Öykü gerçekten yükseliyor mu?

Öykü modern bir tür. Modernliğin doğasında da ardına bakmadan ilerleme ve evrim düşüncesi var.
Öykü modern bir tür. Modernliğin doğasında da ardına bakmadan ilerleme ve evrim düşüncesi var.

Aslına bakarsanız ben bir takım doğru tespitlerden yola çıkılarak varılsa da bu iddianın şişirme, aldatıcı en iyi ihtimalle erken olduğunu düşünüyorum. Bir kere şunu unutmamak gerekir; sanatta hele de yazınsal sanatlarda tekil bir yükselişten söz edilemez. “Öykü romanı geçti, şiir aldı başını gitti, deneme yarıştan koptu” demek laf kalabalığı gibi geliyor bana.

Nereden baksan on yıldır keyifle çiğnediğimiz bir sakıza sahibiz. Sakızın adı: “Öykü Yükseliyor!”

Büyük eleştirmenlerimiz gururla ilan ediyor, köşelerinde yazılar yazıyor, gençler gaza geliyor, editörler, soruşturmalar, dosyalar yapıyorlar ve gizleyemedikleri bir heyecanla tekrar tekrar soruyorlar: Öykü yükseliyor mu? Öyle ya, inanmamak elde değil, istatistikler öykünün lehine, her yıl bir öncekinden daha çok öykü kitabı çıkıyor. Kemal Gündüzalp’ın hatırı sayılır bir emekle hazırladığı öykü yıllığına göre, 2009’da 150, 2010’da 138, 2011’de 166, 2012’de 229, 2013’te 252, 2014’te 326 öykü kitabı yayımlanmış mesela.1

Sadece kitap da değil, gün geçmiyor ki yeni bir öykü dergisi çıkmasın -ve başka bir tanesi kapanmasın- Herkes öyküden bahsediyor. Kitap eklerinde, kültür sanat sayfalarında söyleşiler gırla, dosyaların ucu bucağı görünmüyor. 2 Ortalama bir öykü kitabı ya da dergisinin çıkış haberi facebook’ta en az 30 paylaşım, 200’ün üzerinde beğeni alıyor. Twitter’da favlar, rt’ler, menşınlar, hayırlı olsun’lar havalarda uçuşuyor. Genç ve saf okur, tutkuyla beğeniyor. Okuyor ya da en azından okuduğunu iddia ediyor. Tivit atıyor, paylaşıyor, sevgi gösteriyor, öyküler yazmayı deniyor, reddediliyor, kızıyor, yeniden yazıyor. (Bu hiç değişmeyecek zaten)

Öykü bir yükseliş dönemi mi yaşıyor?
Öykü bir yükseliş dönemi mi yaşıyor?

Peki emin olmak için bir kere daha vurguyla soralım: Öykü bir yükseliş dönemi mi yaşıyor? Bir yeniden doğuş? Ağzımdaki baklayı çıkarmanın zamanı: Aslına bakarsanız ben bir takım doğru tespitlerden yola çıkılarak varılsa da bu iddianın şişirme, aldatıcı en iyi ihtimalle erken olduğunu düşünüyorum. Bir kere şunu unutmamak gerekir; sanatta hele de yazınsal sanatlarda tekil bir yükselişten söz edilemez. “Öykü romanı geçti, şiir aldı başını gitti, deneme yarıştan koptu” demek laf kalabalığı gibi geliyor bana.3

Bir yükselişten söz edeceksek, bu bütün formlarda birden olmalı. Şiirin, öykünün, romanın, denemenin, eleştirinin iyi örneklerine ardı ardına şahit olmalıyız. Bunu söylerken ilk akla gelen örneği, 50 kuşağını hatırlatmaya gerek var mı? 50 kuşağı öykücüleriyle İkinci Yeni şairlerinin ilişkisini, onların adeta kendi eleştirmenlerini ve hatta kendi okurlarını yetiştirmelerini… Aynı anda bütün türlerde görülen kırılmayı, dönemin eleştirmenlerine göre “bozulmayı”, değişimi…

Bir yükselişten söz edeceksek, bu bütün formlarda birden olmalı.
Bir yükselişten söz edeceksek, bu bütün formlarda birden olmalı.

Az önce eleştirmen dedim de aklıma geldi; bugünlerde parlayan bir öykü eleştirmeninden bahsedebiliyor muyuz sahi? En önemlisi de bu aslında. Düşünsenize, yükselen bir edebi formdan bahsediliyor ama bu form üzerine düşünen, konuşan, deyim yerindeyse ortaya saçılan mücevheratın değeri hakkında söz söyleme ehliyetine sahip kimse yok. İyi - kötü eser, güzel - çirkin ayrımı hakkında düşünecek, formun sınırları, zamanın ruhu, yönelimleri hakkında söz alacak, yeri gelince ifşa ve imha, yeri gelince ortamı domine edecek, bir eleştirmen isminden bile bahsedemiyoruz. (Evet evet kitap ekleri eleştiriyi bitiriyor. Eleştiri ile ilgili büyük ezberimiz de bu kadarcık bir tesbitten ibaret ne yazık ki)

Her tezahürde, sınırlar yeniden çizilmiş, bildiğimiz topraklar değişmiş ve evimiz başka bir eve dönüşmüştür.
Her tezahürde, sınırlar yeniden çizilmiş, bildiğimiz topraklar değişmiş ve evimiz başka bir eve dönüşmüştür.

