[Tepegöz'ü] bağışlamak mümkün mü?

Tepegöz doğmuş ve böylece bir dizi bağışlanamaz olanın gerçekleşeceği şer kapısı açılmıştır.
Tepegöz doğmuş ve böylece bir dizi bağışlanamaz olanın gerçekleşeceği şer kapısı açılmıştır.

"Tepegöz'ü bağışlamak mümkün mü?" sorusunu yinelediğimizde, belki de bağışlamanın, yalnızca imkânsız olanı denemek olduğunu fark edebiliriz.

I. Başlamak Üzerine

"Düşüncelerimin tutkuyla tartışılacağı yirmi birinci yüzyıl için yazıyorum."1 diyordu Jankélévitch. Düşüncelerin tutkuyla tartışılması bir kenara, insanların insanca bile yaşayamadığı yirmi birinci yüzyılda, tarihin, kameraların ve sosyal medyanın "büyük" tanıklığında, "bağışlama" kavramını, bizi biz yapan hikâyelerden biriyle, "Basat depe gözi öldürdiği toyı beyân eder" adlı hikâyeyle yeniden düşünmek mümkün mü?

II. Zamanaşımına Uğramak Üzerine

Jankélévitch'in "Bağışlamak mı?" [Pardonner] metni şöyle başlar: "Bağışlamanın ya da en azından unutmanın zamanı geldi mi?"2 Jankélévitch, bağışlamayı "unutuş" olarak görmediğini, bağışlama olarak adlandırılagelen ancak "saf bağışlama" olmayan üç durumdan bahsederken açıklar.3 Burada dikkat çekmek istediğim nokta, "Bağışlamanın ‘zamanı' geldi mi?" sorusu. Zira Jankélévitch de Nazilerin işlediği meşhur savaş suçunun, 1965'te zamanaşımına uğrayacağının gündeme gelmesiyle, bağışlama kavramı yahut edimi hakkında düşünmeye ve yazılar yazmaya başlar. Gazetede yayımlanan bir sayfalık "öfkeli" mektubunu [Hatta Derrida, Jankélévitch'e yönelttiği eleştirilerinde, onun bu mektubu tartışmacı bir hiddet ve öfkeyle yazmaya devam ettiği için sözlerin gerisini okumak ve alıntılamak istemez.], genişleterek "Zamanaşımına Uğramayan" adıyla yayımlar. İnsanlık adına, bağışlamaya geç kalındığı kadar, bağışlama üzerine düşünmeye de geç kalınmış gibi görünmektedir.

Jankélévitch'in zamanaşımı meselesiyle başlayan bu süreç, saf bağışlamayı tartıştığı metinlere doğru genişleyip ilerler. Jankélévitch, zamanaşımına uğrayacak bir suçu, şiddetle eleştirirken, zamanın etkisinin maruz kalınan kötülüğün etkisiyle bir ilişkisi olmadığını ileri sürer ve insanlığa karşı işlenen suçların zamanaşımına uğramasının asla ve asla söz konusu olamayacağının altını çizer.4 İnsanlığa karşı işlenen suçlar, Türk Ceza Kanunu'nda yer aldığı şekliyle; kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, eziyet veya köleleştirme, kişi hürriyetinden yoksun bırakma, cinsel saldırıda ve istismarda bulunma, zorla hamile bırakma gibi fiillerinin; siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi olarak tanımlanır. Jankélévitch'e göre bahsi geçen bu zulüm, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş ve tekrarlanması mümkün olmayan bir kötülüktür.5 Örneğin Türklerin yalnızca Türk olduğu için, Müslümanların yalnızca Müslüman olduğu için, Jankélévitch örneğinde ise Yahudilerin yalnızca Yahudi olduğu için maruz kaldığı "ontolojik kötülük"6 zaman aşımına uğraması söz konusu olmayan, dolayısıyla zamanın hiçbir biçimde etki edemeyeceği suçlardır.

