. (Uygar Atasoy)

  • YILDIZLI ÇUKUR - SALİH TOKGÖZOĞLU - EPONA KİTAP
  • Salih Tokgözoğlu'nun Yıldızlı Çukur'una başladığınız anda yıkılan bir ilişkiyle karşılaşıyorsunuz. Kahraman, farklı şekillerde yıkılan ilişkiyi düzeltmeye çalışırken büyülü olan gerçeğe nüfuz ediyor ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Öykülerde garip olaylar vuku buluyor, beklenen sonlar kesinlikle gerçekleşmiyor. Tam da bu sebeple yazarın öykülerinin klişeden ayrı bir çizgi seyrettiği görülüyor. Yazar öykülerin olay ve olgu akışlarında yaptığı ters köşeleriyle okuyucunun heyecanını diri tutmayı başarıyor. "Saat Beş" öyküsü; olay örgüsüyle ilgi uyandırıyor, nihayete erişiyle farklı bir doğrultuda yer alıyor. Ortada bir karmaşa varken bu aniden yok oluyor; geçiş hızlıyken duruluyor. Tekdüzeliğin aksine bu inişli çıkışlı performans okuyucudan beğeni alıyor. Kurgu karakterlerinden kimileri her an her şeyi yapabilecek kadar fevri ama aynı zamanda afili cümleler kurabilecek kadar da derinlikli bir yapı arz ediyor. (Fazilet R. Özcan)
YOK YOLCU - KAMİL ERDEM - SEL YAYINCILIK
YOK YOLCU - KAMİL ERDEM - SEL YAYINCILIK

Kâmil Erdem, yıllarca süren yazma serüveninde heybesinde topladığı olgu ve olayları geç bir yaşta da olsa kitaplaştırmış ve okura sunmuş bir yazar. "Toplumcu gerçekçi" başlığı altına dâhil edebileceğimiz öyküleri için yazarın Marksist yönünün dışa vurduğunu söylemek mümkün. Eylem ve söylem bir arada. "Sıradan" hayatların estetize edildiği öyküler yazdıkları. Ben dili ile kurgulanan metinlerde, yazar yaşına uygun olarak izlenimci bir anlatıyı benimsiyor. Aşçı, boyacı gibi hayatın içinden isimleri ve Marksist bakışına uygun olarak genellikle emekçi sınıfını karakter olarak belirlemiş. "Ve Sefer'i, Yeter'i, Durmuş'u gündüzleyin o güne bakan tarlalarında ter döken" gibi ifadelerle bu yanını gösteriyor. Üslubunun arkasında daima bir kaygı var. "Üç yıl önce bir bombayla yok edilen insanlar." Sorun odaklı bir yaklaşım tüm öyküler boyunca her an diri. Yazar, yazma üslubunu, bakış açısını oturtmuş ve o düzlemden kaleme alıyor metinlerini. Gerek biçimsel gerekse içerik ve izlek olarak okura sunduğu yeni bir şey yok. "Aşçı ve Gül Hanım" öyküsünde, anlatıcı bir restoranda çalışan aşçıdır ve mutfaktan masaları gözleyerek yemek yiyenleri izler. Onların hal ve hareketleri üzerinden yorumlar yapar. Bu örnekte olduğu gibi yazarın yer yer "klişe"ye düştüğünü de söylemek mümkün. (Merve Uygun)