Geçelim. Bir başka açı: Öykü modern bir tür. Modernliğin doğasında da ardına bakmadan ilerleme ve evrim düşüncesi var.4 Tüm bu yenilik, özgünlük ve yükselme ihtiyacı da modern tavrın bir gereği zaten. Yani öykü, varoluş enerjisini, yenilikten alan bir tür. Diğer yandan biliyoruz ki, bütün modernlikler doğası gereği kendi muhafazakarlarını ve tekrar yeni modernleri yaratırlar. Çünkü her yenileşme denemesi, türün bildiğimiz anlamda ölümünün ilanı anlamına gelir. Yeni bir “şey”in doğması pahasına. Her tezahürde, sınırlar yeniden çizilmiş, bildiğimiz topraklar değişmiş ve evimiz başka bir eve dönüşmüştür. Öyleyse öykünün gerçek yükselişi, ancak bildiğimiz öykünün ölümüyle gerçekleşecektir. Soru şu: öykü yükseliyor ve ardında bir cenaze bırakıyorsa bu cesedin sahipleri nerede? Yani neden büyük itirazlar, aforozlar, kızgınlıklara şahit olmuyoruz? Her köşeden yükselen aferinler, “öykü yükseliyor” tezahüratları da neyin nesi?

Peki -ayıptır söylemesi bir önceki yazımda5 sorduğum sorulara atıfla- türün sınırlarını zorlayan ya da yeni bir türün doğumunu müjdeleyen eserlerle karşılaşıyor muyuz? Yani aslında öyküye bile benzemeyen öykülerle… Bizi, okuru, -varsalar- eleştirmenleri zorlayan metinlerle.6 Yazılan öyküler öncekilerin vasat tekrarlarından öteye gidebiliyor mu? Kendi yazdıklarımızı da işin içine katarak söylüyorum: Resimli, oyunlu öyküler imal edenler, memleket hikayeleri yazarları, hâlâ ve ısrarla varoluşçu öyküler kaleme alanlar, Baudelaire’le beraber tüfek çatmış gibi kötülüğün estetiğine kafa yoran sonradan görme modernler, beat kuşağı taklitçileri, metni underground kendisi konformist yazarlar, atayistler, kelime oyunlarından medet umanlar, absürt fikirlerden bir öykü çıkarmaya çalışanlar filan… İyi ama her birinin iyi örnekleri Türk ve Dünya edebiyatında bolca mevcut değil mi?

Yeniliğe ve yükselişe odaklı bir dünya ve sanat görüşüne sahip çıkanlara teessüfle haber veriyorum: Şu halde ne yenisiniz ne de yükseliyorsunuz!

Yavaşlayalım. Ara ara kendisi de öykücü olan karıma sorarım; “Ben mi daha iyi yazıyorum, Haldun Taner mi? Ben mi yoksa Feyyaz Kayacan mı? Atay mı? Bilge Karasu mu? Ben mi yoksa Calvino mu? Borges mi? Dostoyevski mi?” Daha soruyu sorarken bi’gülme gelir çünkü bilirim ki cevap her zaman benim aleyhimedir. Olumsuz cevap sadece benim için geçerli olsaydı bununla baş edebilirdim. Gerçekten. Ama günümüz öyküsünde bir başyapıtla karşılaşmayalı ne kadar oldu sorusuyla başbaşa kaldığımda iş ciddileşiyor. İyi öykü hiç yazılmıyor mu? Hiç iyi öykücü yok mu? Elbette var, okuyor, okudukça birbirimizle paylaşıyoruz da ama tekil, istisnai çıkışların yetmediği konusunda anlaşmıştık sanırım.

Peki haklıysam, öykü nereye doğru yükseliyor; vasatın hükümdarlığına, niceliğin egemenliğine değilse eğer?

Yükselme Değil Yığılma

Vasat demişken; öyküde bir yığılma olduğu gerçek. Rakamlar yalan söylemez.
Vasat demişken; öyküde bir yığılma olduğu gerçek. Rakamlar yalan söylemez.

Vasat demişken; öyküde bir yığılma olduğu gerçek. Rakamlar yalan söylemez. Daha önce de söylediğim gibi öyküler yazılıyor, dergiler, kitaplar çıkıyor. Ama bunun sebebinin, içinde bulunmakla sınandığımız çağla alakası olduğunu göz ardı etmemek gerek. Yani rakamların yüksekliği bir sürü iyi öykü yazıldığı anlamına gelmiyor. Öyküde “yenilik ve yükseliş”i itekleyen, ortaya çıkaran bir edebi yönelim, orta’sı alınabilecek, tespit edilebilecek bir enerji birikimi olduğu anlamına da. Bu kağıdın daha kolay bulunduğu, her evde bilgisayar her evde internet bağlantısı olduğu, baskı tekniklerinin ucuzladığı, geliştiği, kolaylaştığı, yayınevi sayısının; en önemlisi de okur ve yazar sayısının arttığı anlamına geliyor.