Jankélévitch, "Should We Pardon Them" metninde, ilkbaharın iyilere ışıldadığı kadar kötülere de ışıldadığını, çiçeklerin her yerde olduğu gibi, Auschwitz'te de yaşanan tüm dehşete rağmen iğrenmeden açmaya devam ettiğini söyler.7 Yalnızca Auschwitz değil, Tasmanya'dan Srebrenitsa'ya, Ruanda'dan Cezayir'e, Vietnam'dan Orta Doğu'daki iç savaşlara, Kore'deki Bodo League Katliamı'ndan hâlâ devam eden Gazze işgaline, Birinci ve İkinci Dünya savaşlarındaki kayıplar bir kenara, savaşta milletin onurunu yok saymak adına "öteki" milletlerin kadınlarına yapılan muameleye varana kadar, tarihin ve insanlığın "büyük" şahitliğini göz önünde bulundurursak [sayamadığım insanlık suçları için beni "bağışlayın"], her yerde çiçekler açmaya devam eder. Jankélévitch'in dediği gibi, tüm bunlara rağmen, ilkbahar iyilere ışıldadığı kadar kötülere de ışıldar.

III. Bağışlamanın Ne Olmadığı Üzerine

Jankélévitch'e göre, her şeyden önce bağışlamanın konu olabilmesi için, kötü bir eylemin varlığından, dolayısıyla eylemi gerçekleştiren ve bu eyleme maruz kalan kişi veya kişilerden söz etmek gerekir.8 Ve bağışlamaya karşılık gelmemesine rağmen, bağışlama olarak adlandırılagelen üç durumdan9 bahseder. Bunlardan ilki, zamanın bozucu etkisidir; insanlığa karşı işlenen suçların zamanaşımına uğraması hiçbir koşulda mümkün değildir ve zaman değerlerden, değerler de zamandan bağımsızdır.10 Bunların yanı sıra, mağdur, zaman içinde acısına alışsa da, bu acı kimi zaman azalmaz, hatta mağdurun öfkesini daha da artırır. Jankélévitch, "zamanı çift taraflı bir kılıç" olarak adlandırırken zamana eşlik edenin "unutma" değil giderek büyüyen bir "nefret" olabileceğinin de altını çizer.11

İkincisi, anlama ve mazur görmedir; gerçekleşen kötülüğün faile ait bir durum olarak değerlendirilmemesidir.12 Yani kötülük dışarıdadır; ya kötülük aşkın bir varlıktır ve insan iradesinin tamamen dışındadır, ya kötülük tek bir kaynağa indirgenmeden bütünün parçasıdır ya da kötülük insanın iradesizliğine değil bilgisizliğine bağlı olarak çıkar.13 Dolayısıyla bu ikinci yaklaşım, tüm bu kötülüğü mazur görülebilir kılar. Üçüncü ve son durum, geçmişe veda etmektir; failin gerçekleştirdiği kötülüğe maruz kalan mağdur, bununla başa çıkamadığı ve yüzleşmekten kaçındığı için geçmişi yok saymak ister.14 Jankélévitch'e göre, mağdur, geçmişin etkisini taşıdığı için gerçek anlamda bir başlangıç yapamamaktadır ve mağdurun faille ilgili tüm bağlarını koparmak istemesi, bağışlamayı olanaklı kılmayacaktır. 15

Tepegöz'ü bağışlamanın olanaklılığını düşündüğümüzde, hiçbir mecburiyeti olmadığı halde Tepegöz'ü bağışlamayı lütfedecek mağdurların ölüp gittiğini hatırlayacak olursak, sağ kalan insanlar, yani Oğuz, Tepegöz'ü bağışlayabilir mi?

IV. Saf Bağışlamanın Olanağı Üzerine

Yukarıda bahsi geçen üç durum, gerçek bir bağışlama değildir ancak, reddedilemez bir gerçekliğe işaret etmektedir ve bu gerçeklik, bir kez olmuş olanın geri döndürülemez ve geri alınamaz olmasıdır.16 Bu gerçeklik, bağışlanamaz olduğu için bağışlanması gereken ve zamanla doğrudan bir ilişkisi olmadığı için zamanaşımına uğramayan bir durumun varlığıdır. Jankélévitch'e göre, yaşanan kötülüğü ve işlenen suçu inkâr etmeden, susmadan ve unutmadan, temiz bir sayfa açmak yalnızca bağışlamanın sebepsiz lütfuyla, bu lütfa kaynak oluşturan sevgiyle olanaklı olabilir.17 Suçlanan kişiyi ne masum olduğu için (bu durumda bağışlama gereksiz olurdu) ne de suçlu olmasına rağmen bağışladığını18 söyleyen Jankélévitch, bağışlamanın tek gerçekleşme olanağının, suçlunun suçlu olduğu için bağışlanması olduğunun altını çizer. İncinen, acı çeken hatta zaman zaman vahşete maruz kalan mağdur, bağışlamayı hiçbir mecburiyeti olmadığı hâlde lütfetmektedir, der.19 Yine de Jankélévitch, onsuz, bağışlamanın anlamdan yoksun olacağı önemli bir koşuldan bahseder; bu koşul, "failin üzüntüsü, gözüne uyku girmemesi ve terk edilmişliğidir."20

