Süleymaniye’de bayram namazı

Necip Tosun

Süleymaniye’de bayram namazı. Sonra Eminönü, Karaköy, Galata Köprüsü ve Boğazı seyrediş. Eve telefon edip bayramlarını kutlama. O eski öyküyü daktilo ettim. Çok az okudum. Şu sıra kötü bir hastalığa yakalandım. Sürekli seyrediyorum, bütün gün pencere kenarına oturuyor, dışarı bakıyor, bakıyorum.

15.12.1984

Herkesle vedalaşıyorum. Saat 11.45. İşte gidiyorum. Kar yağıyor. İstanbul yolunda kafamı otobüs camına yaslıyorum. Askerlik ve İstanbul. Görmediğim, bilmediğim bir kez niyetlendiğim ama darbe olduğu için gidemediğim İstanbul’a şimdi asker olarak gidiyorum.

20.01.1985

Yemin töreninden sonra sivil elbiselerimi Kırıkkale’ye göndermem gerek. Nereye bırakırım, elbette Ahmet Kekeç’e. Ahmet Kekeç’in çalıştığı yayınevine gidip bırakıyorum. Ahmet neşeli, hiç askerlik dinlemek istemiyor. “Ya askerlikte olur böyle şeyler” diyor. İlk kez İstanbul’u görmek, Tuzla’dan trenle Haydarpaşa’ya gelmek, sonra vapurla karşıya geçmek, Cağaloğlu’nda dolaşmak, hayata dokunmak, en kötüsü de geri dönmek, o nizamiyeden içeri girmek, tekrar koğuşlara yönelmek, çay sırasına girmek…

Akşam gidecek yerim yok, ya otele ya da ajansta sabaha kadar oturmak. Ben ikincisini seçiyorum. Hasan Aycın ve Osman Bayraktar çıktıktan sonra ben sabaha kadar büroda oturuyorum. Erkenden Eminönü’ne iniyorum. Karaköy’e, Haliç’e, karanlıklar içindeki Galata Köprüsü’ne bakıyorum. İstanbul’un karanlıklarına sığınmak, kaybolmak istiyorum.

01.05.1985, İstanbul, Hasdal Kışlası

Bir gün herkesin komutanım diye etrafımda dolaştığını, söylediğim her şeyi yaptığını, ciddiye aldığını hissettiğimde -oysa ben onları çok seviyordum ve omzumun üstündekileri hiç görmüyordum (ne vardı?) ve onlardan biriydim ama onlar sadece omzumun üstündekileri görüyorlardı- ne yapacağımı şaşırmıştım. Ne olduğunu anlayamadan günlerce dolaştım aralarında. Ve benim onlardan biri olduğumu ve onların sevinçlerini ve üzünçlerini paylaşmaya hazır olduğumu anladıklarında sevgi ve saygıyla sarıldılar bana. Tutumum karşısında neye uğradıklarını şaşırdılar ve şaşkınlıktan sevinemediler. Ne vakte kadar sürecek diye beklediler. Şu an bir ay oldu ve tutumumun değişmeyeceğini anladılar ve sevinçten gönendiler.

02.05.1985

Âdeta hayatın içine düştüm. Her taraftan hayat ve acı fışkırıyor. Her bölgeden, yöreden insanla yüz yüzeyim. Tümüyle kitaplar arasında ve küçük bir arkadaş grubuyla geçen yıllardan sonra hayatın gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorum. Bütün günüm bu insanlarla birlikte geçiyor. Bunlar kitaptaki hayata benzemiyor. Kanlı canlılar, insanın yanında duruyor, acıyı anında aktarabiliyorlar. Bu kez olup bitenler kitapta geçmiyor, hemen yanı başımda oluyor. Bense parkamın cebinde Tutunamayanlar, şapkamı iyice öne doğru indirmiş, sanki bir başka âlemden bakarak tüm olup bitenleri anlamaya çalışıyorum.

03.05.1985

Jeeple çarşıya gidiyoruz. Şoförün parmağındaki yüzük dikkatimi çekiyor. “Evli misin?” diyorum. “Şey” diyor, “Nişanlı mısın?” diye tekrar soruyorum. “Komutanım nişanlıydım, ancak bir hafta önce babam geldi. Doktorlar nişanlımın evlenmesine izin vermiyorlarmış. Böbrekleri bilmem nerdeymiş…” Jeep, Eyüp’te trafikte akıyor, Haliç’in ağır kokusu genzimizde.

01.06.1985, İstanbul

Geç vakitlere kadar uyudum, öğleye kadar. Aceleyle üstümü giyinip pasaj kapanmadan Âlim Kahraman’la görüşmek amacıyla Fındıkzâde’den ayrıldım. Ahmet Kekeç de yok, Âlim Kahraman da. Mustafa Çelik’le tanıştık. Mehmet Metiner, Sezai Karakoç’un bir kitabı üzerine yazı yazmamı istiyor, önce doluyum diyorum sonra kabul ediyorum. Ruşen Çelik, Ahmet Kot, Hasan Aycın, Süleyman Kalkan’lı bir gün sona eriyor.

02.06.1985, İstanbul

Çok güzel bir gün. Nurettin Yaşar ve Süleyman Kalkan’la birlikte Erenler’de, yollarda birlikte, kahkaha, tartışma…

08.06.1985, İstanbul

Ahmet Kekeç’le birlikteyiz. Sultanahmet’de bir parkın banklarına oturuyoruz. “Dur” diyor “sana yeni öykümden bir parça okuyayım.” Nefis sesiyle okumaya başlıyor. “Erenler’deki sohbetleri ti’ye alıyorum” diyor. Bana dönüp, “kardeşim sen de öykü yaz okuyalım” diyor. İsimler, dergiler, kitaplar içinde yüzüyoruz.

17.06.1985, İstanbul

İlhan Berk’in İstanbul Kitabı, Selim İleri’nin Ölünceye Kadar Seninim, Virginia Woolf’un Dalgalar, Cannetti’nin Körleşme’si var şu an elimde. Büyük bir sevgiyle karıştırıyorum. Üç dört gün sonra Süleymaniye’ye bayram namazına gideceğim. Daha önce hiç gitmedim Süleymaniye’ye. Biraz da Yahya Kemal’in şiirini yaşamak için gideceğim oraya. Hayatımda ilk kez bir bayram namazını ailemden uzakta kılacağım. Artık başlamanın zamanı geldi. Oysa ailemin yanına gitmem mümkündü ama gitmedim İstanbul’u dolaşacağım yarın. Öykü yazacağım, kendimi dinleyeceğim. Belki Ahmet Kekeç gelir, ona öykümü okurum. Belki darmadağınık öykülerimi daktilo ederim.

20.06.1985, İstanbul

Süleymaniye’de bayram namazı. Sonra Eminönü, Karaköy, Galata Köprüsü ve Boğazı seyrediş. Eve telefon edip bayramlarını kutlama. O eski öyküyü daktilo ettim. Çok az okudum. Şu sıra kötü bir hastalığa yakalandım. Sürekli seyrediyorum, bütün gün pencere kenarına oturuyor, dışarı bakıyor, bakıyorum. Hemen pencereyi açsam apartmanların evde kalmış kızları balkona fırlarlar. Neyse bunlar şairlerin işi. Yorgunum.