Yazgı

En olmadık yerde. Korkuyordum. Birkaç kurt uluması duydum. Son nefesimi duydum.
En olmadık yerde. Korkuyordum. Birkaç kurt uluması duydum. Son nefesimi duydum.

İlk isyanı atım çıkardı, beni sırtından attı. Kendime sokuldum, birkaç dakika yürüdükten sonra durmak zorunda kaldım. Etrafta sığınabileceğim tek delik yoktu. Yere kapandı atım. Soğuğu üzerimden atamayacaktım. Yere kapandım. Kara bulutlar kapattı dolunayı. Her yer karanlıktı. Bütün kelimeler hafızamdan çekiliyordu. Değil konuşmak gözümü açamıyordum. Ölecektim, nasıl anlamam!

Eşim Alkan'a, sevgi ve umut ile.

1

Şimdi anlatacağım hikâyenin ne vakit başladığını bilmesem de bizimle biten bir hikâye olduğu kesin. Mutlu mesut geçen günlerinden bahsetmeye lüzum yok, nazar değer endişesiyle değil. Zaten hepsi mazide kalmış. Şimdi sadece sonunu anlatacağım, o sona nasıl yürüdüğümüzü. Zira artık her adımımda görüyorum, ismim gibi biliyorum hikâyenin bitmek üzere olduğunu. En olmadık yerde. Yok sayılacağız, unutulacağız. Bu yüzden korkuyorum. Bu yüzden her şeyi en baştan sadece kendime anlatıyorum. Toprak, ayaklar altında ezilen, elden ele geçen lakin kimseye yetmeyen bir hazineymiş. Bu hazinenin fark edilmesiyle başlamış sürgünümüz. Erkeklerimizin kanını toprak çarçabuk yutarken kadınlarımıza yas mühleti bile verilmemiş. Sus payı olarak çocuklarının canını bağışlayıp onları bir muammaya defetmişler. Artık tek güvenecekleri dağ biz çocuklarıymışız. Kadınlarımızın gözyaşları kuruyuncaya dek yol almışız. Ne zaman ki soğumuş içlerindeki acı, serin bir yer bulup çadırlarımızı kurmuşuz.

Yurt bellesek de misafir hissetmişiz kendimizi. On beş çadır, on beş ağıt demekti biz çocuklar büyüyünceye dek. Büyümemiz ise hep bir hınç, hep bir öç hazırlığı. Hatırlıyorum, annelerimiz kılıcı belimize taktığında hâlâ altını ıslatan çocuklardık. Bundan böyle, dediler, sizin oyununuz da oyun arkadaşınız da, yolunuz da yoldaşınız da budur. Kaybetmeyesiniz. Gittiğiniz her yere onunla gidesiniz. O gün kaderimiz çizildi bizim. İsmimizi de unuttuk, onun manasını da; çünkü bundan böyle bir avuç kavmin silahıydık, olmayan bayrağı. Yaşım on altıya vardığında çadırlarımızın ilerisindeki mezar taşlarının sayısı yaşıma denkti. Senelerdir annemle kaldığım bu çadırda artık tektim. Sofram artık yavandı. Güneş de ay da sönmüştü. Bu karanlıktan kurtulabilmem için yasımız bitince, başımızda kalan tek büyüğümüz, bu diyarın bereketsizliğini, yok olan bir kavim olacağımızı, bundan kurtulmanın yolu olarak da buradan gitmemiz gerektiğini salık verdi. Kovulduğunuz topraklara dönün, dedi.

Ertesi sabahı beklemedik. On atlı belimizde kılıcımız yola çıktık. Geride kalanlar kime emanetti? Akıbetimizin ne olacağını bilmediğimiz gibi ya geride kalanlar, ya onların akıbeti? Hiçbir şeyi bilmiyorduk. Çadırlardan uzaklaşmıştık. İlk tepeyi aşacaktık ki onları son kez görebileceğim için atımı yavaşlatıp arkamda bıraktıklarıma baktım. Başlarında toplandıkları ateş bile güçsüzdü. Hepsi sanki bir rüzgâr esse sönüp gidecek, unutulacaktı. Başımı göğe kaldırdım, gökyüzü ne kadar genişse içim o kadar küçüldü, başımı kalbime eğdim bir sekine buldum. Bir dua ile onları geride bırakıp yola revan olduk. On atlı, biz güçsüz, tecrübesiz avcılardık. Önce kavmimizin yok olmasından nasıl korktuysak sonra da yolda dağılmaktan, ziyan olmaktan korktuk. Bu yüzden bana biat ettiler. Var olabilmek için birlik şart değil miydi? Yolumuz yakılıp yıkılan bahçelerden de geçti, bereketli tarlalardan da. Dudaklarımızın susuzluktan çatladığı da oldu, kendimizi suyun içine bıraktığımız da.