Fakat Derrida, Jankélévitch'in başlangıçta koşulsuz bir bağışlamayı savunduğunu ve bu cümlelerle kendisiyle çeliştiğini düşünür. 21 Ancak Jankélévitch'in gerekçesi oldukça basittir; hiçbir pişmanlık belirtisi göstermediği gibi bağışlanmayı da talep etmeyen Almanlar'ın bağışlanmasının mümkün olamayacağını, "bağışlamanın ölüm kamplarında öldüğünü" söyler.22 "Onları Bağışlamalı mıyız?" [Should We Pardon Them?] sorusuna hayır cevabını vermesinin sebebi, bağışlamanın yalnızca kötülüğe maruz kalan mağdurlar tarafından verilebileceğini düşünmesidir. "Bağışlayamayız çünkü ‘onları' bağışlayacak herkes, ölüm kamplarında ölmüştür." diyerek düşüncesini gerekçelendirir. Derrida'nın ifadesiyle, "Jankélévitch, telafi edilmez sözcüğünün altını kendisi çizer. Telafi edilemez olanın, bağışlanması imkânsız olanın olduğu ve bağışlanması imkânsız olanın vücut bulduğu yerde, bağışlamanın imkânsız hale geldiğini belirtmek amacındadır. Bu, bağışlamanın ve bağışlamanın tarihinin sonudur."23

V. Oğuz'un Belleği ve Tepegöz'le Yüzleşmek Üzerine

Tepegöz hikâyesi, bizzat Oğuz'dan doğan ve yıkımdan başka bir şey getirmeyen Tepegöz'ün öldürülmesini hikâye eder. Bilindiği gibi, halk anlatıları, toplum belleğiyle yakından ilgilidir. Bellek, bir insanın kimliği ve benliği için önemli olduğu kadar, toplumun kimliği ve benliği için de önemlidir. Bu bağlamda, Oğuz'a ait bir hikâye olan Tepegöz'ün belleğimizdeki yeri, bağışlama kavramıyla düşünüldüğünde bize pek çok şey anlatır. Tepegöz'ün, Oğuz ötekisinin, adını bile ötekiliğinden alan bu varlığın; hatırlama yoluyla toplumun hikâyelerinde ve belleğinde canlandığı, bir mekânda gerçeğine uygun olarak yaratıldığı düşünüldüğünde; Oğuz'un, getirdiği yıkımdan dolayı Tepegöz'ü bir türlü bağışla(ya)maması, hikâyelerin sonunda Tepegöz'ün sürekli ölüp durması ne anlam ifade eder? Basat adlı bir yiğit tarafından Tepegöz'ün önce gözünün kör edildiğini, sonra da başının kesildiğini hatırlayacak olursak, belleğimizdeki/toplumun belleğindeki bu hikâyeyi niçin yeniden hatırlıyor ve yeniden anlatıyoruz? Belleğimizdeki izi bu denli kuvvetli yapan unsur ne olabilir?

Tepegöz'ün daima hatırlanan, hatırlanarak yeniden yaratılan ve sürekli anlatılan bir hikâye olması; Oğuz'un gerçek anlamda bir başlangıç yapamadığının ve Tepegöz'ü bağışlamadığının bir göstergesi olabilir mi? Tepegöz, dünya mitolojisinde, Kafkaslardan Uzak Doğu'ya kadar pek çok yerde soluk alıp verir; yaşamaya, can almaya ve kör olup ölmeye devam eder. Odysseia'da, Polyphemos'un doğumu yoktur ancak, Oğuz varyasyonunda Tepegöz'ün doğumu anlatılır. Çünkü Tepegöz, bizzat Oğuz topraklarında doğmuştur. Bir anlamda, Aruz'un çobanının kötülüğünün neticesi olarak, Oğuz'a yıkım getirmek amacıyla gelmiştir. Bu bağlamda Tepegöz'le yüzleşmek, toplumun belleğindeki izleri sağlıklı okuyabilmek ve saf bağışlama ile Tepegöz'ü bağışlamak; dahası Oğuz için, yaşanan kötülüğü ve işlenen suçu inkâr etmeden, susmadan ve unutmadan, temiz bir sayfa açmak mümkün müdür?

