Öykünün Dantelası: Oysa Rüyaydı

Merve Koçak Kurt
Merve Koçak Kurt

Hece yayınlarından çıkan ikinci kitabı Oysa Rüyaydı; başka hayatlardan, yalnızlıklardan ve rüyalardan örülü yirmi iki öykü barındırıyor içinde. Dantel benzetmemiz yalnızca titiz bir işçiliğin gereği değil elbette. Geçmişi, nostaljiyi hatta gelenekselliği yakalayabiliyorsunuz bu öykülerde.

“Allah insanı yaratırken aletlerinden birini bıraktı”, der Tanpınar. O aletin de istiare sanatı olduğunu ekler peşi sıra. İstiare yani eğretileme, şiir dili haricinde roman ve öyküde de sık tercih edilen söz sanatlarından. Bir kelimeyi başka bir anlama gelecek ya da o başka anlamı çağrıştıracak şekilde kullanmak... Edebiyatın/edebi üslubun çoğu kez kendi kendini doğurduğu rahim işte tam da burası. “Dağ, sırtında yemyeşil bir pelerinle doğrulmuştu.” dediğimizde, “yeşil pelerin”in aslında ne olduğunu, bize neyi çağrıştırdığını gizliden gizliye bilir, edebi bir metinle aramızdaki bu sihirli sözcükler, şifreler aracılığıyla yakınlık kurarız.

Oysa Rüyaydı, Merve Koçak Kurt, Hece Yayınları
Oysa Rüyaydı, Merve Koçak Kurt, Hece Yayınları

Öykü dilinde, daha doğrusu anlatım tutumunda benzetmelerden, istiarelerden, mecazlardan vazgeçmeyen kelimeler üzerine kafa yoran, onları dönüştüren yazarlarımız var. Merve Koçak Kurt da onlardan biri. Onun öykülerinde, yoğun simgesel bir anlatımla beraber, pencere kenarında düşlere dalmış dantelâsını ören yalnız bir kadının titiz işçiliğine rastlarız. Böylesi ilmek ilmek işlenen öykülere yenilerini eklemeye devam ediyor yazarımız. Hece yayınlarından çıkan ikinci kitabı Oysa Rüyaydı; başka hayatlardan, yalnızlıklardan ve rüyalardan örülü yirmi iki öykü barındırıyor içinde. Dantel benzetmemiz yalnızca titiz bir işçiliğin gereği değil elbette. Geçmişi, nostaljiyi hatta gelenekselliği yakalayabiliyorsunuz bu öykülerde.

Kitabın adından da anlaşılacağı gibi rüya temi oldukça ağır basıyor öykülerde. Kızıl Dutun Boynu başlıklı öyküde kaydedilen bir rüyanın yazgıya evrilişine, Kâğıt Kesiği’nde, bir yandan oğlunu öte yandan yalnızlığını büyüten bir kadının çöl düşüne, Mayıs’ın Sardunya Kırmızısı’nda anılar ve rüyaların iç içe geçişine şahit oluyorsunuz. Beni fazlasıyla etkileyen öykülerden biri de Palmira’nın Düşüşü. Yine rüyadan mürekkep bir geçitte, üçüncü yüzyılın Suriye’sinde hüküm süren Palmira İmparatorluğu’nun kraliçesi Zenobia ile karşılaşıyor ve tarih içinde küçük bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Öykü, hayatın bazı katı gerçeklikleriyle de yüzleştiriyor bizi. Palmira antik kendi üzerine sürdürdüğü çalışmalarıyla tanınan Suriyeli arkeolog Halid Esad’ın “Irak ve Şam İslam Devleti” adlı örgüt tarafından saklı antik hazinelerin yeri konusunda sorgulanması ve müze meydanında katledilmesi olayına bir atıf görüyoruz öyküde. Uzak ve yakın geçmişle birlikte bugünün dünyasında üç zamanlı bir yolculuk...

Öykülerin çoğunlukla rüya ve masal arasında seyrettiği bir çizgide zaman zaman gerçek olaylara, gerçek mekânlara da rastlıyorsunuz. Şüphesiz her anlatı bir açıdan otobiyografiktir. Merve Koçak Kurt bu meseleyle ilgili şöyle diyor bir röportajında:

“Her metnin otobiyografik özellikler taşıdığını söyleyebiliriz edebi metinlerde. Ancak önemli olan yazarın, yaşamından damıttığı, imbiğinden geçirdiği kelimelerle yeni bir dünya/evren ‘kurması’dır. Sardunyalar bulacaksınız kitapta, kırmızı. Çok severim. Simgeseldir benim için anlamı. ‘Feyruz’un Sesinde’ bir öykü olup ‘Habbaytak Bissayf’ı söyleyecektir. O kadim şehir Antakya’dır, çocukluğumdur. ‘Günlerden Mavi’ Gökçeada’dan esen bir vapur rüzgârıdır. ‘Kızıldut’un Boynu’ bir yer ismidir, doğudaki o şehirde. ‘Bu, Bizdeki, Derinlik Sarhoşluğu’ İstanbul’umdur. ‘Sus Sineması’nda izlediklerim Ulus’ta bir zamanlar ‘var’ ama şimdi ‘yok’ olan sinemadır, hayalidir. Yani anlayacağınız hikâyeler ‘ben’den bir iz taşımakla beraber ben/im değildir. Zaten kitapta da şöyle diyor: ‘Eksik parçalarını tamamlamaya çalıştığımız yapbozun adıydı hayat.’”

Bir Ankara’lı olarak “Sus Sineması” öyküsünü okurken bir satırda özellikle tebessüm ettim. Acı Çeşme Sokağı’nın adı geçiyordu o satırda. Ulus’ta dolaşırken sık sık önünden geçer, içimden tam da öykülere konu olacak bir ismi var sokağın, derdim. Ve ansızın bir öyküde karşılaşınca kendi adıma hoş bir incelik, küçük bir jest oldu bu. Yazarlık ve okurluk sandığımızdan çok daha sıkı bir bağ taşıyor. Yazarın kendi hayatından damıttığı kelimeler, anlar, mekânlar okurun da tecrübe ettikleri, ya da en azından içinden geçirdikleri oluyor çoğu kez. Eminim okuyan herkes kendi sokağına bir şekilde rastlayacak bu öykülerde.