Kâh sofralara davet edildik, hikâyemizi anlattık, kâh üzerimizde bir laneti taşıyormuşuz gibi defedildik. Mevsimin değiştiğini fark ettiğimizde yola devam etmenin tehlikeli olduğunu uzun suskunluklardan sonra itiraf edebildik. Sonra analarımız geldi aklımıza. Bu yolun başlangıcı. Onların yılmadan yürüdüğü günler. Utanç duyduk halimizden. Ölülerimize bir dua okuduk, hafifleyen bizim kalbimizdi. Yağmur, soğuk bizi durdurmaya yetmiyordu da kar yolumuzu tıkıyor, atlarımızın şevkini kırıyordu. Bu uzun yola çıkarken yolda hastalanabileceğimizi ise hesaba katmamıştık. Yola devam etmeden evvel bir yerde konaklama kararı aldığımızda arkamızda isimsiz bir mezar bırakmıştık. Artık geriye dönmek daha zordu. Bizden istenilen hakkı almadan onlara dönemezdik. Sayımız bir eksilince yolumuza çıkan ilk kasabanın kapısını çaldık. Buyur edildik. Gözleri endişeyle kılıcımızı süzerken hikâyemizi anlatmamızı istediler.

Biz lafa başlarken çocuklar hayran hayran atlarımızı süzüyordu. Birini alıp atımın terkisine çıkardım. Hemen akabinde biri telaşlı adımlarla gelip çocuğu attan alıp uzaklaştı. Çocuğun annesi olamayacak kadar genç olan bu kız, erlerimden birinin yuva kurmak isteyeceği kızdı. Kızın atası, akıbeti belli olmayan birine kızını asla vermeyeceğini söyleyince erlerimin sayısı bir tane daha eksilecekti. Nikâhlarını kıyıp ona bu kasabada yuva kurunca, burada daha fazla kalmanın bize amacımızı unutturabileceğini sezip yola koyulmaya karar verdim. On kişiydik yola çıktığımızda, sekiz kişi devam ettik. Erlerimden biri ölmüştü, diğeri ise bizden ayrılmayı istemişti. Yola devam etmeyi değil burada yaşamayı seçmişti. Gelinimizin bizim için hazırladığı yollukta sıcak tutması için yün çoraplar, abalar; şifa olur dediği otlar, peksimetler vardı. Yol imtihandı. Açlık, susuzluk, yorgunluk kararlılığımızı ölçüyordu. İçimizden biri cesaret edip, dönelim, dese belki hepimiz heveslenirdik.

Ne var ki, mesele kavmimizin akıbeti olunca kovulduğumuz toprağa dönmek, oradan hakkımızı istemek en makulüydü. Töremizi yok etmek değil, daim kılmak için çıkar yol buydu. İçimizden gelen sesi susturuyor, bize söyleneni yapıyorduk. Yola devam ediyorduk. Yolumuz bir köye denk geldiğinde olabildiğince az kişiyle tanışıp tez elden yola koyulmamız gerektiğini bilecek kadar tecrübe edinmiştim. Köye girişimizi fark edenlerin etrafımızı sarması ile durmamız gerektiğini anladık. Yine aynı şey olmasın diye atlara kimseyi yaklaştırmadım. Erlerimi yanımdan ayırmadım. Yerlilere hikâyemizi anlattım. Bizi onadılar. Mücadelemizi övdüler. Dilediğimiz kadar burada kalabileceğimizi söylediler. Kalmak değildi niyetimiz. İki günlük misafirlikten sonra atlarımızı tımarlarken yirmi kişilik birliğiyle yanımıza gelen pirifâni, onların da bizimle gelip bizi destekleyeceklerini söyledi. Şöyle baktım hepsine. Güçlü kuvvetli olduklarında şüphe yoktu. Atları da vardı, silahları da. Yaşları bizden büyüktü, tecrübeliydiler lakin eksik olan bir şey vardı.

