Öteki

Yaşlı Borges'e göre, ona öğüt vermek ya da onunla tartışmak anlamsızdır. Genç Borges'in kaçınılmaz yazgısı, günün birinde yaşlı Borges olmaktır.
Yaşlı Borges'e göre, ona öğüt vermek ya da onunla tartışmak anlamsızdır. Genç Borges'in kaçınılmaz yazgısı, günün birinde yaşlı Borges olmaktır.

Neredeyse ruhsal bir anomalidir bu ve yaşlı Borges'in gerçeklere, genç olanınsa gördüğü düşe tahammül göstermesi gittikçe zorlaşır. Farklı olmalarına rağmen birçok benzer noktaya da sahiptirler. İşin kötüsü, birbirlerini asla aldatamayacaklarını ikisi de iyi bilmektedir. Her biri, diğerinin karikatürleştirilmiş bir öyküntüsünden ibarettir.

1969 yılının soğuk bir Şubat günü. Yirmisine henüz basmamış toy bir delikanlı olan Borges ile yetmiş yılı geride bırakan Borges, bir bankta yan yana oturup sohbet ediyorlar. Yanlarına ilişiyorum. Dalgınım. Boz bulanık suların iri buz parçalarını sürüklediği ırmağa bakıyorum. Herakleitos'un bin yıllık imgesi gözümde canlanıyor. Nehir sularında garip bir silüet görüyorum: Yirmi yıl önceki ben... Bana hiç benzemeyen bir yabancı. Ötemdeki istenmeyen kişilik. Yitik bir gölge. Borges, "Öteki" öyküsünü yazmak için üç yıl boyunca beklediğini söyler aynı öyküde. Aklını kurcalayan kuşkuları bir duruluğa kavuşturup bir düş görüp görmediğini sorgulamıştır. Yaşadığı korkunç deneyimi üç yıl boyunca yazmaz çünkü asıl amacı aklını kaçırmamak için bu olayı unutmaktır. Öyküyü yazması da unutma çabasının bir parçasıdır aslında. Yaşadığı gerçek olayı kurmaca bir metne dönüştürerek insanların onu bir öykü gibi kabullenip okumalarını ister. Böylelikle kendisi de o sarsıcı olayın bir hayal, bir düş olduğuna inanabilecektir ama olaylar, Borges'in beklediği gibi gelişmez. Düşü gören genç Borges'in ta kendisidir.

  • "Déjà voir" dedikleri tuhaf bir duyguya kapılır yaşlı Borges, psikologlara göre bu yorgunluk belirtisidir ama önceki gece uykusunu almıştır. Tam o sırada oturduğu bankın diğer ucuna birisi oturur. Yanı başında oturan "öteki" ıslık çalmaya başlar ve duyduğu ses, artık izi bile kalmamış o avluya, yıllar önce ölmüş olan Alvaro Melian Lafinur'un anısına götürür yaşlı Borges'i. Öyküde açıkça belirtilmese de Lafinur, Borges'in baba tarafından kuzenidir, Borges'in ifadesiyle dönemin önde gelen minör şairlerinden birisidir ve Arjantin Edebiyat Akademisi'ne girmeyi başarmıştır. Yanındaki kişi, Alvaro'nun sesine öykünerek bir şiirin on dizelik ilk kıtasını okumaya başlar. Yaşlı Borges, büyük bir tiksintiyle tanır bu sesi. Duyduğu sese midesini bulandıracak kadar şiddetli bir tepki vermesi, birbiriyle bağlantılı iki ihtimal getiriyor akla. Borges, nitelikli bir şair olmak için çıkmıştı edebi yolculuğuna ama sevdiği bazı şiirlerini kendisine saklıyordu. En az düzyazıları kadar şiir yayımlamasına rağmen hiçbir zaman Hugo, Ruben Dario, Verlaine, Dante ya da Quevedo kadar büyük bir şair olamayacağını düşünüyordu belki de.