VI. Bellek, Bağışlama ve Başkaları Üzerine:

Bellekte unutma ve hatırlama yoluyla şekillenen, geçmişte yaşanan olayın kendisi değil, onun bir temsili, bir izidir.24 Bir temsil, imge ve iz olması, Tepegöz'ün sembol olarak düşünülmesini kolaylaştırabilir. Zira Tepegöz, her yaratıldığında farklı biçimlerde doğmaya, yaşamaya ve dolayısıyla farklı ama aynı Tepegöz hikâyeleri olarak sayfalara saçılmaya devam eder: Nereye? Hikâyelerimize. Nereden? Belleğimizden. Ahmet Özgür Güvenç, Tepegöz'ün izini25 farklı anlatılarda [masal, efsane, hikâye, roman, şiir, tiyatro, çizgi roman ve çizgi film] sürerken bize bir soru fısıldamış bulunur. Peki, ama neden? Bu hikâye neden her yere saçılmıştır; özgün, biricik, farklı olduğu için mi yoksa Oğuz, kendisinden doğan ötekiyle, dahası Oğuz toplumuna karşı insanlık suçu işleyen bir canavarla yüzleşip onu bağışlayamadığı için mi? Derrida, bağışlamanın hafıza için bir sağaltım olduğunu, bağışlamanın belleği yeniden kurduğunun da altını çizer.26

Yani, bir anlamda bağışlama, kurucu bir önem taşımaktadır.27 Bağışlamanın zorunlu olmadığını, bağışlamanın çatışmaların çözümü için gerekli bir adım olduğunu ifade eder.28 Elbette, bağışlama bir toplumun yaşadığı travmayı yok etmez, etmeyecektir ve kolektif bellekte hatırlanmaya devam edecektir.29 Bu bağlamda, Oğuz'un Tepegöz'ü hatırlamasından daha doğal ne olabilir, diye düşünebiliriz. Gerçekten de sürekli hatırlamak, sağaltımın ve yeniden başlamanın önünde büyük bir engel midir? Açıkça görülüyor ki Tepegöz acısı ya da travması, Oğuz'un belleğinde güçlü bir izin karşılığı olarak vardır, bağışlama gerçekleşmediği için hatırlanmaya devam etmektedir ve edecektir. Hikâyenin de açıkça gösterdiği gibi, Tepegöz, bir öteki olarak doğmuş ve bir öteki olarak ölmüştür. Hakkında anlatılagelen hikâyeler de onun, Oğuz'un belleğinde sonsuza kadar, öteki olarak kalması için anlatılmış gibidir.

Oğuz, bir türlü ve bir şekilde, kendi toprağında doğan ve kendisine zulmeden Tepegöz'ü, tek gözlü ötekiyi, daha aklı ermeden suç işleyen bu yaratığı affetmeye yanaşmamış, böylece çift taraflı bir kılıç olan zaman, unutmayı değil, nefreti seçmiş ve elbette, hikâyeler aracılığıyla, ötekiye duyulan nefretin büyümesine sebep olmuştur. Tıpkı, bir yığın olarak Uzun Pınar'da yatan bebek Tepegöz'ün, kendisine vuruldukça büyümesi gibi, nefret de büyüdükçe büyümüştür. Bu bağlamda bellek, yargılamanın ve makul bir bağışlamanın temeli veya güvencesi olarak karşımıza çıkmaktadır.30 Hem mağdurlar açısından hem de suçu işleyen açısından yaşananlar tekrar tekrar hatırlanır, bellek mekânında olaylar yeniden tasavvur edilir. Ancak, bağışlama için yüz yüze gelmesi gereken iki öznenin, failin ve mağdurun karşılaşması her zaman mümkün değildir. Çünkü bir de ölmüş olanlar vardır. Tepegöz'ün önceden aldığı canlar bir kenara, Oğuz'u yok olmaktan kurtaracağı düşünülerek, Tepegöz'e verilen haracın kendisi de bağışlanamaz değil midir?