Biz kovulmuştuk, eksik bırakılmıştık. Her gün bunu hatırlayarak büyüdük. Birden ortaya çıkan bir şey değildi bu, hep vardı. Onlar ise daha iki gün evvel öğrendiler hikâyemizi. Bize dahil olduktan sonra vazgeçmeleri askerlerimin direncini kırabilirdi. Eski sayımıza döndük demez, daha da azaldık diyebilirlerdi. Bense temkinli olmak zorundaydım. Bu yabancıları kendi safımıza katmak istemedim. Ne hısımlık ne husumet, herkes ait olduğu yerde kalmalıydı. Sıcak ateşin başından ayrılıp yola koyulduk. Kimse konuşmuyor, rüzgâr susmuyordu. Soğuk yüzümüzü kesiyor, kar havası bastırıyordu. Yüzümüze yüzümüze esen fırtına yerini tipiye bırakınca yavaşladık. İlk isyanı atlarımız çıkardı, bizi sırtlarından attılar. Birbirimize sokulduk. Birkaç dakika yürüdükten sonra durmak zorunda kaldık. Etrafta sığınabileceğimiz tek delik yoktu. Yere kapandı erlerimden biri. Sonra bir diğeri. Sonra... Soğuğu üzerimizden atamayacaktık. Yere kapandım. Kara bulutlar kapattı dolunayı. Her yer karanlıktı. Bütün kelimeler hafızamdan çekiliyordu. Değil konuşmak gözümü açamıyordum. Ölecektik, nasıl anlamam! En olmadık yerde. Korkuyordum. Birkaç kurt uluması duydum. Son nefesimi duydum.

2

Onun sıcak nefesini duydum. Vazgeçmeye dünden hazırdım. Tutunacak bundan daha güzel dal mı olurdu? Vazgeçtim. Yolunuz yolum değil diyemesem de, artık burayı yurt bileceğim, dedim. Paslı kılıcı önüne bıraktım. Bana sorsalar bu yolculuğa hiç çıkmazdım. Var olabilmek için başladığın yere dönmek mi gerekirdi? Belimizdeki paslı kılıcı öç mü bileyecekti? Benim Çiçek'in yanında kurduğum hayatı istese onlar da kurardı. İstemediler. Alnımızın akıyla döneceğiz, dediler. Bizim alnımız aktı zaten, her şey olup biterken sabiydik. Yolda ziyan olacaktık yahut gittiğimiz yerde kılıçtan geçirilecektik. Telef olmayı değil, Çiçek'in yanında yaşamayı seçtim. Madem atası, akıbeti belli olmayan birine kızını vermiyordu, akıbetim onların yanında aşikâr olsun istedim. Yola çıktıktan sonra biat ettiğimiz önderimize gittim. Müsaade istedim, adettendir diye. Müsaade etmese de peşinden gitmeyecektim. İsyansa isyan, kendi canımdan mı kıymetliydi! Madem yurt edinme peşindeydik, artık burası olsun benim yurdum, dedim.

Üç vakte kalmadan nikâhımız kıyıldı. Yurtsuzdum, yurt edindim. Mutluydum. Hiçbir sabah yalnız uyanmadım. Gözlerimi ne vakit açsam göğsüme sokulmuş çiçeği kokladım. Ne vakit üşüyecek olsam öyle sıcaktı ki. Yola onlarla devam etmek yerine burada kaldığıma şükrettim, bir gün bile pişmanlık duymadım yine de zaman zaman rüyalarımda yok olmuş bir kavim görürdüm. Uyandığımda yanımda Çiçek ve evlatlarım olurdu. Bir muammaya yürümekten beni kurtardığı için ona daha sıkı sarılırdım. Sekiz evlat vermişti Çiçek bana. Sekizi de er kişi. Toprağa köklerimi daha nasıl salabilirdim ki! Öyle bir sarıldım ki hayatıma onunla gelen her şeye, onu seçerek geride bıraktıklarımı çarçabuk unuttum. Evlatlarım bir gün duymuş kimden duymuşsa, neden anlatmadın, dedi en küçüğü. Şaşırmıştım. Gizli bir şey değildi, dedim. Aşikâr da etmedin, diye söylendi bir büyüğü. Yeni bir yol seçtim, dedim, annenizin yanında. Annemi de yanında götürebilirdin, dedi bir diğeri. Her şey bir muammaydı, dedim. Seneler geçti çözülmedi mi, diye sordu diğeri.

