Sonra Anlatılması Gereken Hikâyeler

Ancak  Okan Çil’in kitabı bittiğinde insanın ağzında bir çiğlik tadı kalıyor.
Ancak Okan Çil’in kitabı bittiğinde insanın ağzında bir çiğlik tadı kalıyor.

Okan Çil “Onu da Sonra Anlatırım”da rahat bir dil ve anlatım kullanıyor. Gündelik konuşma ve konuların verdiği rahatlığı sonuna kadar kullanıyor öykülerinde. Öyküsünü ve okurunu gereksiz yere yormuyor. Bu da rahat ve kolay okunan öyküler olarak dönüyor bizlere.

Türkiye’nin yazın toprakları son yıllarda öykü anlamında oldukça bereketli. Topraklarımız her yıl hasat zamanı bereketli öykü mahsulleri veriyor. Bu mahsul kimi üretici ve tüketiciyi mutlu ederken kimini de etmiyor. Kaliteli ürünlerin yanında kalitesiz ürünler de çıkıyor piyasaya. Öykünün bu fazla mahsulü bir taraftan “Öykü yükselişte mi yoksa bu hep böyle miydi?” tartışmasını beraberinde getirirken bir enflasyon da oluşturuyor alıcılar için. Bütün bu debdebenin içinde öykü ve genç öykücüler kendilerine akacak bir yol bulmaya çalışıyor ve buluyor da bir şekilde.

Okan Çil de bu bereketli iklimde kitabı çıkan genç yazarlardan. On yedi öyküden oluşan, orijinal bir isme ve Dedalus özgünlüğünde bir kapağa sahip “Onu da Sonra Anlatırım” zamanın baskın öğe ve anlatış tarzıyla konuşuyor okurla.

Okan Çil “Onu da Sonra Anlatırım”da rahat bir dil ve anlatım kullanıyor. Gündelik konuşma ve konuların verdiği rahatlığı sonuna kadar kullanıyor öykülerinde. Öyküsünü ve okurunu gereksiz yere yormuyor. Bu da rahat ve kolay okunan öyküler olarak dönüyor bizlere. Kimi zaman başarılı mizah ve göndermelerle de öyküsünü güçlendiriyor. Ancak Okan Çil’in kitabı bittiğinde insanın ağzında bir çiğlik tadı kalıyor. Sanki tamamlanmamış, üzerine biraz daha çalışılsa dediğimiz öyküler çoğunlukta kitapta. Öykülerdeki sadelik belli yerlerde derinlikten yoksun olmaya yol açıyor. Bu, bir okur olarak benim en çok rahatsız olduğum konulardan biri.

Kitabın giriş öyküsü “Aşk Fiillerinin Unutulmaz Nesnesi” başlıklı öykü. Öyküde, Okan Çil günümüzün değişen iletişim şekilleri üzerinden ironi yaparak bir çiftin aşk ve evliliğini anlatıyor. Öykü konu itibariyle güzel ancak anlatış ve örnekler üzerinden vasat bir öykü. Sebebiyse öyküde anlatılan şeyin çok daha iyi ve ayrıntılı şekilde birçok filmde, romanda ve öyküde işlenmiş olması. Okan Çil’in öyküsü bana lise birde İngilizce dersinde oynadığımız piyesi hatırlattı. Piyeste internet üzerinden tanışan iki çift evlenmeye karar veriyordu. Kız isteme merasiminde konu sosyal medyaya geliyor ve facebook’tan birbirini dürten, twitterdan dm’leşen ve instagram üzerinden âşık olan gençlerin ancak fotoğraf albümünün beğenileceği söyleniyordu.

Okan Çil’in öyküsünde baskın olarak beliren bir İzmir var. Çekirdeğe çiğdem denmesi, öyküde İzmir’in ilçelerinin adının geçmesi, deniz, kum ve İzmir’in havası her öyküye sinmiş vaziyette. Bu durum kitaba farklı bir şeyler katıyor. Anlatılanları güzelleştiriyor. Okan Çil neredeyse hiçbir öyküsünde mesaj verme kaygısına girmiyor. Bunu en belirgin olarak gördüğümüz yerler “Serkan ve Osman Abi” ile “Bir Kulunu Çok Sevdim” öyküleri. Her iki öyküde de bir şeyler beklerken olan şey kısa ve net. Mesaj ya da derinlikli bir çıkarımda bulunma imkânı vermekten azade. Özellikle “Serkan ve Osman Abi” öyküsü. Balık tutan iki arkadaşın arasındaki diyaloglardan kurulan öyküde sabır üzerine kısa sohbetler yapılırken öykü ironik bir biçimde bitiyor.

Kitap için genel bir şey söyleyerek sözü bitirmek gerekirse Okan Çil’in öyküleri yalın, akıcı bir anlatıma sahip. İronisi bol, gündelik hayatınsa her şeyiyle yer aldığı öyküler. Ancak öykülerde hissedilen bir çiğlik var. Biraz bekleyip anlatılsa daha da iyi olabilirdi belki de.