Tepegöz'e her gün beş yüz koyunla birlikte verilen iki insan canı söz konusu olduğunda, bu kurbanlar, Oğuz'u bağışlayacak mıdır? Ancak, şu bir gerçek ki ölmüş olanlar, ölü olduğu için bağışlamayı gerçekleştiremeyecektir. Burcu Güler, "Derrida ve Bağışlama: Belleğin Yapı Sökümü" adlı çalışmasında, ölmüş olanlar ve bağışlamak meselesiyle ilgili müthiş sorular sormaktadır. "Bu durumda ölenlerden bağışlanmayı talep etmek mümkün olabilir midir? Ölenlerden bağışlanmanın talep edilmesi ihlalde bulunanların, suç işleyenlerin sadece bağışlanmayı talep etmeleri ve yargısal süreçte aklanmayı umut etmeleri ne kadar haklı ve imkânı olabilen bir şeydir? Belki de en önemli soru, ölenlerin adına bağışlamaya muktedir olan kimdir veya nedir?"31

Oğuz toplumu, Tepegöz'ü unutmayı, ölümle eş değer tutmaktadır. Bu yüzden Oğuz, varlığını korumak için Tepegöz'ü ve onun yaptıklarını hatırlamaya devam etmek istemektedir.

VII. Aruz'un Çobanı, Peri Kızı ve Tepegöz Üzerine

Aruz'un çobanı, Uzun Pınar adıyla tanınan bir pınarın etrafında toplanan perilerden birini, kepeneğini atarak yakalar ve onunla birlikte olur. Peri de kanat çırpıp havalandıktan sonra "Çoban, amanatın gel al, amma Oğuz'un başına zaval getürdün."32 der. Peri kızı, çobanın saldırısına uğramış ve bağışlayıp bağışlamayacağı belirsiz bir kötülükle göz göze gelmiştir. Bahsi geçen eylemin, Oğuz toplumunda, bir günah, istenmeyen bir davranış olmasının yanı sıra, her zamanda ve dünyanın her yerinde, zaman aşımına uğramayan ve bağışlanamaz olan bir kötülük olduğu açıktır. Kitaptaki orijinal cümle, çobanın eylemini şöyle gerekçelendirir:33 "Tama' idüp". Peri kızı, nedense, bahsi geçen kötülükten pek etkilenmemiş gibi görünür. Hikâyedeki işlevi, yalnızca bir canavar doğurması mı yoksa bir mağdur olarak, faile dair her şeyi unutmak, bu olayı yok saymak, çekip gitmek istemesi midir? Bir yıl gelip geçer. Peri kızı, emanetini Aruz'un çobanına getirip bir kez daha Oğuz'un başına zeval getirdin, dediğinde de, Tepegöz'e, onu kötülüklerden koruması için bir yüzük verdiğinde de Aruz'un çobanını bağışlamış değildir. Çift taraflı bir kılıç olan zaman, unutuşu değil, nefreti büyütmüştür. Diğer bir nokta, daha şaşırtıcıdır.

Aruz'un çobanı, peri kızının getirdiği yığını, yani doğan evladını, sapan taşına tutar. Yığın, taşla vurdukça büyür. Çoban, bir kez daha, bağışlanamaz bir suç işlemiştir; kendi çocuğunu kasten öldürme suçunu. Çoban, taşlamakla ölmediğini, dahası giderek büyüdüğünü görünce kaçmaya karar verir. Peki, hikâyede, iki kez bağışlanamaz bir suç işleyen Aruz'un çobanını bağışlamak mümkün müdür? Jankélévitch'e göre hayır. Çünkü ilk suçu için onu ancak peri kızı bağışlayabilir. Peri kızının çobanı bağışlamadığı sözlerinden [Oğuz'a zeval getirdin] ve eyleminden [Tepegöz'ü koruyacak tılsımlı bir yüzük vermesi] bellidir. İkinci suçu için de hayır. Çoban, oğlunu öldürmeye kastettiği için onu ancak Tepegöz bağışlayabilir. Hikâye boyunca babasını ve onun yaptıklarını bilmeyen Tepegöz, bu bilgisizliğinden, belki de belleğindeki hatıralara ulaşamadığından, babasını bağışlaması gerektiğini bilmez, dolayısıyla, bağışlaması mümkün değildir.

VIII. Ben ve Öteki Üzerine

Bayındır Han derler, Oğuz'da büyük bir adam yaşar. Yerde "başı arkası belli olmayan" bir canavarın yattığını görür. Yanındaki adamlar, bir odun alır ve bu yığına vurur. Ancak adamlar yığına vurdukça yığın büyür. Nihayet, Aruz denen bir adam ona mahmuzuyla dokunur. İçinden bir erkek çocuk çıkar. Gövdesine bakılırsa insana benzer ama alnında tek göz vardır. Aruz, bu çocuğu oğlu Basat'la birlikte büyütmek istediğini söyler. Bir anlamda, konukseverlik başlatmak ister ama bu çok uzun sürmeyecektir. Bu erkek çocuk; önce sütannesinin sütünün hepsini, sonra kanını, en son da canını alır. Öyle farklı bir çocuktur ki o, zamanla Oğuz yurdundaki çocukların burnunu, kulağını yemeye başladığı, asi olduğu ve insanlara zarar verdiği için evden kovulur.