Hiç haber almadım, dedim. Hiç haber aramadın, diyerek suçladı beni bir diğeri. Sizler vardınız, devam eden bir hayat, dedim. Nasıl devam eden bir hayat, utançla mı gururla mı, dedi bir diğeri. Beni suçluyor musunuz evlatlarım, dedim. Kendini bağışlıyor musun, dedi bir diğeri. Onlar kararıma itiraz etmediler, beni haklı gördüler, dedim. Ben onların izinden gideceğim, dedi en büyükleri. Ayağa kalktı, yedisi de peşinden. Ardına düşülecek ne vardı! Seneler geçmişti. Varsa bir iz o bile tanınmayacak hâl almıştı. Sekiz evladım olmuştu, en küçük evladımın bile eli iş tutuyordu. Değişmişti her şey, uzaklar aynı kalır mıydı? Kimin peşinden gideceklerdi, duydukları bir hikâyenin mi? Benim unuttuğum, reddettiğim bir kavmin mi? Akıbetleri hayır mı olmuştu şer mi, o bile belli değilken. Neyi onarmak için gideceklerdi? Unutulmuş günleri hatırlatmalarına, düzenlerini geride bırakıp heba olmalarına müsaade etmedim. Gidemezsiniz, dedim. Söz dinletemedim. Ben Çiçek'in kıyısını seçmiştim yaşamak için, onun yanında durmuştum.

Büyük oğlum durmadı, bütün ailesini yoluna kattı. Arkalarından baktım. Bekledim. Günlerce yol gitmek neymiş anlayacaklardı. Anlayıp dönüp geleceklerdi. Gelip af dileyeceklerdi. Onları affedecektim, doğru yaptığıma o vakit daha da kani olacaktım. Onlara daha sıkı sarılacaktım. Bekledim günlerce. Gelmediler. Yuvama sığamaz oldum. Ateşin başında ısınmaya utanır oldum. Atımı mahmuzladım gün ışığıyla. Peşlerine düştüm. Yakaladığım yerde önüme katıp yuvalarına döndürecektim. Şu kar kalksın. Cemre düşsün. Çiçekler açsın. O vakit söz, onların izini size ben bulacağım, diyecektim. Yol gittikçe içimde sözler birikiyordu. Hava soğudukça içimde pişmanlık büyüyordu. Ha buldum ha bulacağım diye yol gittikçe geri dönmek zorlaşıyordu. Az daha az daha dedikçe şahlandı atım. Ne bir ses ne tanıdık bir yüz gördüm. İliklerimde buz gibi soğuk. Kabul ettim onları kaybettiğimi. Kötü bir şey dokundu dudaklarıma. Kabul edebildim kaybolduğumu. Soğuk yüzümü kesiyor, kar havası bastırıyordu. Yüzüme yüzüme esen fırtına yerini tipiye bırakınca yavaşladım.

İlk isyanı atım çıkardı, beni sırtından attı. Kendime sokuldum, birkaç dakika yürüdükten sonra durmak zorunda kaldım. Etrafta sığınabileceğim tek delik yoktu. Yere kapandı atım. Soğuğu üzerimden atamayacaktım. Yere kapandım. Kara bulutlar kapattı dolunayı. Her yer karanlıktı. Bütün kelimeler hafızamdan çekiliyordu. Değil konuşmak gözümü açamıyordum. Ölecektim, nasıl anlamam! En olmadık yerde. Korkuyordum. Birkaç kurt uluması duydum. Son nefesimi duydum.