Genç Borges'e "Sana başkalarıyla paylaşmayacağın büyük bir keyif verecek şiirler ve düşsel nitelikli öyküler yazacaksın." demesi, Borges'in şiir türüne yüklediği özel anlamı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Yaşlı Borges'in ketum tavrına karşılık genç Borges'in büyük bir özgüvenle "Kızıl İlahiler" ya da "Kızıl Ritimler" adını vermeyi düşündüğü bir şiir kitabı hazırladığını söylemesi, Borges'in gençlik çağlarında şiir alanında kanatlanma arzusuyla dopdolu olduğunu sezdiren bir başka ayrıntı. Belki de yaşlı Borges, şiirden hiç vazgeçmeyen ve çocukken işittiği dizelerini şimdi pek de önemsemediği Alvaro Melian Lafinur'a kendisinin bile tam olarak tanımlayamadığı karmaşık duygular beslemişti ömrü boyunca. İğrendirici bir sesle başlayan o şaşırtıcı yüzleşme anı, özgün bir birey olmayı beceremediği için kendini sürekli başkalarıyla, üstelik pek de hayranlık duyulmayacak isimlerle özdeşleştirmeye çalışan o saf ve tecrübesiz "öteki" benliğiyle bir hesaplaşma anlamı taşıyordu. Yaşlı Borges, yanındakine merakla yaklaşır ve kim olduğunu sorar.

Düşlerin en güzel yönü kısa sürmeleri değil midir? Bilhassa karabasanların.

Öykünün bu bölümü, Hugh Everett gibi fizikçilerin uçuk teorilerini doğrular nitelikle bir postüla çıkarır karşımıza. Kıyısındaki bir banka oturdukları ırmağın hangi ırmak olduğu konusunda anlaşamazlar. Yaşlı Borges, Cambridge kentinde Charles Irmağı'nın kenarında olduklarını söyler ama genç Borges'e göre, Cenevre'deki Rhone nehrinin kıyısındadırlar. Zamanın sonsuzluğunu ve göreliliğini anımsatan ırmak imgesi, iki paralel evreni birleştiren kör bir noktaya, Soğuk Leke'ye dönüşmüştür. Yaşlı Borges, yalan söylemediğini, yaşananların gerçek olduğunu kanıtlamak için yabancıların hiç bilmediği kimi şeyler anlatır heyecanla genç Borges'e, ne var ki onu bir türlü ikna edemez. Yaşlı Borges, sükûn dolu bir kabullenişle göğüslemiş gibi görünür gerçeği, genç Borges ise gerçekle yüzleşmekten bir çocuk gibi korkmaktadır. Yaşlı Borges, eğer bu karşılaşma birer düşse evreni, doğmuş olmayı, gözlerle bakmayı ve soluk almayı kabullendiğimiz gibi düşü de kabul etmeliyiz, der. Genç Borges, kaygılı cevap verir: "Peki, ya düş sürecek olursa?" Haklıdır genç Borges. Düşlerin en güzel yönü kısa sürmeleri değil midir? Bilhassa karabasanların. En ışıltılı düşler bile sonsuza kadar sürse onların düş olduğunu asla anlayamazdık.

Borges
Borges

Yaşlı Borges, bir düş gördüğüne inanmayı isteyen genç hâlini baba şefkatiyle teselli eder. Yaşamın kendisi de kısacık bir düştür en nihayetinde: "Yetmiş yıl sürdü benim düşüm. Gerçekte, uykudan uyanıp da kendi kendisiyle karşılaşmayan insan yoktur. Şu anda bizim başımıza gelen de aynı şey, tek farkı iki kişi olmamız." İlerleyen bölümlerde, yaşanan tuhaf hadisenin sıradan bir kuşak çatışması olmadığı iyice ayyuka çıkar. Borges'in şairane tabiatının biri genç ve atak diğeri ihtiyar ve mahcup iki ayrı sürümü yan yanadır ve özde aynı olan bu iki insan, birbirlerine duygularını belli etmemek için örtülü bir savaş verirler. Kimsenin kimseyi doğrudan incitmeyi göze alamadığı ama birbirini dolaylı olarak iğnelediği ironik diyaloglar, öykünün atmosferine bir sis gibi yayılır. Hiç çocuğu olmayan yaşlı Borges, yaşamındaki derin boşluğu yeni yetme hâliyle doldurmak istiyor gibidir. Ona öz kanından bir çocuk gibi sevgi duymaktan kendini alamaz. Ne var ki söz konusu sevgi, vakur bir şefkat halesiyle çevrili olduğu hâlde neredeyse karşılıksız bir sevgidir.