Tepegöz, beklenen ya da davet edilen bir varlık değildir. O, "mutlak bir yabancılık içinden gelir ve tanımlandırılmamaz, kimliklendirilemez, aynı zamanda da öngörülemez, bu yüzden mutlak öteki, yabancıdır." 34 Hikâyenin bu kısmını öteki kavramıyla değerlendirdiğimizde Tepegöz'ün kendisine vuruldukça büyümesi [Depdükce büyüdi.]35 dikkat çekicidir. Ancak Aruz'un eylemi, hikâyeyi başka bir yere taşır. Aruz, konukseverliğin ilk şartını, yani ötekinin adını bile sormadan onu karşılamayı36 gerçekleştirir ancak Derrida'ya göre, ev, her ne kadar konukseverliğin adresi olsa da her zaman için ait olmanın koşulunu sunar.37 Bu yüzden, Tepegöz'ün asiliği ve evden kovuluşuyla, ait olma koşulunu gerçekleştiremediğine şahit oluruz.

IX. Görmek ve Körlük Üzerine

Kamal Abdulla, "Niçin Tepegöz'ün Tek Gözü Vardır?"38 yazısına başlarken bunun tuhaf bir soru olduğunu söyler. Bu acayip mahlûk zaten, sadece acayiplik için yaratılmıştır, onun devliği, çirkin görünüşü ve insan eti yemesi yetmemiş midir ki bir de gözünün birini eksiltmişlerdir, diye sorar ve ekler, kimi olağanüstü varlıkları insan şeklinde yaratabilen mit, Tepegöz'ü neden es geçti? Ve cevap olarak, Basat'ın sorduğu soruyu hatırlatır bize, "Mere kocalar, munun ölimi nedendür? Ayıttılar: Bilmezüz amma gözinden gayrı yirde et yoktur, didiler."39 Yani, Tepegöz'ün yegâne yara alacak tek yeri, gözüdür. Kamal Abdulla, "Tepegöz'ün bir değil iki gözü olsaydı, Basat onu önce yaralayıp sonra öldürebilir miydi?" diye sorduktan sonra, Basat'ın ancak bir darbe indirecek vakti ve fırsatı olduğunu ileri sürerek, mitin, Tepegöz'ü bilerek tek gözlü yarattığını ifade eder. Tepegöz'ün neden tek gözü olduğu bir kenara, hikayenin sonuna doğru fark ettiğimiz önemli bir durum vardır: Tepegöz, kör olduktan sonra kalbini açar bize. Bir kalbi olduğunu, acı çekebileceğini hiç düşünmemişizdir.

Bir öteki, Oğuz ötekisi için yüzeysel bir empati teklif etmek yerine, Tepegöz ile Basat'ın cedelleşme anındaki konuşmaları ve sonrası hatırlanmalıdır: Basat'ın, Tepegöz'ün gözünü kör ettikten sonra onun, dağda taşta yankılanan sesini, yakarmakla kendini kaybetmek arasında bir yerde gidip gelen bilincini ya da sözlerini. Tepegöz, tek gözüyle Oğuz'u yok ettiğini; Basat'a, karanlık gecede yolunu kaybettiğinde umudun nedir, diye sorduğunu; Basat'a, beni ala gözümden ayırdın, tatlı canından ayırsın Allah seni diye beddua ettiğini; Allah hiç kimseye bu göz ağrısını vermesin, diye dua ettiğini; Basat'ın, Aruz'un oğlu olduğunu öğrenince "İmdi kardaşuz, kıyma mana!" dediğini [belki bir anlamda bağışlanma dilediğini], kadınları ve erkekleri çok ağlattığını ki ağlamaktan gözlerinin taşlaştığını; âh gözüm, diye feryat ettiğini; âh gözüm, bıçak seni kararttı, diye inlediğini işitiriz. Tepegöz, gözünü yitirince, bize kalbini açmıştır ve bu hikâyeyi dinleyen herkesin, Tepegöz'ü başka türlü göreceği bir gözü daha olmuştur, diyebiliriz belki. Tepegöz gözünü kaybetmiştir ancak dilini ve kalbini bize bağışlamıştır.