Okur sayısı arttı çünkü hayat şartları değişti, yükselen, gittikçe kalabalıklaşan bir orta sınıf var. Ortalama bir yaşam standardını tutturmuş, Maslov’un ihtiyaçlar hiyerarşisiyle baş edebilen, hayatında “entelliğe” ihtiyaç duyan… Ve okur, istiyor. Kitaplar okumak, okuduklarıyla fotoğraf çektirmek, paylaşmak, namını yürütmek istiyor. (Olumlu ya da olumsuz anlamlar çıkarmaktan ziyade durum tespiti için söylüyorum) Dolayısıyla “piyasa”, orta sınıfı beslemek için her daim yeni kitaplar çıkarmaya ihtiyaç duyuyor. Ve bu okurların bir kısmı vakti geldiğinde artık yazmak da istiyor. Öyle ya, yeterince kitap okumuş, sosyal medyada, blogunda yeterince yazmış ve kendi okur kitlesini bile oluşturmuştur.

Emsalleri arasından bir şekilde sıyrıldığına göre zeki ve yeteneklidir de! Pekala yazdıkları artık kitaplaşmalıdır. Eh işte al sana kültür endüstrisi. Kendisine okur ve yazar olarak bile tüketici yaratan kapitalist sistem. Zanaatin, büyünün, heyecanın, coşkunun kaybolduğu; yerine derinlikten, nitelikten yoksun harf birikmeleriyle, günlüklerle dolu sayfaların, fiyat etiketlerinin koyulduğu bir vasat. Ve bu vasat görünen o ki artık romanla birlikte öyküye de ilgi duyuyor. Entelektüalizm yapıyor gibi görünmek istemem ama bütün bu yığılma halinin yükselme diye görülmesi körlüğün ta kendisi.

Yine de

Yine de söylediklerim, öykü adına karamsar olduğum anlamına gelmiyor. İfadelerin düzeltilmesi, resmin doğru görülmesi talebi o kadar. Tüm bu halin, bir “önce”lik hali olduğunu düşünüyorum. Öykü adına da, roman ve diğer yazınsal türler adına da bir geçiş evresinin yaşandığını, suyun akıp yatağını bulacağını... Umulur ki bütün bu yığılma bir “yaratıcı hamle”ye gerçek bir yükselişe ve doğuma gebe olsun.

  • Arketipler, arketipler... (burada elini ufka doğru uzatır)... her yerdeler... (BB)
  • 1 Kemal Gündüzalp, 2014 Öykü Yıllığı, Dedalus Yayınları, s.29.
  • 2 O soruşturma sorularından üç dört ayda bir bana bile geliyor. İtiraf edeyim, durumdan emin olamadığım için cevaplarım bugüne dek ya genel yargıyı onaylayan cevaplar oluyordu, şunun gibi: “Evet yükseliyor olmalı, iyi öyküler yazılıyor, bir sürü yeni öykücüyle tanışıyoruz. Öykü dergileri çıkıyor, ilgi görüyor…”
  • Ya da dolambaçlı itirazlar. Şunun gibi: “Öykünün yükselişi, onun ölümü anlamına da geliyor aslına bakarsanız. Bir edebi formda iyi eserler ortaya koyulduğu ve iyi eser verenlerin sayısı arttığı anda artık form, yazarlarına yetmemeye de başlıyor. Bugüne kadar sınırlarını ezbere bildiğimiz öykü, bu tempoyla değişip dönüşecektir.‘Öykü yükselişte’ denmesine sebep olan tüm bu ‘mutlu’ telaş, bir yönüyle neye gebe olacağı belirsiz bir ‘önce’lik hali aynı zamanda.”
  • 3 Öykücülerimiz romancılarımızı geride bıraktı, bizim öykücüler çim pistte harikalar, gibi değerlendirmeler yapan “at sahibi” eleştirmenler elbette mazurlar. Onların derdi üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek çünkü. Daha doğrusu kendi haralarını oluşturmak.
  • 4 Burda elbette benim sanat görüşümü değil modern ve öykü kelimesi yanyana gelince ortaya çıkan kavramsal manzarayı konuşuyoruz.
  • 5 “Hikaye Ne İşe Yarar, Öyleyse Ne?”, Post Öykü 4, syf. 78
  • 6 Derken biçimsel oyunları kast etmediğimi belirteyim. Bir geriye dönüş bile bildiğimiz öykünün anlam haritasını değiştirebilir pekala. Böyle derken de sadece geriye dönüşü kast etmediğimi söylemeye gerek var mı?