Genç Borges'in evrensel kardeşlikten dem vurup toplumcu anlayışa uygun bir şiir kitabı hazırlamasına bir anlam veremez yaşlı Borges. Saçları ağarmış, gözleri iyice zayıflamış haline bile sahici bir sevgi duyamayan bir kişinin herkesi gerçekten kardeş gibi duyumsayıp duyumsamadığı hususunda derin kuşkuları vardır. Genç Borges'in dilinden düşürmediği ezilmiş ve aşağılanmış yığınlar, yaşı Borges'e göre, yalnızca soyut kavramlardır. Bu hayatta ancak bireyler somut bir biçimde var olabilirler ve sanatın asıl amacı, belli belirsiz / gölge yapılarca sindirilmiş olan bu capcanlı kimliği açığa çıkarmaktır. Borges'in "Öteki" isimli öyküsünü Dostoyevski'nin aynı adı taşıyan novellasından esinlenerek yazdığı söylenebilir ama Borges'in ötekisi bir düşman olmaktan ziyade zaman içinde daha başka, uzak bir iklime savrulan eski bir dost gibidir. Dostoyevski'nin kahramanı Golyadkin, günün birinde kendisine ikizi gibi benzeyen tuhaf bir adamla karşılaşır. Kısa sürede kaynaşıp arkadaş olurlar. "Öteki" Golyadkin'in olmak isteyip de bir türlü olamadığı ideal benliğin ta kendisidir.

Sevecen, hayat dolu ve zeki bir adamdır. Girdiği her ortamda ilgileri üstüne çekmeyi başarır. Üstelik kimse onu aşağılamaya, delilikle itham edip alay etmeye, arkasından türlü dolaplar çevirmeye cüret edemez. İşler, bir müddet yolunda gitse de Golyadkin, tıpatıp benzeri olan adama karşı zamanla derin bir nefret duymaya başlar. Karşılaştığı yabancı, Golyadkin'in kimliğini çalmaya çalışmaktadır. Yabancının kendi arkadaş ortamına sızarak maddi manevi menfaat elde etmesine bir hayli içerleyen Golyadkin, paranoyalara kapılarak akıl sağlığını büsbütün yitirir. Baktığı her yerde onlarca "Öteki" görmesi, bu garip rastlantının kopuş noktasıdır. Talihsiz Golyadkin, hikâyenin sonunda akıl hastanesinin yolunu tutar. Bu noktada Jung'un "Gölge" kavramını hatırlamamız yerinde olacaktır. Her insanın bir ötekisi mutlaka vardır ve söz konusu öteki çoğunlukla öz varlığımızla iç içedir. Gölge, karanlık tarafımızdır, akla gelebilecek her türlü melaneti işleyebilmek için fırsat kollar.

Ursula K. Le Guin'e göre, bilinçli ve bilinçdışı zihnin arasındaki eşikte bekler ve rüyalarımızda onunla, kardeş, dost, hayvan, canavar, düşman, rehber olarak karşılaşırız. O, bilinçli benliğimizle kabul etmek istemediğimiz ve kabul edemediğimiz her şeydir; içimizdeki bastırılmış, yadsınmış ya da kullanılmayan tüm özellikler ve eğilimlerdir. Jung, "Birey kendi gölgesiyle hesaplaşmayı öğrenirse dünya için gerçek bir şey yapmış olur." der. Gölgemizle yüzleşebildiğimiz, onu tanıyabildiğimiz ölçüde korunaklı bir "persona" edinebiliriz. Gölge, ilkel benliğimizdir, daima bizimledir ve öldürülüp yok edilmesi imkânsızdır fakat bir persona (maske) yardımıyla ehlileştirilebilir. Persona, tehlikelerle dolu dış dünya ile birey arasındaki bariyerdir. Dostoyevski'nin "Öteki" isimli novellasında bir anda karşılaşılan gölge bir varlığın Golyadkin'in egosunu yerle bir edişi, parçalayışı mizahi bir üslupla anlatılır. Karşılaşılan öteki, gölgenin kolektif bilinçdışındaki yansıması sayılabilecek korkunç bir ifrite dönüşür zamanla.