Tepegöz, beklenen ya da davet edilen bir varlık değildir. O, "mutlak bir yabancılık içinden gelir ve tanımlandırılmamaz, kimliklendirilemez, aynı zamanda da öngörülemez, bu yüzden mutlak öteki, yabancıdır."

X. Tepegöz'ü Bağışlamak Üzerine

Dikkatli bakıldığında, bağışlanamaz olanın sonucunda kötücül bir canavar, yani Tepegöz doğmuş ve böylece bir dizi bağışlanamaz olanın gerçekleşeceği şer kapısı açılmıştır. Aruz'un çobanının eylemleri, Oğuz'un da kaderini etkilemiş, bir dizi suçu, yani bağışlanamaz olanı da beraberinde getirmiştir. Jankélévitch'in, onsuz bağışlamanın anlamı olmayacağı koşul; failin üzülmesi, gözüne uyku girmemesi ve terk edilmiş olmasıdır. Bu koşulun, Tepegöz hikâyesinde belki bir anlamda gerçekleştiğini görürüz. Jankélévitch'in ifadesiyle, hiçbir pişmanlık belirtisi göstermediği gibi bağışlanmayı da talep etmeyen Almanlar'ın aksine, Tepegöz, ihtiyarların ağlamaktan gözünün taşlaştığını hatırlamış, artık göremediği, kendi karanlık dünyasına hapsolduğu için yalnız kalmış, dahası, öldürüleceği esnada, "Kardeş, kıyma bana!" diyerek bir anlamda bağışlanma dilemiştir.

Ancak, Basat, onu Oğuz'un selameti için öldürmüştür. Tepegöz'ü bağışlamanın olanaklılığını düşündüğümüzde, hiçbir mecburiyeti olmadığı halde Tepegöz'ü bağışlamayı lütfedecek mağdurların ölüp gittiğini hatırlayacak olursak, sağ kalan insanlar, yani Oğuz, Tepegöz'ü bağışlayabilir mi? Derrida'ya göre, yaşayanların, ölenler adına bağışlaması söz konusu değildir. Kimsenin, asla bir kurban adına bağışlamaması gerekir, hele ki bu kurbanın, artık hayatta olmadığı ve bu yüzden af sahnesine hiç çıkmadığını düşünürsek. Derrida, sözlerine şöyle devam eder. "Kurbanları ölmüş suçlar için hayatta olanlardan, hayatta kalanlardan af dilenemez. Hatta bazen failler de ölmüştür."40

XI. Ölümle Eş Değer Olan Üzerine

Derrida'ya gö- re, bağışlamanın gerçekleşmesi, mağdurun söz ko- nusu olayı unutmasına ve bağışlama anında yeniden hatırlamasına ve sonrasında yeniden unutmasına bağlıdır.41 Dahası, bağışlama, kendisinin bütün izlerini de silmelidir."42 Yani hem bağış eylemini hem de eylemin belleğini silmek gerekmektedir. Derrida, bunun, mutlak unutma olduğunu düşünür. Ancak, bellekte yer eden olay, geçici bir unutma gerçekleşse de bir izdir ve bir zamanlar var olan hatıranın devamlı mevcudiyetidir.43 Daha çarpıcı olan, Derrida'nın, bu izin silinmesinin ölümle eş değer olduğunu düşünmesidir.44 Bir anlamda, belki, Oğuz toplumu, Tepegöz'ü unutmayı, ölümle eş değer tutmaktadır. Bu yüzden Oğuz, varlığını korumak için Tepegöz'ü ve onun yaptıklarını hatırlamaya devam etmek istemektedir. Geçmişi hatırlamak için hikâye etmeyi bir araç olarak kullanan Oğuz, geçmişini, bir anlamda hikâyesini yitirmenin, ancak unutmakla mümkün olacağını düşünmekte ve onu daima hatırlayarak var olmak istemektedir.

XII. Yeniden Başlamak Üzerine

Son olarak, Derrida'nın, Bağışlamak kitabında, bize teklif ettiği soruyu hatırlayacak olursak, bu soru, bağışlamanın olanağına dair düşünmeye davet eder bizi. Tepegöz'ü bağışlamak mümkün mü, sorusuylayeniden düşünebiliriz belki: "Acaba, bağışlamanın imkânı tam da ve sadece, bağışlanamaz olan karşısında imkânsız göründüğünde ve yalnızca imkânsız ile birlikte kavranmak suretiyle mümkün göründüğünde mi ortaya çıkar?"45 Bu bağlamda, "Tepegöz'ü bağışlamak mümkün mü?" sorusunu yinelediğimizde, belki de bağışlamanın, yalnızca imkânsız olanı denemek olduğunu fark edebiliriz.

  • 1 Sengün Meltem Acar, "Vladimir Jankélévitch'te Bağışlamanın Olanağı Üzerine", s. 208.
  • 2 Jacques Derrida, Bağışlamak, s. 26.
  • 3 Sengün Meltem Acar, "Vladimir Jankélévitch'te Bağışlamanın Olanağı Üzerine", s. 214.
  • 4 a.g.e., s. 214.
  • 5 a.g.e., s. 220.
  • 6 a.g.e., s. 215.
  • 7 a.g.e., s. 215.
  • 8 a.g.e., s. 214.
  • 9 a.g.e., s. 214-219. (Sengün Meltem Acar, söz konusu olan makalesinde bu üç durumu ayrıntılı olarak ele almıştır.)
  • 10 a.g.e., s. 215.
  • 11 a.g.e., s. 215.
  • 12 a.g.e., s. 216.
  • 13 a.g.e., s. 217.
  • 14 a.g.e., s. 218.
  • 15 a.g.e., s. 219.
  • 16 a.g.e., s. 219.
  • 17 a.g.e., s. 220.
  • 18 a.g.e., s. 220-221.
  • 19 a.g.e., s. 221.
  • 20 a.g.e., s. 222.
  • 21 a.g.e., s. 223.
  • 22 Jacques Derrida, Bağışlamak, s. 26.
  • 23 a.g.e., s. 46.
  • 24 Burcu Güler, "Derrida ve Bağışlama: Belleğin Yapısökümü", s. 66.
  • 25 Ahmet Özgür Güvenç, Halk Anlatılarının Yeniden Yazımı Sürecinde Tepegöz.
  • 26 Burcu Güler, Derrida ve Bağışlama: Belleğin Yapısökümü, s. 29.
  • 27 a.g.e., s. 29.
  • 28 a.g.e., s. 30.
  • 29 a.g.e., s. 29.
  • 30 a.g.e., s. 75.
  • 31 a.g.e., s. 76.
  • 32 Heinrich Friedrich Von Diez, Oğuz Tepegözü, s. 218.
  • 33 a.g.e., s. 218.
  • 34 a.g.e., s. 48.
  • 35 Heinrich Friedrich Von Diez, Oğuz Tepegözü, s. 218.
  • 36 a.g.e., s. 48.
  • 37 Burcu Güler, Derrida ve Bağışlama: Belleğin Yapısökümü s. 47.
  • 38 Kamal Abdulla, Mitten Yazıya veya Gizli Dede Korkut (Aktaran, Dr. Ali Duymaz), s. 335.
  • 39 a.g.e., s. 337.
  • 40 Jacques Derrida, Bağışlamak, s. 45.
  • 41 Burcu Güler, "Derrida ve Bağışlama: Belleğin Yapısökümü", s. 51.
  • 42 a.g.e., s. 52.
  • 43 a.g.e., s. 53.
  • 44 a.g.e., s. 53.
  • 45 Jacques Derrida, Bağışlamak, s. 45.
  • Kaynakça
  • Ahmet Özgür Güvenç, Halk Anlatılarının Yeniden Yazımı Sürecinde Tepegöz (1923-2018), İstanbul: Ötüken Yay., 2019.
  • Burcu Güler, Derrida ve Bağışlama: Belleğin Yapısökümü, Hacettepe Üniversitesi (Yüksek Lisans Tezi), 2016.
  • Heinrich Friedrich Von Diez, Oğuz Tepegözü, (çev. Hasan Güneş) İstanbul: Ötüken Yay., 2018.
  • Kamal Abdulla, Mitten Yazıya veya Gizli Dede Korkut (akt. Dr. Ali Duymaz), İstanbul: Ötüken Yay., 2019.
  • Jacques Derrida, Bağışlamak, (çev. Murat Erşen), İstanbul: MonoKL, 2015.
  • Sengün Meltem Acar, Vladimir Jankélévitch'te Bağışlamanın Olanağı Üzerine, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2016 Güz, Sayı: 22, s. 207-226.