"Öteki" Dostoyevski'nin belki de en Gogolvari eseridir. Borges'in yazdığı "Öteki" ise gerek üslup gerek muhteva açısından Gogolvari değil tam anlamıyla Borgesvari bir öyküdür. Yaşlı Borges'in karşılaştığı kişi bir gölge değil, egosunun ham ve gelişmemiş hâlidir. Üstelik yaşlı Borges, korkulu bir düşte görüldüğünün farkına sonradan varmıştır. Bu alışılmadık durum, öyküye daha şiirsel bir nitelik kazandırır. Yaşlı Borges, olgunluk çağındaki Schopenhauer'in bir benzeridir. Schopenhauer, ilk gençlik yıllarını asla özlemediğinden gururla bahseder. Gençlerin duyuları kadar duyguları da keskindir. Renklerin parlaklığı arasında neredeyse kendilerinden geçerler. Gökyüzünü başka türlü algılayıp buluttan nem kapar, çabucak içlenirler. Bir belirsizliğin içine çekilirler durmadan. Belirsizliğe dinmeyen bir özlem duyar, üstelik ona yaklaştıkça ondan daha çok uzaklaşırlar. Yaşını başını almış kimseler, gerçeği örten, tahrif eden yanılsamalardan, hayallerden, önyargılardan büyük ölçüde kurtulmuşlardır. Her şeyi daha açık, duru bir biçimde tanır, olduğu gibi kabul ederler.

Aynı zamanda, tüm dünyevî şeylerin hiçliğini az çok idrak etmişlerdir. En aptal, yeteneksiz yaşlılara bile ayan beyan bir bilgelik görünümü veren şey, Schopenhauer'e göre, işte bu idrak hâlidir. Borges, Alef'te yer alan "Ölümsüz" isimli öyküsünde, Homeros'un sonsuzluğa uzanan imgesini düşsel ve epik bir atmosfer içinde yansıtır. Öykünün asıl kahramanı askeri halk yargıcı Marcus Flaminius Rufus, Ölümsüzler Kenti'ni ararken anlaşılması güç bir döngünün içinde bulur kendini. Bir mağaranın önünde tuhaf biriyle karşılaşır ve kendisi için "öteki" sayılabilecek bu adamı takip etmeye başlar: "Mağaralının yumuşak başlılığı, zavallılığı, belleğime Odysseia'daki can çekişen ihtiyar köpek Argos'un imgesini getirdi, ben de ona Argos adını taktım ve adını öğretmeye çalıştım. Bir türlü başaramıyordum. Gönül alma, sertlik, zorlama bana mısın demiyordu. Hiç kıpırdamadan, donuk gözlerle bakıyor, kendisine yüklediğim sesleri algılamamış gibi duruyordu. Birkaç adım ötemdeyken nasıl da uzak gibiydi bana." Yaşlı Borges ile genç Borges arasındaki algı farklılığı, Platon'un Mağara Alegorisi'nde dile getirdiği türden bir çelişkidir.

Mağaranın dışındaki asıl gerçeği duvardaki gölgelerle avunan birisine anlatabilmek neredeyse imkânsızdır. "Argos ile benim başka başka evrenler paylaştığımızı düşündüm; algılarımız aynıydı ama o, bu algıları başka türlü yoğuruyor, onlardan başka nesneler yaratıyordu; belki de onun için nesneler de yoktur, diye düşündüm, son derece kısa izlenimlerin baş döndürücü, kesintisiz bir oyunu vardır yalnızca." Yaşlı Borges, aradan geçen yarım yüzyılın sözde aynı olan bu iki insanın özlerini de değiştirmiş olabileceği düşüncesiyle sarsılır. Başka kitaplar okuyan, apayrı edebi zevklere sahip insanların birbirini asla anlayamayacağını kavramıştır. Neredeyse ruhsal bir anomalidir bu ve yaşlı Borges'in gerçeklere, genç olanınsa gördüğü düşe tahammül göstermesi gittikçe zorlaşır. Farklı olmalarına rağmen birçok benzer noktaya da sahiptirler. İşin kötüsü, birbirlerini asla aldatamayacaklarını ikisi de iyi bilmektedir. Her biri, diğerinin karikatürleştirilmiş bir öyküntüsünden ibarettir. Yaşlı Borges'e göre, ona öğüt vermek ya da onunla tartışmak anlamsızdır. Genç Borges'in kaçınılmaz yazgısı, günün birinde yaşlı Borges olmaktır.